“İnsanlar zorluklara karşı koyabilmek için içlerindeki umudu yaşatmak zorundadır”

IMG_6025

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması sonrası toplumda oluşan tepki büyüyor. Kararın siyasi olduğu aşikar. Uzun zamandır yargıyla hukukla ilgili konuşmak hukukçulara bile anlamsız gelmeye başladı. “Artık tek hakim, iradeye aykırı hareket edemez” diye düşünenler var. Halk artık sokakta, öğrenciler isyanda. 

Boğaziçi Üniversitesindeki çürümeye 4 yılı aşkın süredir itiraz eden Prof. Dr. Lale Akarun, İmamoğlu gözaltına alındığında, “Neyi, niye kabul etmediğimizin daha iyi anlaşıldığını umuyorum” diyerek bir paylaşımda bulunmuştu. Kendisine öğrencilerin isyanı hakkında ne düşündüğünü sormuştum, Prof. Akarun, “Öğrenciler üniversitenin ölümünden doğrudan etkilenen taraf.  Zaten hayatlarından memnun değiller; baskı görüyorlar; büyük şehirde barınmayı bıraktım; beslenmek bile çok zor. Gittikçe daha çorak bir iklim hakim oluyor üniversitelere; sosyal ortam kısıtlanıyor; kültürel etkinlikler kısıtlanıyor; kendilerini geliştirmeleri için gerekli ortam yok oluyor. Mezun olunca iş bulma ve buldukları işlerin sağladığı gelirle geçinme, bağımsız bir hayat kurma ümitleri de çok kısıtlı. Çok kaygılılar. Tek hayalleri yurtdışına gitmek; bu da uzak bir hayal çoğu için. İnsanlar zorluklara karşı koyabilmek için içlerindeki umudu yaşatmak zorundadır. Bu son gelişme, daha farklı bir geleceğe dair ellerinde olan tek umutlarının ellerinden alınması aslında. İsyan etmek, bu duyguların dışa vurması. Son umutlarının da yok olmasını istemiyorlar; onun için isyan ediyorlar.” demişti. 

Diploma iptallerine dair paylaştığı bilgi ise Türkiye’de mevzuatın nasıl çiğnendiğine bir örnek: 

“Operasyon medyasında, diploması iptal edilen Sorbonne doktoralı profesör için, “Baban da mı profesördü senin” diye manşet atılıyor. Hissettiğim hicabı, kızgınlığı ifade edecek kelime bulamıyorum. Bu bahsedilen insanlar, çok değerli kişiler. Ne olacak biliyor musunuz? Tekzip bile yayınlamayacak bu operasyon gazeteleri. Bu çürüme işte; üniversitenin ölümü.
Üniversitelerde kararlar, yükseköğretim yasasına, yönetmeliklere göre verilir. Örneğin bu yatay geçiş denilen uygulama yönetmeliklere göre tanımlıdır. Bu yönetmeliği uygulayıp yatay geçiş kararını verecek mercii, fakülte yönetim kuruludur. Zamanında geçerli mevzuata göre karar vermiş; üniversite bu öğrencileri almış. Öğrenciler kayıt olmuş; 3-4 yıl okumuşlar, tüm derslerinden geçmişler, diploma almışlar. Yine hatırlatayım: Bir öğrencinin programda hangi dersleri alacağını, mezuniyet şartlarının ne olduğunu da fakülte belirler, kontrol eder; mezuniyet kararını verir. Diplomaya dekan imza atar. Rektör de imza atar, ama üniversiteyi temsilen. Bütün bu işlemler yapılmış, üstünden 31 yıl geçmiş. Birisi tutturuyor; diplomayı iptal edin diye. Dış baskılar tabii ki. YÖK buna alet olup bu yönde üniversiteye baskı yapıyor. O yetmiyor; operasyon medyasında yazılıyor; başka merciler bastırıyor. Bunun sonucu olarak,  o dönem yatay geçiş yapan tüm öğrencilerin işlemlerine bakılıp 28 kişinin diplomalarını rektör iptal ediyor. Hem de yürürlükte olan mevzuatı çiğneyerek, fakülte yönetim kurulu böyle bir karara direndiği için, dekanı istifa ettirerek, fakülteyi devreden çıkararak.  
Her türlü yanlış bir karar. Bir kere kurumların sürekliliği denen bir şey var. Bu üniversitenin kendi kendisini inkar etmesidir. Düşünün, her gelen rektör bir öncesinin verdiği diplomayı iptal etse ne olur? Ayrıca bu, kişilerin kazanılmış haklarını ellerinden almak demek. Yatay geçiş, üniversite sınavı gibi değil; kabul biraz da kurulun takdirine dayanır. 3 kontenjan ilan etmişsiniz; çok sayıda iyi öğrenci başvurmuş; fakülte yönetim kurulunun kontenjanı artırma imkanı var. Şimdi diyorlar ki, kontenjandan çok öğrenci almışlar. Evet, yapabilirler tabii ki. Kurum 31 yıl sonra dönüp ben kontenjan artırmayı doğru bulmuyorum; iptal ettim diplomaları diyemez. Bu kişilerin kazanılmış haklarının gaspı. Hem kurumun sürekliliğine, hem kazanılmış haklara müdahale.

Bu zorlamalar nasıl ve neden yapılıyor? 

Bu hukuksuz uygulamalar sanki hukukiymiş gibi, yandaş medyada kişilerin itibarını sarsmak, yıpratmak, seçilme hakkının elinden alınmasına karşı rıza üretmek için kullanılıyor. Tam bir gerçek ötesi (post-truth) uygulaması. 

Ülkeye yazık olduğunun farkına varmayan kalabalığa sesimizi nasıl duyururuz bilemiyorum ama sokaktaki öğrenciler nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediğinin farkındalar sanırım.  

 Türkiye’de yurttaşın elindeki demokratik imkanlar çok kısıtlı. Sadece seçimden seçime oy atmak, o da adayları kendi belirlemediği, önceliklerini adaylara iletmesi için imkanın olmadığı bir seçim. Son gelişmeler,  demokrasiye katılım yollarının açılması için vesile oldu. Sadece seçilme hakkının gaspına karşı gösteri yürüyüşlerini kastetmiyorum. Örneğin 23 Mart günü 15 milyon yurttaş,  sandığa gitti;  ön seçimle cumhurbaşkanı adayı belirlenmesi için oy attı. Bu çok yaratıcı bir yöntemdi; ve çok güçlü bir destek gördü. Önümüzdeki dönemde, bu yaratıcı yöntemleri daha çok kullanacağımızı tahmin ediyorum. Bunlar demokrasimizin güçlenmesine hizmet edecektir.

Become a patron at Patreon!