“2 Nisan boykotu, tüketmemenin politik bir tavır olduğunu gösterdi”

IMG_6053

Stanford Üniversitesi Demokrasi, Kalkınma ve Hukukun Üstünlüğü Merkezi Türkiye Programı Direktörü Sosyolog  Ayça Alemdaroğlu ile toplumsal mücadelelerde boykotun önemi, sürdürülebilirliği ve etkisi üzerine konuştuk. Alemdaroğlu, 2 Nisan özelinde sorduğum sorulara da yanıt verdi. 

Alemdaroğlu, boykotu ekonomik yöntemlerle gerçekleştirilen, şiddet karşıtı ve kapsayıcı bir siyasal eylem biçimi olarak nitelendirdi:

“Fiziksel protestolara katılamayan veya çeşitli nedenlerle kamusal alanda bulunmak istemeyen kişiler için daha erişilebilir, risksiz bir ifade biçimi. Bu yönüyle kolektif tepkinin daha geniş kesimlere yayılması açısından etkili ve kapsayıcı bir araç.”

“Ekonomik Vatandaşlık”

2 Nisan’da yapılan boykota dair de şu ifadeleri kullandı:

“Boykota katılanlar, bir gün alışveriş yapmamak gibi ekonomiyi yıkacak bir eylem değil, ancak daha adil ve yaşanabilir bir Türkiye talebini ifade etmeleri bakımından kamu yararını önceleyen bir duruş sergilediler. Boykotun önemli bir boyutu, vatandaşlara tüketimden kaynaklanan güçlerini hatırlatmasıdır. İç tüketime dayalı Türkiye ekonomisinde, tüketim tercihlerinin siyasi bir ifade biçimine dönüşebileceği bilincinin yayılması için boykot kritik önemde bir eylemdir. Siyasal hakları kısıtlanmış ve yoksullaştırılmış bireylerin, tüketim kararları aracılığıyla yurttaşlıklarını ifade edebileceğini göstermesi açısından da anlamlıdır. Bu nedenle, 2 Nisan, geniş kitlelerin tüketici güçlerini fark ederek ‘biz de buradayız’ dediği bir andı. Bir günlük boykotla sistemin çökmeyeceği doğru; ancak bu eylem, ekonomik vatandaşlık kavramını görünür kılarak, tüketmemenin politik bir tavır olduğunu gösterdi. ‘Eğer biz tüketmezsek, siz kime ne satacaksınız?’ sorusu, halkın kolektif gücünü vurgulaması açısından önemli.”

O halde boykot, muhalefet açısından bir kazanımdı diyebilir miyiz?

2 Nisan’da alışveriş merkezleri, zincir marketler, kafeler ve mağazalarda yaşanan belirgin sakinlik, boykotun geniş çaplı etkisine işaret ediyor. Bu durum, ortak eylemlilikle ekonomik faaliyetlerin ciddi biçimde yavaşlatılabileceğini göstererek muhalefet için önemli bir kazanım yarattı. Bu eylem yalnızca tüketimden kaçınma pratiği değil, aynı zamanda birlikte eylemenin bir provasıydı. Kamusal alanların daraldığı, dayanışmanın zayıfladığı bir ortamda, bir günlüğüne bile olsa “hep birlikte bir şey yaptık” duygusu değerlidir. Dolayısıyla, bu eylemi sadece ekonomik etkileri açısından değil, aynı zamanda siyasal özneleşme pratiği olarak da değerlendirmek gerekir. Bu tür pratikler, toplumsal güven duygusunu pekiştirir ve birlikte hareket etmenin mümkün olduğunu hatırlatır. Teorik olarak da boykotlar, kolektif eylem teorileri ve sosyal hareket kuramları açısından önemli bir koordinasyon pratiğidir. Bu tür sembolik eşikler, insanların harekete geçme cesaretini artırabilir. Bu açılardan bakıldığında, 2 Nisan boykotu büyük bir dönüşümün başlangıcı olmasa da, önemli bir kolektif farkındalık ve siyasal özneleşmenin parçası olarak görülebilir.

Peki, hükümetin tepkisini nasıl okudunuz?

Boykota yönelik sert tepki—soruşturmalar, sabotaj suçlamaları ve ticari hayatın tehdit altında olduğuna dair iddialar—iktidarın içine düştüğü siyasi sıkışmışlığın açık bir ifadesi. Bakanların alışveriş yaparken medyada görüntülenmesi ve boykot çağrısı yapanlara yönelik gözaltılar, eylemin yarattığı rahatsızlığın boyutunu net biçimde ortaya koyuyor. Tüketmemek gibi barışçıl bir eylemin kriminalize edilmesi, iktidarın yönetme kapasitesine ilişkin artan korku ve kaygının göstergesi.

Hükümetin “yerli ve milli” söylemine nasıl yaklaşmak gerekiyor?

Eleştirel bir yaklaşımla. Birçok “yerli” kamu işletmesinin son yirmi yılda yabancı gruplara devredildiği bir ortamda, “yerli ve milli işletmeler” söylemi, ekonomik bir gerçeklikten çok sembolik bir ifade. 

Muhalefet, “yerli ve milli” kavramını yeniden tanımlayabilir mi?

Evet, bu kavramı hükümetin sembolik tekelinden çıkararak “kamu yararı” çerçevesinde yeniden tanımlayabilir. Kavrama daha kapsayıcı ve demokratik bir içerik kazandırabilir. Bu, hem iktidarın söylemsel üstünlüğünü kırmak hem de vatandaşların ortak çıkarlarını savunan somut bir siyaset diline katkı sağlamak açısından yerinde bir adım olur.

Become a patron at Patreon!