bir_avuc_deniz

leyla_yilmazBir film düşünün, Homeros’un binlerce yıllık izinden gidiyor. Aslında bir kadın filmi gibi görünse de, tüm film bir erkeğin gözünde akıyor. Yönetmeni de hedefler, profiller dünyasından uzak bir isim olunca karşımıza merak uyandıran bir aşk hikayesi çıkıyor: “Bir Avuç Deniz” 
“Bir Avuç Deniz”in toplam 120 kişilik bir ekiple 6 hafta süren çekimleri Göcek, İstanbul ve Rodos’ta gerçekleştirildi. Gösterim tarihi ise 11 Mart.

Filmin yönetmeni Fikri Görsel Sanatlar’ın kurucusu Leyla Yılmaz’dan başkası değil. Yılmaz, 1997’den beri film sektöründe. Üniversite bitince bu işe mutfağından; set işçiliğinden başlamış. Sonra New York Üniversitesi’nde yönetmenlik eğitimi almış. Yaklaşık 10 yıldır reklam filmleri çekiyor ve nihayet setlere ayak bastığı ilk günden beri hayalinde olduğunu söylediği uzun metraj film düşüncesi gerçek oluyor. Bayadır bu işe kendi yazdığı ve tamamen inandığı bir hikaye ile başlamak istediğini belirten Yılmaz, “Şartlar yerine geldi ve Bir Avuç Deniz ortaya çıktı.” diyor.

Yılmaz, kuşaktan kuşağa süren sevgiyle ipotek konulmuş hayatlar silsilesini bu filmde gözler önüne serecek anlaşılan.

Kadın, erkek herkesin hayatında sürüklenmeler, “yoldan çıkmalar” vardır. Bu filmde Mert’e (Engin Altan Düzyatan) aşık üç kadın ve Mert’in buradaki yolculuğu anlatılıyormuş. “Başarılı çocuk” Mert, Amerika’dan Türkiye’ye dönmüş ve büyük bir şirketin başına gelmiş. O güne dek ona çizilen bir rota varmış ve o da bu rotada gidecek gibi görünüyormuş. Ama Deniz, Mert’i bambaşka bir yere sürükleyecekmiş. Filmde bu süreklenmeyi anlattığını söyleyen Yılmaz, “Ama aslında bir yol yoksa; yol bir yalansa; belki de yoldan çıkmak en doğrusudur, kim bilir?” diye soruyor.

“Bir Avuç Deniz” için, “2011’in en iddialı filmlerinden biri olmaya aday” deniliyor… Nedir bu filmi farklı kılan? 

Filmin tamamı diyaloglarla geçiyor ve bu diyaloglardaki evrim, filmin tansiyonunu oluşturuyor. İlk bakışta basit bir aşk hikayesi gibi görünen film, gitgide bu tip bir sinemada pek rastlanmayan bir sorgulamaya dönüşüyor. Tüm oyuncularımın, konuk oyuncular dahil, gösterdikleri performanstan çok memnun kaldım. Salt bu oyunculuk gösterisini izlemek bile keyifli olacak sanırım.

Çekimler ne zaman başladı, film ne vakit gösterime girecek? 

Çekimler çok komik biçimde 10.10.2010’da ve saat tam 10’u 10 geçe başladı. Böyle şeylere inandığımız için filan değil, tamamen öyle rast geldi. Çekimler bir gün önce başlayacaktı ama hava şartları uygun değil diye erteledik ve böyle “sihirli” bir tesadüf gerçekleşti. Yayın tarihimiz ise 11 Mart.

Bir avuç aldığımız deniz, gerçekten deniz midir? 

Filmin üst yapısında bir aşk hikayesi sürerken, aslında içten içe hep bu soru soruluyor. Bir avuç deniz, bir bakış açısıyla bir avuç sudur. Ama bu sular birleşince deniz olur. Ama bunlar gözünüzü korkutmasın, Bir Avuç Deniz bir felsefe değil, bir aşk filmi. Zaten kimseye yanıtlar dağıtacak durumda değilim. Ortada hiç sorulmamış bunca soru varken, sorular sormak beni daha çok ilgilendiriyor.

İzleyicinin beklentisi çoğu zaman yönetmeni etkiliyor, hitap edilen kitle sizi de bu filmi yaparken düşündürdü mü? 

Bu filmdeki pek çok sahne, şu anda milyonlarca insanın yaşadığı olaylardan parçalar içeriyor. Filmin hitabettiği kitlenin çok büyük olduğunu düşünüyorum. Bu hikaye böyle bir kitle tarafından ilgiyle izlenecek ama yarın “hedef kitlesi” 10 kişi bile olmayan bir hikaye çıkarsa, onun da filmini çekerim. Ben böyle hedefler, profiller dünyasından uzağım. İçimden gelen, bana dokunan şeyleri açığa çıkarmak ve paylaşmak istiyorum. Gerisi izleyicinin kararı.

Bu film hayatı mı taklit ediyor, yoksa olması gereken hayatı mı veriyor? 

Olması gereken hayat nedir? Bu sorunun yanıtı bilsem bile onu bir filme sığdırabilir miyim? Bir Avuç Deniz’in bu kadar büyük ve abartılı iddiaları yok. Bazı keskin virajlarda aynalar olur ya; belki o kadar bir misyonu olabilir filmimin. Belki bazı kişilerin virajlardan savrulmasını engelleyebilir.

Tanıtımını okuduğumda bu filmin insanları tanımayla da ilgili olduğunu düşündüm. Sanki hem karakterler hem de izleyici birlikte bir yolculuğa çıkacak gibi, doğru mu? 

Özellikle başrol oyuncuları, Deniz (Berrak Tüzünataç) ve Mert (Engin Altan Düzyatan) upuzun bir yolculuğa çıkıyorlar. Deniz, Mert’in düzenli hayatını önce alaya alıyor ama ona ve ailesine için için özeniyor; Mert gibi olmak istiyor. Mert’se tam tersine, Deniz gibi pervasız, hesapsız olmak için ailesi, dostları, işhayatı ile ipleri kopartıyor. İkisi de birbirlerine doğru koşuyorlar ama bu koşu ikisini de tüketiyor.

Peki, bulmaya ve anlamaya çalıştığınız şey ne? 

Sevgimiz için ne kadar ileri gidebiliriz? Aşkımız için neyi verebiliriz? Kendimizi verir miyiz? Bunu gerçekten yapabilir miyiz? Kendimiz olmaktan vazgeçebilir miyiz? Hepimizin içine işleyen “başarı” fetişizmi ne kadar sağlıklı bir duygu? Film tüm bunları ve fazlasını soruyor. Ama hepsini şimdi söylemek doğru olmaz. Ama filmi izleyecek olanların “bir avuç deniz”den çok daha fazlasını bulacağını söyleyebilirim.

Birey olamamış insanlardan kurulu bir toplumda aşk nasıl algılanıyor sizce? 

Aşk daha çok bir “tutunma” olarak algılanıyor. Yani “düşme” hayatımızın olağan hali ve bir “aşk” bulup bu düşüşten kurtulmaya çalışıyoruz. Birey olmak bir hayli zor; kendini bırakmak çok daha kolay. Bu nedenle ergin bireylerin yaşadığı aşkları görmek gitgide zorlaşıyor. Sanki herkes bir çocuk ve herkes çocukluk aşkları yaşıyor gibi.

Anne karakteri ilgi çekici. Etrafta çok örneği var, o psikolojiyi neye bağlıyorsunuz? 

Burası filmin nirengi noktası diyebilirim. Rana Hanım (Ayda Aksel) unutulmaz bir performans çiziyor film boyunca. Tamamen evlat sevgisi dolu bir anne; anlayışlı, kibar, iyi eğitimli bir burjuva. Onu tamamıyla benimsemeye ve ona hak vermeye hazırız. Oysa kayıtsız şartsız kabul ettiğimiz ve kutsadığımız bu “annelik” durumu aslında çok ilginç sonuçlar doğurabiliyor.

“Hem ticari hem de sanatsal açıdan Türk sineması altın çağını yaşıyor” deniliyor, ama toplumsal koşullar ile birey arasındaki ilişkiyi sağlam kuran, psikolojik bir derinliğe sahip karakterler içeren pek fazla film yok. Sizin filminiz bu boşluğu doldurur mu dersiniz? 

Bence çok güzel filmler yapılıyor. Geçenlerde Çağan Irmak’ın Prensesin Uykusu filmini izledim ve çok beğendim. Türk sineması altın çağını yaşıyor mu tam emin değilim. Çünkü çok daha fazla film çekilebilir ve çok daha fazla yetenekli insan ortaya çıkabilir.

Çekimler sırasında eminim çok eğlenmişsinizdir. Paylaşmak istediğiniz anlar var mı? 

Yunanistan çekimlerine kocaman bir gullet kiralayarak gittik. Yolun ortasında fırtına o kadar arttı ki bir koya sığınıp geceyi orada geçirdik. Bütün ekip gece boyunca çok eğlendik. Harika insanlarla çalıştım, sanat grubumda, kostümde, seste, kamerada hepsi birbirinden yetenekli ve uyumlu isimler vardı. Oyuncularımız Türkiye’nin en beğenilen isimlerinden olmasına rağmen bir an bile mütevazılıklarını elden bırakmadılar. Elbette çok yorulduk ve çok zorluklar çektik. Finansal açıdan çok sıkıştığımız anlar oldu. Filmin tamamı en pahalı tekneler, en lüks arabalar, en şık evler içinde geçiyor. Ve bu üstümüzde çok büyük mali yükler yarattı. Hiçbir sponsorumuz olmadığı için, bu gerilimler bana da ister istemez yansıdı. Ama her şey geçtikten sonra geriye sadece tatlı anılar kalıyor.

Siz bir filmi izlerken ilk dikkat ettiğiniz şey nedir? 

İlk dikkat ettiğim o kadar çok şey var ki… Görüntü dili, ses, müzik kullanımı, kurgu, dekor ve en önemlisi oyunculuk yönetimi. Ama bunlar kronolojik bir sırayla değil, bazen daha ilk sahnede, ilk anda hepsi birden görülüyor.

Etkilendiğinizi düşündüğünüz bir yönetmen var mı? 

Woody Allen’ın hayranıyım. Üniversitede kendisiyle tanışma mutluluğunu da yaşamıştım. Haneke’den çok etkilendigimi düsünüyorum. David Fincher’ın anlatım dilini çok başarılı buluyorum, Zodiac gibi bir filmi çekmeye cesaret eden, her şeyi yapabilir. Bir de bu listeye Coen Kardeşleri eklemeliyim. Yaptıkları her film bir sinema dersi olarak değerlendirilmeli. Ayrıca, Alfonso Cuaron, Richard Kelly, Christopher Nolan gibi isimleri sinemayı yeniden yorumlayan dahiler olarak görüyorum.

İleride kendinizi görmek istediğiniz yer neresi? 

Önümüzdeki 10 yılda, 10 film çekmeyi planlıyorum. Ben kendimi şu an olduğum yerde görmek istiyorum. Çalışmak, izlemek, paylaşmak…

Filmi ABD’de izleme şansımız olacak mı? 

Evet, elbette. Neden olmasın?

Filmin yapımcısı Ateş İlyas Başsoy ile de kısaca görüşme şansı yakaladım… 

“Bir Avuç Deniz”i daha “hikaye” olduğu günden beri bildiğini söyledi ve ekledi: “İlk okuduğum andan itibaren, karakterlerin gelişimi, üst yapıdaki aşk üçgeni ve altyapıdaki inanılmaz felsefi derinlik beni çok etkiledi.
Filmi 19 yaşındaki bir genç kız veya genç erkek, bir aşk filmi olarak izleyip hayran kalacak. Öte yandan 50 yaşında bir akademisyen bambaşka bir alt metin görerek beğenecek.”

Daha önce yapımcılık yapıp yapmadığını merak ettiğimde, yapmadığını, ancak böyle benzersiz bir proje daha önüne gelirse, elini taşın altına tekrar sokabileceğini söyledi.

Son olarak, filmin milyonlarca izleyici tarafından ödüllendirileceğine ve filmin 100 yıl sonra dahi anımsanacak bir klasik olacağına inandığını belirtti ve “Leyla Yılmaz’ın dehasını kitlelere taşımakta bir payım olabildiyse ne mutlu…” dedi.

 

(Turkish Journal) 

Become a patron at Patreon!