Türkiye’de, eczacılık mesleği tehdit altında mı?

isil_pharmacy

Başbakan Erdoğan’ın geçen aylarda gündeme taşıdığı süpermarket zincirleri bünyesinde ilaç satışı ve batının limitleri ne ise onu uygulayacaklarını belirtmesi, uzun süre daha tartışılacağa benziyor. Türkiye Eczacılar Birliği başta olmak üzere birçok eczacı, bu uygulamanın haksız bir rekabete, bir sivil toplum örgütünün zayıf düşürülmesine ve teslim alınmasına sebep olacak; diye düşünüyorlar. Peki, ABD’de uygulanan sistem nasıl? ABD’de 57 bine yakın eczane var. 16 binin üzerinde bağımsız eczane sahibi eczacı var. Eczanelerden 39 bini geleneksel zincir eczaneler ve bu eczaneler süpermarketler tarafından işletiliyor. ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından düzenlenen iki sınıf sistemi reçete ve reçetesiz veya üzerinde (OTC) sayaç işaretli, ilaçlar, bilimsel ilaç dağıtım modeli olarak göze çarpıyor.

ABD’de 1900’lü yılların başından beri “tezgah üstü” olarak isimlendirilen baş ağrısı geçirici, öksürük şurubu, migren ve mide yatıştırıcıları, ağrı gidericiler gibi reçetesiz ilaçlar marketlerde bulunabiliyor. ABD’de bu ilaçlar günlük olarak yoğun şekilde kullanılıyor ve herhangi bir eczacıya gereksinim duymadan marketlerden alınabiliyor. İlaç dağıtım sisteminin bu şekilde olması ilaçları tüketicilere en kolay yoldan sağlamak için dinamik bir yaklaşım; diye yorumlanıyor. Doktor reçetesi gereken ilaçları ancak marketlerde görevli olan eczacılardan alabiliyorsunuz.

Marketler günümüzde reçeteli ilaç satışında yüzde 20’lik paya ulaşmış.

ABD Ulusal Eczane Zincirleri Derneği’nin (National Association of Chain Drugstores) açıkladığı son verilere göre, 2008’de 253.6 milyar dolarlık reçeteli ilaç satışının yapıldığı Amerika’da, satışların 10.2’sini süpermarket zincirlerinin içindeki, yüzde 9.8’ini de daha büyük süpermarket zincirlerinin içindeki eczaneler yapmış.

Reçeteli ilaçların yüzde 21.7’si posta siparişiyle, yüzde 17.3’ü bağımsız eczaneler tarafından satılırken, en büyük paya, yüzde 41 ile marketler içinde bulunmayan geleneksel zincir eczaneler sahip olmuş.

Süpermarket zincirlerinde satılan reçeteli ilaçlar toplamda 26 milyar dolara yakın satış rakamına ulaşırken, daha büyük süpermarket zincirlerindeki reçeteli ilaç satışı ise 24.77 milyar dolar olmuş.

Reçetesiz ilaç satıcılarını bir araya getiren ABD Tüketici Sağlık Ürünleri Derneğinin (Consumer Healtcare Products Association) verilerine göre ülke genelinde 750 bin markette bu ürünlere ulaşılıyor. Derneğin 2008 yılı istatistiklerine göre Amerika’da toplam 16.8 milyar dolarlık reçetesiz ilaç satışı yapılmış.

ABD’de birçok isimle, mevcut iki ilaç dağıtım sınıf sistemi hakkında konuşma şansı buldum… Bu sistemin güvenli ve etkili ilaç şeçeneklerini genişlettiği ve rekabetçi fiyatlarla tüketicileri güçlendirdiği için favori bulanlar kadar; aldıkları şeyin bir vazo veya giyim malzemesi değil, doğrudan sağlıkları ile ilintili bir şey olması sebebiyle ilaçların tedarik edilme yöntemlerini merak edenler de var.

Çok kişi ilaçların dağıtım zincirleri ile bağlantılı kaygı içindeler. “Kar yapmak için gerekli her ayrıntıyı ince eleyen girişimciler, mevzu ilaç olunca da farklı değiller” diyorlar. Paketlemeden tutun, o malzemenin satış bölgesine ulaşımına, saklanmasından üretim koşullarına, ambalajına birçok detay merak konusu.

Konu ile ilgili, USC Eczacılık Fakültesinde Profesör olan Dr. Jeff McCombs’u ofisinde ziyaret ettim.

mccombs

Dr. McCombs, ABD’de ilaçları hekim veya eczacı yetkisi gerekmeyen marketlerde satılan(OTC), reçetesiz ama eczacının yetkisi ile alınabilir ve reçeteli ilaçlar [= Rx] olmak üzere üç gruba ayırdıklarını belirtti.

OTC’lerin marketler, benzin istasyonları, likör mağazalarından alınmasında bir sakınca görmediğini söyledi. Aspirin, öksürük şurubu, vitaminler gibi ilaçların etiketlerini herkesin okuyabileceğini, insanların bu tür ilaçları nasıl kullanmaları gerektiğini bildiklerini dile getirdi. Marketlerden düşük seviyede bu ilaçları almanın belki bir nevi avantaj olduğununa da değindi.

Yalnız önemli bir konunun bilinmesinde fayda var dedi: “Hasta aspirini bile eczacıdan alırsa belki biraz daha fazla ücret ödeyecektir ama uzun vadede yine karlı kendisi olacaktır. Neden mi? Nedeni açık, ABD’deki eczacılar kendilerinden ilaç alan herkesin sağlık özgeçmişlerini kendi bilgisayar sistemlerine kaydederler. Kullandığınız ilaçları takip etmek artık sadece siz ve doktorunuzun sorumluluğunda değil, eczacınızın da sorumluluğundadır. Vitamin bana ne yapabilir ki demeyin, bazı vitaminlerin yanlış kullanımı vücutta başka hasarlara sebep olabilmektedir.

Eczacının yetkisi ile alınan ilaçlar nadirdir. Bazı ülser ve asit reflü ürünleri bu kategoriye girer. Doğru ve güvenli kullanım için doktor onayı gerekmese de mutlaka eczacınıza başvurmanız gerekir. Eczacı aldığınız ilacın başka ilaçlar ile etkileşimine dair sizi bilgilendirecektir.”

“Reçeteli ilaçlar mutlaka eczacı kontrolünde satılmalıdır” diyen Dr. McCombs, sözlerine şöyle devam etti: “Özel eczaneleri olan ya da saat ücreti karşılığı marketlerde çalışan eczacılar Kaliforniya kanununa göre bu ilaçları, ilaçların yan etkilerini hastaya anlatmak zorundadır.

ABD’de son yirmi yıldır özel eczaneler kan kaybetti. Savon, Ralphs, Wall Mart, Target gibi süpermarketler bünyesinde ilaç satımı dengeleri değiştirdi. Bağımsız eczaneler etnik gruplara hitaben ya da başka özel konumları sayesinde iş yapar durumdalar.

“ABD’de ilaç kullanımı bilinçli mi?” diye sorduğumda ise, “Ne yazık ki bilinçli olmuyor. O nedenle market eczacılığından ise bağımsız eczanelere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum” dedi ve ekledi: “Çok hasta, yanlış ilaç kullanımı ya da ilaçların yan etkisini bilmediklerinden problem yaşıyorlar. Hatta ilacını yarıda kesen kesim de azımsanmayacak kadar var. Hastanın ilacını alıp almadığını kontrol eden eczacıların konumu çok önemli. Peki, bir market zinciri bünyesinde görev alan eczacıya hükümet veya sağlık sigorta şirketi ek ücret verebilir mi? Tabii ki hayır. Demek istediğim, hastanın bakım maliyeti, eczacının zaman ve emeğinin mali karşılığını direk eczacının kendisine verirseniz, o meslektaşımızı işini daha iyi yapma konusunda yönlendirmiş olursunuz. Yani hizmetinin karşılığından ise performansına göre ödeme yapmak işe yarayacaktır.”

Eczacıların işlettiği özel kliniklerin hastalar için daha avantajlı olduğunu söylüyorsunuz yani, yanılıyor muyum?

Hayır yanılmıyorsunuz. Hatta bir avantajı da, hastaların koydukları tedavi hedeflerine ulaşmalarında yardımcı olmaları. (Özellikle şeker ve yüksek tansiyon hastalarında)
Bizim mezunlarımızdan biri bu hedefleri Los Angeles’taki ofisinden düzenli olarak kontrol ediyor ve bu süreçte sorun yaşadığını gözlemlediği hastalar ile kontağa geçerek yardımcı oluyor.”

Peki, Kaiser gibi büyük sigorta kuruluşlarına bağlı eczaneler hakkında fikriniz nedir? 

Kaiser gibi büyük sigorta kuruluşları, aldıkları aylık ödemeler karşılığı üyelerinin tüm sağlık harcamalarını karşılamakla yükümlüler ve bu da üyelerin sağlıklı tutulmaları konusunda şirketleri teşvik eden ana faktör. Burada kendi bünyeleri içindeki eczanelerin üyelerin ilaç tüketim kayıtlarına ulaşabilmeleri önemli.

Obama’nın sağlık reformu bu konuya da el atacak mı dersiniz? 

Umut edelim… Sağlık reformu ile Obama’nın yapmak istediği şeylerden bir tanesi de hastaların kayıtlarına ulaşmanın kolaylaştırılmasıydı. Ama büyük şirketler dışında, taraflar bunu yapmaya yönlendirecek teşviklerden yoksunlar.

Dr. McCombs ile görüşmem sonrası, yakından tanıdığım, işini ne derece titizlikle yaptığını çok iyi bildiğim, özetle çok saydığım bir isim ile de Türkiye’deki sağlık sistemi ve tartışılan market eczacılığı üzerine konuştuk. O isim Haluk Yalçın. Kayseri’nin Develi İlçesinde 35 yıldır hizmet veren  bir eczacı kendisi.

haluk_yalcin

“Sağlığın asla fiyatı yoktur!”

İlk olarak, “Dünyada üç sektör vahşi ve acımasız sömürü sektörüdür. Emperyalist tüm oyunlar bu üç sektörde oynanıyor. Sınırları, milliyetleri yok” dedi. Yani Silah-Enerji-Sağlık sektörü bahsettiği.

Sağlık sektörünün bir halkasının da eczacılık ve ilaç sanayii olduğunun altını çizen Yalçın, sağlık ve ilaç sektörünün en büyük avantajının tüketicinin tercih ve seçme hakkının olmaması olduğunu belirtti ve ekledi: “Üretici ve onun demir elleri olan doktor ve eczacılar, üreticinin sunduğunu pazarlayan, tüketiciyi kendine göre yönlendiren kendi seçimlerini dikte eden bir sistem. Ayakkabı almak için çarşıya gidince isteğinize göre ayakkabı arar ve bulursanız alırsınız; ama hasta olunca sadece doktorunuzu seçebilirsiniz. Ondan sonra yalnız onun direktiflerini ve tercihlerini yapmak durumundasınız. Sizin hiçbir tercih hakkınız yoktur. Eczacı da ara kişi olarak doktorun tercihini size sunar. Onun da tercih hakkı yoktur. İşte tüketicinin bu çaresizliği acımasızca sömürülmektedir. Yani, en üstteki yöneticinin aldığı bir karar dünyanın bir ucundaki zavallı bir tüketicinin canını yakabiliyor ve bedel aynen üreticiye ödenebiliyor. Dolayısıyla tıp ve ilaç sektöründe tröstler oluşuyor ve çark hızla dönüyor. Asıl beslenme kaynakları gelişmemiş ülkeler ve toplumlar; çünkü bu toplumların sağlıksız insanları her geçen gün tıp ve ilaca daha bağımlı hale geliyor. Gelişmiş toplum insanları da kendi yarattıkları teknolojinin kurbanları olarak bağımlı hale geliyor. Görüldüğü üzere gelişmiş de olsa gelişmemiş de olsa bu sektöre bağımlı, seçme hakkı olmayan tüketiciler çığ gibi büyüyor.”

Türkiye? 

Türkiye de bu çarkın bir dişlisi olarak sisteme hizmet ediyor. Tabii sistemin maşası olarak bizler de. Zaten dışa bağımlı bir ülke olarak başka tercih hakkımız da yok. Bu konudaki bağımlılğımız uygulanan yanlış sağlık politikaları ve basiretsiz yönetimler sayesinde daha da arttı. Biz zaten bu kavgayı Büyük Atatürk’ün sanayileşme hedefleri içinde ki Afyon Karahisar afyon (opium) alkoloidleri fabrikasının ABD ve Avrupa menşeli firmaların baskısı ile kapatılmasıyla kaybettik. Rahmetli Bülent Ecevit’in kapatmamak için verdiği mücadele kendi iktidarını kaybetmesine sebep oldu. Afyon üreticisi çiftçiler yıllarca bu ürünün getirisinden yoksun kaldı. Doğal afyon ürünleri, yerini sentetik ağrı kesici ve narkotiklere bıraktı.

Eczacılıkta 36. yılını yaşayan Yalçın, “İnsanın insan olarak görüldüğü günlerden, insanın tüketici olarak görüldüğü bu günlere geldim. Çağın hastalığı global emperyalizm, sağlık sistemini ve insanı da çarkları arasına aldı. Yeni sağlık politikaları üretiyoruz sözleri ile ülkemizi de çarkın içine itiyorlar. Tabanı tanımayan, ülke gerçeklerine yabancı üst düzey yöneticilerin ve politikacıların, “Ben yaptım, oldu” anlayışı ile yaptıkları manevralar maalesef tüketimi çılgınca artırıyor, bilinçsiz ve dışa bağımlı bir sağlık sistemi oluşturuyor” diyerek sözlerine devam etti…

Nedenini sorduğumda ise, cevabı netti: “Toplumun eğitim düzeyi herşeyden önce böyle bir sistemi kaldıracak düzeyde değil. Daha önce de belirttiğim gibi tercih hakkı olmayan tüketicinin yanında bir de okuma-yazma bilmeyen, derdini bile anlatmaktan aciz tüketicinin bu sisteme adapte olması imkansız. Dolayısıyla suistimale daha müsait bir sistem, bu tür tüketiciler üzerinden vahşice çarklarını döndürecektir. Sistem tüketimi çılgınca körüklüyor. Bunun adını da, “sağlık hizmetine ve ilaca kolay ulaşım olarak lanse ediyorlar. Halbuki kanaatimce bu ülke insanının esas ihtiyacı koruyucu hekimlik, hijyen ve sağlıklı yaşam eğitimidir. Bunlardan bihaber insanlara basit bir grip rahatsızlığında bile 3.cü kuşak antibiotik yazarak ilaç sektöründen nemalanan doktor ve eczacılar sömürüye çanak tutabiliyorlar.”

“Biz hem market hem de devlet eczacılığı yapıyoruz”

İlaç dağıtım sistemi ne durumda?

Benim kanaatimce ilaç dağıtım sisteminde de bir tröstleşme süreci başladı. Şu anda dağıtım konusunda iki firma Hedef ve Selçuk grubu piyasaya hakim. Şimdilik eczanelere pek zarar vermiyorlar; ancak gelecekte kapanacak eczanelerin boşluğunu bu iki grup dolduracak; özellikle Hedef grubu başbakanın hanımı ile çok yakın ekonomik ilişki içinde. Medicana Hospital sağlık grubu olarak birlikteler. Hastane kurup pazarlamasını yapıyorlar. Şimdiden 4 adet hastaneleri var… Sistemin ilacı ucuzlatıp devlete maliyetini azaltacaklarını iddia ettiler. Sözde eski SSK sistemi açık veriyordu ve bunu önlemek için SGK sistemine geçildi. Ancak işin özü öyle değildi. SSK sistemi ilaçtan dolayı değil, sağlık ürünleri ve tıbbi malzemeden dolayı açık veriyordu. Çünkü devlet ilacı ihale ile yerli firmalardan 1/10 fiyata alıyordu. Mesela Lincosin Amp 1300TL iken 130 TL’ye ihale ile alıyordu… Halbuki şimdi kurum indirimi adı altında ortalama yüzde 25 indirimle alıyor… Yerli ilaçta 5.00 TL olan ilacın depocu fiyatı 3.70 TL’dir. Yüzde 4 kurum indirimi yaparak 3.55 TL oluyor.

Yani bu sizin devlete satış fiyatınız mı oluyor?

Aynen öyle, yani devlete Avamigran isimli bu ilacı biz 3.55 e veriyoruz. Vatandaşa ise ücretli satarken 5.00 TL ye satıyoruz. Gördüğün gibi, iki ayrı fiyat var. Dolayısıyla ne oluyor? ABD’deki market sistemi ortaya çıkıyor… Vatandaşa ayrı, devlete ayrı fiyat. Yani biz hem market eczacılığı hem devlet eczacılığı yapıyoruz. Devlet kendine ucuza mal olduğunu iddia ediyor ama işin özünde zararı yine vatandaş görüyor. Çünkü yüzde 20 katılım payı ve muayene ücreti ile para yine vatandaştan çıkıyor.

Nasıl?

Sistemde doktorlar polifarmasi tedavi uyguluyor. Çünkü yetersiz bir tip eğitimi almış pratisyen doktorlar basit bir soğuk algınlığı için bile 4 kalem ilaç yazıyor. Çünkü hastalığın teşhisini yapamıyor… Yapamaz… Kapıda 100 hasta bekliyor. 6 saatte o 100 hastaya bakmalı ki maaşı yükselsin… SGK sistemi doktorlara “performans” diye bir ucube yarattı. Performansın ne kadar yüksekse o kadar maaşınız artıyor; o doktorda 5 dakikada 5 hastaya reçete yazıyor… Dikkat et muayene ediyor demiyorum… Hastanın istediği bir aspirini bile yazsa maaşı artıyor. Devlet muayene ücreti alıyor, hasta da istediği an doktora ulaşıyor… Hatta doktora kafa bile tutuyor… Yani herkes memnun…

Eczacılar? 

Onlar da hemen sisteme reçeteye yükleyip 75 gün sonraki alacağını garantiliyor… Firmalarda sürümü artırmak için devamlı tüketimi pompalıyor… Yani alan memnun satan memnun… Batan ülke ekonomisi… Sat sat bitmiyor… Fabrikalar, limanlar, barajlar, telefon, araziler, arsalar… Sat gitsin… Sattıklarımız ülke borcunun faizini bile karşılamıyor. Esnaf BAĞ-KUR primini yatıramıyor… Dolayısıyla sağlık sisteminden faydalanamıyor. Sigortalı işçi işsiz kalıyor, faydalanamıyor. Ne oldu tekrar başa döndük.

Peki ya sağlık güvencesi olanlar? 

Onlar da güvencelerini kaybediyor. Sağlık primleri azaldığı için sistem tekrar açık veriyor. Tekrar bütçeden takviye yapılıyor… Yine ülkenin bir zenginliği satılıp açık kapatılıyor… Tabii, ilaç sektörü ve sağlık sektörü için önemli olan gelsin paralar, ülke tükenmiş önemli mi!!!

Peki, tüketimi tetikleyen esas sorun ne?

Sisteme yüklenme yaptıkça sorunlarımız büyüyor. Tüketimi tetikleyen esas sorun mal fazlası sisteminin varlığı. Bir ilaçtan 10 tane sipariş verirsen 1 tane mal fazlası veriliyor,30 tane olursa 5 mal fazlası, 50 tane olursa 10 mal fazlası gibi… Sayı arttıkça mal fazlası artıyor. Bazen aynı ilacı üreten 3-5 firma bu mal fazlası olayını daha da artırıyorlar. Öyle oluyorki 10 taneye, 15 tane mal fazlası veriliyor. Tabii ilacın sürümünü sağlamak içinde doktorlara promosyonlar artıyor. Antalya’da tatil, Uzakdoğu seyahati gibi… Mesela bu hafta 5 Viagra Tbl alana 5 tane bedava veriliyor… Etiket fiatı 80,82 TL. dolayısıyla 5+5 olunca 40.42 TL’ye gelmiş oluyor…

Yani, elden reçetesiz 50 TL’ye de satsanız para kazanıyorsunuz. Bu eczacıların hoşuna gidecek bir sistem değil mi?

Tabii, bu eczacının işine geliyor ama işin diğer yüzü farklı. Mal fazlaları bize faturada yüzde 100 kar gözüküyor. Çünkü maliyet yok… Fabrikada yüzde 100 zarar gösteriyor; çünkü bedelsiz veriyor. Yani firma vergi kaçırıyor, biz de maşa olarak kaçırmış oluyoruz… Maliye Bakanlığı da göz yumuyor…

Neden? 

Çünkü istatistiki bilgilere göre Türkiye’de ilaç tüketimi AB Topluluğu standardına yaklaşıyor ve AB’ye layık olduğumuzu ispatlıyoruz. İlaç sanayiini ayakta tutuyoruz… Neyin bedeli olarak? Bedel İnsan… Tüketim pompalanıyor… Tabii bu arada sağlık sektörü ve özel hastanelerde koskoca İngiltere Krallığı’ndaki sayıdan fazla tomografi cihazı sırf Ankara’da var. MR, sintigrafi, mamografi, tomografi gibi cihazlar gerekli gereksiz insanlarda deneniyor; çünkü sistem bunlardan büyük karlar elde ediyor. İshal olsan tomografiye yolluyorlar. İnsanın uğradığı ışın ve elektrik bombardımanı ve onun verdiği zarar önemli değil. Çünkü koyun gibi bir toplum olduk. Nereye iteleseler oraya gidiyoruz. Hiçbir şeyi sorgulamıyoruz. Çünkü büyüklerimiz düşünmemizi ve kafa yormamızı istemiyorlar. Kendileri maduru oynadıkları için toplumu da düşünmeyen ve yönetilen madur ve fakir toplum yaratmaya çalışıyorlar. Çünkü onları yönetmek daha kolay. Eve bir ton kömür… 5 paket makarna gönderdin mi oylar cukkaya. Kimi viskisine buz arıyor…Kimi ekmeğine tuz arıyor; öyle bir toplum yarattık…

Yalçın’ın son olarak dile getirdikleri de dikkate değer: “Bir şeye ne kadar kolay ve ucuz ulaşılırsa o şeyin değeri ve cazibesi kaybolur. Bence sağlığın asla fiyatı yoktur. Devlet veya sistem sağlığın değerini asla fiyat ile değerlendirmemelidir. Hasta olup ilaç alma yollarını öğretmek yerine, insanlara hasta olmamanın yolları öğretilmelidir. Maalesef şu anda Sağlık Bakanlığı tam tersini uyguluyor.”

Türkiye’de eczacılık mesleğinin yakın zamanlı sorunlarını, İzmir’de on beş yıl boyunca hastahanede görev yapmış, son beş yıldır da özel eczanesinde hizmet veren Nazan Eryeşil ile de konuştuk…

nazan_eryesil

“Türkiye’de eczacılık sadece ilaç vermekle sınırlı değil” 

Eryeşil, “Eczacılık mesleğinin sorunları son yıllarda iyice arttı. Düşen kar oranları bir tarafa bizim en çok madur olduğumuz konu değişen fiyat ve kurum iskontoları ve bunların bize maliyeti. Düşünün elinizde 30 bin TL’lik mal var, bir sabah kalktığınızda bu 28 bin TL’ye, bir başka sabah daha aşağılara düşebiliyor ve bunun firmalar veya devlet tarafından karşılanma durumu yok gibi. Sadece son günlerde alınanlar bazen karşılanıyor.(biz devlete ilacı normalden daha ucuza veriyoruz buna kurum iskontosu deniyor ve bu iskonto devlet tarafında bazı ilaçlarda zamansız değiştiriliyor)bir başka sorun da sürekli değişen mevzuatlar ve muayene ücretleri. Hiç alakamız olmamasına rağmen özellikle çalışanların muayene paralarının tamamını biz devlet adına topluyoruz ve halkla karşı karşıya geliyoruz” dedi.

Market eczaneler hakkında görüşünü sorduğumda ise, “Türkiye’de olması imkansız bir sistem. Dünyada da tutmamış” dedi ve uyardı: “Türkiye’de, bilinçsiz ilaç tüketiminin bu kadar yüksek olduğu bir yerde, çok tehlikeli.” Eryeşil, Amerika’da birkaç kez bulunmuş ve de bu sistemin ABD’de olduğunun ama eczacıya reçete başı meslek hakkı verildiğinin altını çizdi: “Hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde de böyle, tabii biz de bunlar düşünülmez.”

Sizce bu uygulamalarda amaç ne? 

Sadece maliyeti düşürmek, halk sağlığı açısından bir düşünce olmadığını düşünüyorum.

Tabii ki, “ABD’de eczanelerde uygulanan “iki sınıf sistemi”nin Türkiye’de uygulanmasını istemenin altında ne var?” sorusunu İstanbul Eczacı Odası Başkanı Eczacı Semih Güngör’e de sordum…

semih_gungor

“Türkiye’de, eczacılık mesleği çok ciddi bir tehdit altındadır”

Güngör: “Türkiye ilaç pazarı hızla büyüyen bir pazar ve bu pazar sermayenin iştahını kabartıyor. Diğer yanda ise giderek artan ilaç tüketimi devletin sağlık harcamalarında en büyük gider kalemini oluşturuyor ve bütçe açıkları oluşmasına neden oluyor. Sosyal Güvenlik Kurumları her yıl birçok ilacı ödeme listesinden çıkararak bu alandaki harcamaları kısmaya çalışıyor. Ödeme listelerinden çıkan ilaçların fiyatları serbest bırakıldığı için (ülkemizde ilacın fiyatı belirlenirken beş Avrupa ülkesinin o ilaç için belirlenmiş fiyatının avro cinsinden ortalaması alınıyor ve ortaya çıkan rakam o ilacın fiyatı oluyor) hızla artıyor. Bu ilaçların genelde büyük kısmı halk tarafından yakından tanınan,sık kullanılan ve hekimler tarafından da sürekli reçetelere yazılan ürünler (ağrı kesiciler, vitaminler, mide ilaçları, gargaralar, burun damlaları, dermatoloji ilaçları) olduğundan vatandaş tarafından parası cebinden verilerek alınıyor. Bu ilaçların reklam yönetmeliğinde yapılan değişiklikler ile dönem dönem reklam ve tanıtımı yapılarak çok daha fazla tüketilmesi hedefleniyor” dedi.

Siz bu reklam yönetmeliklerine dava açmıştınız, değil mi?

Evet, İstanbul Eczacı Odası olarak bu yönetmeliklere hemen dava açtığımız ve yürütmeleri durdurduğumuz için reçetesiz ilaçların reklamını yapmalarına izin vermiyoruz. Ulkemizde yürürlükte olan yasalar ilaç reklam ve tanıtımı yasakladığı için çok uzun süreli olarak bu tür yönetmeliklerle bu grup ilaçların reklamını yapmak mümkün olamıyor.

Radyo Televizyon Üst Kurumu, reklam yasasında yapılacak yeni düzenleme ile Türkiye’de reçetesiz ilaçların reklam ve tanıtımının yapılmasının önünün açılacağı açıklandı. Nedir amaç?

Şimdi yönetmeliklerle uygulatamadıkları ilaçta reklamı, yapılacak yasal düzenleme ile kalıcı olarak hayata geçirmeye çalışıyorlar. Ülkemiz insanı her alanda yapılan reklam ve tanıtımdan çok çabuk etkilendiği için, ilaçta yapılan tanıtım ve reklamdan da etkilenmemesi mümkün olamayacağından reçetesiz ilaçların tüketiminde çok hızlı bir artış yaşanacaktır.

OTC uygulamasının yaygınlaşmasının gündeme gelmesi, bu tür ilaçların üretiminde veye ithal edilmesinde bir artış yaşanmasına neden oldu mu sizce?

Tabii ki oldu. Ayrıca, Boyner gibi yerli alışveriş zincirlerinin önde gelen isimleri bu merkezlerde eczaneler de açacaklarını basına verdikleri demeçlerde açıkladılar. Yine Avrupadan gelen ve özellikle Ankara, İzmir başta olmak üzere pek çok ilde market zincirleri kurmayı amaçlayan yatırımcılar paydaşları ile yaptıkları toplantılarda ülkemizde yapacakları yatırımlarda eczane hizmeti verecekleri ve bu konudaki gerekli düzenlemelerin yakında tamamlanacağını açık açık anlatabiliyorlar. OTC yasasının ayak sesleri çok yakından duyulmaya başlandı.

Bütün bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

İki açıdan son derece önemli ve tehlikeli buluyorum… Ülkemizde ilacın eczane dışına çıkması vatandaşımız açısından büyük bir halk sağlığı sorunu yaşanmasına neden olacaktır. Vatandaşın yakından tanıdığı pek çok ilaca elini kolunu sallaya sallaya hekim tavsiyesi ve eczacı bilgilendirmesi olmadan ulaşabilmesi, eş dost tavsiyesi ile ilaç tüketen bir toplum olduğumuz gerçeğinide değerlendirdiğinizde yanlış kullanım veya doz aşımı nedeniyle çok ciddi sağlık sorunları ile karşılaşmasına neden olacaktır. Çok yakın süreçte reklamla pompalanan zayıflama ilaçlarının yanlış kullanılması nedeniyle yaşanan ağır hastalıklar ve hayat kayıpları bu sağlık sorunları için bir örnektir.
Diğer yanda reçetesiz ilaçların eczane dışına çıkması son dönemde yaşanan fiyat düşüşleri nedeniyle çok büyük ekonomik sorunlar yaşayan eczacılarımızdan pek çoğunun kısa süre içerisinde iflas etmesine ve eczanelerinin kapanmasına neden olacaktır. Ülkenin dört bir yanında 24 bin eczaneden hizmet alan vatandaşlarımız hızla kapanacak pek çok eczane nedeniyle (bu eczanelerin büyük kısmı köy,kasaba ve mahallelerdeki küçük halk eczaneleri olacaktır) ilaca ulaşmada zorluk çekecek ve dahada kötüsü kar hırsı ile açılacak olan ve hastayı tüketici, ilacı mal olarak gören bir yeni anlayışın elinde perişan olacaklardır. Ülkemizde paran kadar sağlık anlayışını hakim kılan AKP Hükümeti böyle gider ve müdahale edilmezse ülkemizde paran kadar ilaç hizmeti anlayışını da hayata geçirecektir.

Güngör, son olarak, “Bir ülkenin Başbakanı ilacın eczane dışına çıkarılması için önümüzdeki günlerde gerekli yasal düzenlemeleri hayata geçireceğiz diyebiliyorsa ve daha da ileri giderek eczane alanını rekabete açacağız ve tekel yapıları ortadan kaldıracağız iddaasında bulunuyorsa o ülkede eczacılık mesleği çok ciddi bir tehdit altındadır” diyerek konunun ciddiyetinin altını çizdi ve ekledi: “Aslında mesleğimiz son on yıldır Başbakanın dile getirdiği tehditlerin benzeri pek çok tehditle karşıkarşıya kaldı. Uluslararası ve yerli sermaye grupları ilaç alanında hizmet vermek için dönem dönem hükümetler üzerinde baskı kurarak ya da uluslararası ilişkileri kullanarak gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi için girişimlerde bulundular ama pes etmedik, etmeyeceğiz. Tüm bu nedenlerden ötürü, 9 Mayıs 2010 Pazar günü İstanbul, Kocaeli, Bursa, Zonguldak, Diyarbakır, Amasya Eczacı Odaları, İstanbul Kadıköy’de düzenleyecekleri ve binlerce eczacının katılacağı mitingde, bu gidişe dur diyecekler ve eczacılık mesleğine göz dikenlere, “mesleğimden elini çek” diye yüksek sesle haykıracaklar. Bu miting aynı zamanda ilaca ulaşmada çok büyük sorunlar yaşayacak vatandaşlarımız içinde önemli bir uyarı olacak”

 

(Turkish Journal)

Become a patron at Patreon!