Yunus Sözen ile siyaset ve seçim sistemi üzerine söyleşi

Seçim öncesi, Le Moyne Üniversitesi (ABD) Siyaset Bilimi Öğretim üyesi Dr. Yunus Sözen’e merak ettiğim soruları yönelttim. Dr. Sözen, siyasetin çok da mekanik bir şey olmadığının altını çizerek, sorularımı ayrıntılı bir şekilde yanıtladı. 

Kılıçdaroğlu resmî olarak adaylığını açıklamadan önce görüşmüştük sizinle, epey gelişme oldu sonra, şu andan bakınca seçime dair öngörüleriniz ne?

Evet, İYİ Parti Masa’dan kalktığı sırada görüşmüştük. Elbette o zamana göre muhalefetin durumu çok daha iyi. Muhalefet işbirliğinin bozulmuş olması işleri zorlaştırmıştı, hem başkanlık için hem Meclis için, ama özellikle de Meclis için. Şimdi, ikisinde de muhalefetin kazanma şansı çok daha yüksek o zamana göre.

Muhalefetin Meclis çoğunluğunu kazanmasının önünde bir engel var mı?

Cumhur İttifakı’nın toplam oy oranı, muhalefetteki bütün partilerin toplamından epey düşük görünüyor şu anda. Cumhur İttifakı ortak liste yolunu da seçmedi. Bu da bugünkü durumda, muhalefetin Meclis’te çoğunluğu kazanma ihtimalini artırıyor. Muhalefetteki iki ittifakın, yani Millet İttifakı ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yüzde 7 ulusal baraj sorunu yok. Bu da bu ittifakların çatısı altında kendi amblemleriyle yarışacak dört parti için ulusal baraj sorununu ortadan kaldırıyor, Millet İttifakı içindeki CHP ve İYİ, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın içindeki YSP ve TİP için. Ancak muhalefetten seçime sadece bu partiler girmiyor. Diğerlerinin arasından Memleket Partisi şu anda en büyük parti gibi görünüyor. Bu parti, Meclis seçimlerinde oyunu çoğunlukla muhalif parti seçmenlerinden alıp, baraja da yakın bir oy oranıyla barajın altında kalırsa, örneğin yüzde 6 gibi, bu durum muhalefetin Meclis’te çoğunluk elde etmesini zorlaştırır. Kısaca, iktidarın bugünkü bileşenleri Meclis seçiminde 300 sandalyenin altında kalabilirler, ama barajı geçemeyecek ancak muhalif tabandan oy alacak partilerden birinin ya da birkaçının anlamlı bir oy miktarıyla barajın altında kalması bunu zorlaştıracaktır.

Meclis için oyumuz boşa gitmesin kaygısı yaşayan çok kişi var. Seçimde matematik hesabı yaparken nelere dikkat etmek gerek?

Öncelikle, seçmenlerin çok çeşitli oy verme sebepleri olabilir, oyunun boşa gitmesini önemsemeyen, farklı motivasyonlarla oy veren seçmenler de demokratik haklarını kullanıyorlar. Diğer taraftan, seçimlerin önemi, özellikle bazı muhalif seçmenlerde oyu boşa harcamamak gibi bir kaygıyı artırmış gibi görünüyor. Siyasal rejim ve kötü yönetim koşullarını düşününce, bu da çok anlaşılır.

Ancak sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Meclis seçimleri için ulusal baraj gibi ya da az sayıda partinin yarıştığı küçük seçim çevresi gibi bazı çok net durumlar haricinde, bu kaygıyı karmaşık hesaplarla yönlendirmeye çalışmak demokratik açıdan sorunlu bence. Seçim sisteminden kaynaklanan basit bazı durumlar var, onlar hakkında halkı bilgilendirmek önemli elbette. Örneğin belediye başkanlığı seçimlerinde, tek turlu ve tek kazanan var Türkiye’de, küçük partilerin adaylarının kazanma ihtimali çok düşük. Ya da önümüzdeki Meclis seçimlerinde, yüzde 7 ulusal barajı var, ittifakların ya da tek başına giren partilerin önünde. Bu da çok net bir durum. Bir de, küçük seçim çevrelerinde de, yazılı yerel baraj olmasa bile, o bölgeden az oy alan partilerin milletvekili çıkartması çok zor. Bunlar haricinde, demokratik katılım göstermek isteyen sıradan bir seçmene karmaşık gelebilecek, onlar açısından anlaşılması zor olan hesaplarla, küçük partilerden büyük partilere stratejik oy yönlendirmeye çalışmak sorunlu. Çünkü, esasen bu seçmene haklı olarak karmaşık gelebilecek hesaplar, sadece bir duygu veya muğlak fikir yaratma tehlikesi taşıyor seçmenin kafasında. Böylece, “Bu partiye oy verirsem oyum boşa gider” gibi bir korkunun temeli olmadığı hallerde de, seçmen davranışını etkileyebilecek bir propagandaya dönüşüyor. Bu durum da seçmenlerin kendi fikirlerine yakın partilerle temsil edilmesini gereksiz yere engelleyebilir.

Esasen, seçmen davranışı matematik hesaplara tam sığmıyor, ya da bu hesapların bazı sınırları olduğunu da görmek gerekiyor. Seçimlerde milyonlarca insanın oy vereceğini, oy dağılımının nasıl gerçekleşeceğini tam bilmediğimizi ve siyasetin çok da mekanik bir şey olmadığını da akılda tutmak gerekiyor.

Ayrıca, bu seçimlerde, seçmenleri karmaşık hesap yöntemleriyle yönlendirmeye çalışmanın bir başka sorunlu yönü daha var. Bir başkanlık sistemindeyiz ve Meclis’te farklı konularda, farklı çoğunluklar kurulabilir. Muhalefet de çok parçalı. Şimdi ortak liste olduğu için, Millet İttifakı’ndan 6 parti Meclis’e girecek. Emek ve Özgürlük İttifakı içinden de bir veya iki. Kılıçdaroğlu da başkanlığı kazansa, Erdoğan da kazansa, farklı konularda ve atamalarda Meclis’te farklı koalisyonlarla ilerleyebilirler. Örneğin, kültürel bir meselede, laiklik/toplumsal özgürlüklerle ilgili bir meselede, LGBT hakları konusunda, kadın hakları konusunda, Kürt meselesinde, bugün iktidarda olan ve muhalif olan gruplar tek vücut olarak hareket etmeyebilirler. Bundan dolayı, muhalefetin toplam sandalyesi üzerine ince hesaplarla yapılan stratejik oy yönlendirmesine uyan bir seçmen, ortak listeler de düşünüldüğünde, kendi savunduğu politikanın tersini savunacak bir temsilcinin seçilmesine de katkıda bulunmuş olabilir. Kısaca, bence stratejik oy propagandasında demokratik yurttaş sorumluluğunun sınırlarını aşmamaya dikkat etmek gerek. Partiler elbette kendi çıkarları doğrultusunda propaganda yapacaklardır, o ayrı bir konu.

Matematik hesabı konusunu ayrıntılandırmanız mümkün mü?

Meclis seçimleri için stratejik davranma kaygısının iki ayağı vardı bu seçimlerde. Birincisi, partilerin davranışına etki ederek, onları ortak listeye zorlamaya çalışmak. İkincisi de, seçmen davranışını etkileyerek, onları barajı geçebilecek partilere veya ittifak içindeki büyük partilere yönlendirmek. Ortak liste konusunda, elbette oyları tek listede toplamak, bazı seçim çevrelerinde o listenin daha fazla milletvekili çıkartmasını sağlayabilir. Ama ortak listenin de bazı maliyetleri olabileceğini görmek gerekir, özellikle de ideolojik mesafesi yüksek olan partiler arasında yapılıyorsa. Ayrıca, partilerin de bir iddiası olması, kendi amblemleriyle seçime girmek istemeleri doğaldır. Örneğin, Türkiye siyasal rejimi açısından çok hayati olan 7 Haziran seçimlerinde, HDP, o zamana kadar, o zamanki baraj olan yüzde 10 oranına ulaşamadığı halde, bir iddia ortaya koydu ve bağımsız adaylar yerine, parti olarak seçime girdi. O kararla, çok sayıda, zannediyorum 40 civarında, milletvekilliği kazanmak yerine, sıfır milletvekilliğine düşmeyi göze aldı. Sonuçta da bir önceki seçimde aldığı oyun iki katından fazla alarak barajı rahatlıkla aştı. 80 milletvekilliği kazandı ve kalıcı bir güç olarak parti sistemine dahil oldu, siyasal dengeleri değiştirdi. Şu anda da, bu iddianın kazancıyla da maliyetiyle de çok çok daha küçük ölçekli bir versiyonunu, yüzde 7 barajını geçecek ittifaklardan kendi listeleriyle giren küçük partiler deniyor.

Tartışmanın seçmenlerin kararlarıyla ilgili kısmına geçeyim. Artık bütün ittifaklarda listeler belirlendiği için, yani artık hangi partilerin kendi listesiyle, hangilerinin ortak listeyle girdiğini bildiğimiz için, stratejik davranma propagandasının ve stratejik davranma kaygılarının yönü seçmene döndü. Seçmenlerin kendi tercih sıralamasındaki en üst parti yerine, oyum boşa gider kaygısıyla, ondan daha aşağıdaki bir partiyi tercih etmesiyle de seçim sistemi arasında bir ilişki var. Türkiye’de nispi temsil sistemi kullanılıyor. Nispi sistemlerin genel olarak iki birbiriyle ilişkili demokratik yararından bahsedebiliriz. Birincisi temsiliyet, yani partilerin ulusal seviyedeki oy oranlarını nispeten iyi bir şekilde Meclis’teki sandalye oranlarına yansıtabilmesi. İkincisi de, seçmenlerin üzerindeki oyum boşa gidecek kaygısını azaltarak, onların üzerindeki stratejik oy baskısını azaltması. Burada, ABD, Kanada, Birleşik Krallık gibi yerlerde kullanılan dar bölge çoğunluk sistemleriyle bir karşılaştırma yapıyorum. O sistemlerde, her seçim çevresinden en çok oyu alan tek bir kişi Meclis’te sandalye kazanıyor. O çeşit sistemler, özellikle o bölgede iki partinin adayı öne çıkıyorsa, daha küçük partilerin veya adayların seçmenlerini kendi en üst tercihleri yerine, kazanma ihtimali olan adaya yöneltmesine yol açabiliyor. Yani, stratejik davranmaya itebiliyor.

Türkiye’nin de kullandığı nispi temsil sistemleriyse genelde seçmenleri bu dar bölge çoğunluk sistemleri kadar stratejik oya zorlamıyor. Ancak yine de her nispi sistem eşit derecede temsiliyet sağlamayabiliyor. Bunun birinci sebebi yasalarla belirlenmiş ulusal barajlar veya yerel barajlar. Ulusal baraj Türkiye’de de uygulanıyor. Bu barajı geçememe ihtimali yüksek olan partilerin seçmenlerinin Meclis’te temsili olmayacağı için, baraj böyle partilerin seçmenlerini stratejik oya itebiliyor. Bu barajlar ülkeden ülkeye değişiyor, bazısında da hiç olmuyor. Türkiye’deki yüzde 7 barajıysa, dünyadaki en yüksek barajlardan biri. Yani, Türkiye’de nispi temsil sistemi kullandığı halde, baraj altında kalma ihtimali yüksek bir partinin seçmeni, ulusal baraj yüzünden, kendisini farklı bir partiye yönelmek zorunda hissedebilir.

Nispi sistemlerde temsiliyeti etkileyen bir başka konu, seçim çevrelerinden Meclis’e gidecek sandalye sayısı. Burada, asıl sorun, Türkiye’de illerden oluşan küçük veya orta boy seçim çevreleri. Örneğin, Meclis’e iki milletvekili yollayacak bir bölgeden, bir partinin yüzde 5-10 gibi bir oranla vekil çıkarma ihtimali çok düşük. Tabii bu durumda hangi partinin seçmeninin o bölgede küçük parti olduğu önemli. Bazı partiler hemen her bölgede küçük parti, bazılarıysa sadece bazı bölgelerde. Örneğin, 2018’de, 3 milletvekili çıkartan Bingöl’de CHP küçük bir partiyken ve o seçim çevresinden milletvekili çıkartma ihtimali çok düşükken, 4 milletvekili çıkartan Edirne’de 2018’de HDP için bu durum geçerliydi. Bu da, bu durumun çok net olduğu bölgelerde yaşayan, o bölgenin küçük partilerinin seçmenlerini stratejik oya itebilir. Ancak seçim çevresi büyüdükçe, yani çok milletvekili yollayan seçim çevrelerinde, o bölgede oyu yüksek olmayan partiler de milletvekili çıkartabiliyor. Örneğin, en büyük seçim çevresi olan İstanbul 1. bölge 35 milletvekili yolluyor Meclis’e. Burada küçük bir parti de ulusal barajı ittifak yoluyla geçebiliyorsa yüzde 2-3 arası bir oy oranıyla sandalye kazanabilir. Ya da Antalya zannediyorum 17 milletvekili yollayacak bu seçimde, orada da o bölgedeki oyların yüzde 5 puan civarını alabilen bir parti milletvekili yollayabilir.  Kısaca, bir seçim çevresinden giden milletvekili sayısı arttıkça, o çevredeki temsiliyet artıyor ve ulusal baraj sorunu olmayan küçük parti seçmeninin temsil umudu yükseliyor ve üzerindeki stratejik oy kullanma baskısı da azalıyor.

İttifakta olduğu için ulusal baraj (yüzde 7) sorunu olmayan küçük partiler için esas mesele ne?

Baraj sorunu olmayan partiler için seçim çevresi büyüklüğü en önemli mesele. Bu konuda Türkiye’de kullanılan ve büyük partileri ödüllendiren d’Hondt hesap yönteminden de bahsediliyor. Ama baraj sorunu olmayan küçük partiler için esas mesele, eğer o küçük partinin oyu bir bölgede yoğunlaşmamışsa, biraz önce anlattığım seçim çevresi büyüklüğü.

Bu konuda kabaca şu söylenebilir: bir seçim çevresinin yolladığı milletvekili sayısı arttıkça, bu sorun küçük partiler açısından azalıyor. 5 milletvekili çıkartan bir seçim çevresinde, küçük partinin işi çok zorken, 15 milletvekili yollayan bir seçim çevresinde bu zorluk çok azalıyor, 30-35 yollayandaysa temsil ihtimali ve umudu iyice artıyor.

Bu konuda bir şey daha söylemek istiyorum. Bir bölgeden bir milletvekili çıkartma ihtimali olan küçük bir partinin durumuyla, aynı bölgeden 8 veya 9 milletvekili çıkartma ihtimali olan bir partinin durumu seçmen açısından çok farklı değil bence. Demek istediğim, eğer gerçekten bir partinin çok çok az oyu varsa, büyük bir seçim bölgesinde bile, o zaman orada da milletvekili çıkartamaz. Örneğin, 35 milletvekili yollayan ve küçük partilerin temsilinin mümkün olduğu İstanbul 1. bölgede bile, yüzde 0,5 puanı geçemeyeceği çok belliyse bir partinin, milletvekili çıkartamama ihtimali de çok yüksektir. O zaman, belki o partiye verilen oylar boşa gitmiş diyebiliriz, tabii belki o partinin seçmeni kendisini ifade etmek, partisini, fikirlerini var etmek istemiştir oyuyla, yani o zaman bile boşa gitmiş demek tam doğru olmaz. Örneğimize dönelim, İstanbul 1. bölgede küçük bir partinin oyu yüzde 2-3 civarıysa, ya hiç çıkartamayacak ya da bir vekil çıkartacak demektir, bu partiye oy vermekle, ya 8 ya da 9 milletvekili çıkartacak bir partiye oy vermek arasında pek bir fark göremiyorum ben, stratejik oy kullanmaya açık bir seçmen açısından bile. Böyle bir durumda bile yurttaşları kendilerine daha yakın gördükleri partiye oy vermek konusunda kaygılandırmak demokratik açıdan sakıncalı bence.

 Yurtdışından küçük partilere verilen oyların duruma etkisi nasıl olacak?

14 Mayıs’ta iki seçim yapılacak Türkiye’de. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, oyun etkisi bakımından, yurtdışı oyla yurtiçi oy arasında bir fark yok. Yurtdışı oylar son seçimde Erdoğan lehineydi. O seçimde, Erdoğan yurtiçinde oyların yüzde 52 puanını alırken, yurt dışında yüzde 60 civarını almıştı ve yüzde 0,2 gibi ufak bir miktar da Erdoğan’ın oy oranını arttırmıştı. Bu seçimde yurtdışı oylar nasıl dağılır bilemiyorum. Yurtdışı oylarda katılım da daha düşük, sandığa ne kadar partilerin seçmenini taşıyabileceği de önemli oluyor. Ancak ülke içindeki sıkıntılar Erdoğan’ın oyunu düşürecek gibi görünüyor yurtiçi oylarında, yurtdışında bunun yansıması aynı olmayabilir.

Meclis seçimlerindeyse oyun etkisi bakımından durum farklı. Yurtdışında son üç seçimde AKP ve HDP yurtiçinde ulusal seviyede aldığından çok daha yüksek oranlarda oy aldı. CHP, MHP ve İYİ de daha düşük. Bu oylar ayrı bir seçim çevresi gibi milletvekili çıkartmıyor, Türkiye genelindeki seçim çevrelerinin seçmen sayılarına göre oransal bir şekilde dağıtılıyor. Bu durum, son üç seçimin her birinde de, toplamda 2-3 milletvekilliğinin bir partiden diğerine geçmesine yol açtı, genelde AKP yönünde. Son seçimde örneğin 600 vekilin sadece 2 tanesi yer değiştirdi yurtdışı oyların bölgelere eklenmesiyle. Bunlar, ufak farklarla milletvekilliklerinin dağıldığı seçim çevreleriydi. Kısaca, Meclis seçimlerinde yurtdışı oyların etkisi nispeten düşük diyebilirim. Bir de, bir parti bütün seçim çevrelerinde seçime girmiyorsa, CHP, İYİ ve TİP gibi, sadece girdiği seçim çevrelerinde etkisi oluyor. Stratejik oy verme isteği çok yüksek, iki veya daha çok partiyle mesafesi aynı olan bir seçmeni etkileyecek bir fark oluşturuyor olabilir belki, bilemiyorum. Bu konuyla ilişkili olarak, ortak listeler dolayısıyla, özellikle Saadet Partisi, Gelecek Partisi, DEVA, Demokrat Parti ve İYİ Parti’ye listelerini açmış olan CHP ve İYİ’nin kendi listesi de olduğu için, CHP’nin listesinden giren küçük partiler için söylüyorum, bu partilere yakın seçmenlerin oy verecekleri listeyle mesafesini ölçmesi de bu seçim için iyice zorlaştı. Özellikle yurtdışı seçmen açısından, bu kadar dolaylı ve muğlak koşullarda da, temsil umudu olan partiler arasında stratejik oy hesabı yapmak bana çok anlamlı gelmiyor.

Görsel: (smartboy10 ) Getty Images

Become a patron at Patreon!