“Yarınlar bizim!…”

Bu babalar gününde, babamla hatıralar yolculuğu… 

Yılı tam kestiremiyorum ama babama dair belleğimde yer eden ilk görüntü, lojmanda kaloriferin kenarında, camdan dışarı bakarken, bana yoğurt yedirdiği andan. Onun deyişiyle, yoldan geçen arabaları izlerken, arabalara “et et et” diye atıldığım yaşlar.  Arabalara “et” diyen, çok da yaratıcı olmayan bebek beni, babamın hatırladığı ilk sahne ise  malum, doktorların “Öz bebek doğdu, müjde!” diyerek beni onun kollarına verdiği an. (Çok över bebek halimi, bu bölümü kısa keseyim.)

Yazları anneannem ve dedemle Bünyan’da kaldığım dönemlerde, haftasonu geldiğinde otobüs yolu bekleyen benim ve sevinçle kucağına atladığım canım babamın hikayesinden kısa bir kesit bu.

1943’te Çankırı’nın Kurşunlu ilçesinde doğmuş. Annesi, daha babam ortaokuldayken felç geçirmiş ve kısa süre sonra ölmüş. Daha lise yaşındayken babasını tren kazasında kaybetmiş, ne acıdır ki abisi de tren kazası sonucu ölmüş. Üç ablası memlekette hayat kurmuş, babam ortaokuldan beri yatılı okuduğu Ankara’ya yerleşmiş. Teknik resim bölümünde yetenekli bir öğrenci olduğu için Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesinde okuması için teklif gelmiş; ama babası, “seni İstanbul’da okutamam” dediği için, Ankara’da o dönem Alman Okulu diye bilinen İnşaat Yüksek Okuluna girmiş. Bir yandan okurken, bir yandan da devlet memurluğu başlamış.  Tiyatro izlemeye meraklı, gezip görmeyi seven yaşam dolu biri. Parasız pulsuz yıllarda, küçücük yaşında bir futbol takımının top taşıyıcısı olarak yurt dışına çıkmayı becerecek kadar da girişken.

Bir yandan hayatı yakalamaya çalışarak, bir yandan da abisinin çocuklarına babalık yaparak geçmiş yıllar. 1977 mühim tarih. Evet, annemle tanışma ve evlilik. Ankara’ya yerleşme. Bir süre sonra da anneannem ve dedeme yakın olayım diye  Kayseri’ye taşınma. O gün bugündür de bir Tarla’nın değil, Bünyan’ın eniştesi: Tahir Öz. Sol görüşlü biri olarak, Kayseri gibi bir şehire bir  devlet memuru olarak ayak uydurmaya çalışması uzun sürmüş ama  Ecevit’in mitinglerini şapka, gözlükle de olsa takip edebilmiş, devlet memuru psikolojisinin ağır hissiyatına arada yenilse de pek pes etmemiş. O gün bugündür de kendisini sosyal demokrat olarak nitelendirir. Darbe dönemine dair anıları bir başka yazıda anarız belki.

Çocukluğumdaki baba hissiyatına dönersek, dolmuşlarda ellerine bakıp bakıp, “babamın elleri herkesin ellerinden daha güzel” diye düşündüğüm, benim dünyamın en güçlü, en yakışıklısıydı. Ufacık yaşımda, Beşiktaş’ın ilk onbirini ezberlemem, futbolcu Metin’e aşık olmam hep onun yüzündendi. Koltukların üstünde gol sevinci yaşadığım, ancak kız tavlasında yenebildiğim, piştide hile yapmasına izin verdiğim, bulmacayı hala onun kadar iyi çözemediğim, bana yüzmeyi öğreten, voleybol oynamam için emek sarfeden, okul ve klüp maçlarımızın vazgeçilmez seyircisiydi. Varlık Dergisi ile tanışmamı, edebiyat sevgisi aşıladığını, tiyatro izlemem konusundaki ısrarını altını çize çize anlatmalı aslında. Çok şanslıyım. Bir yere giderken bavula konulacakların listesini günler öncesinden hazırlamayı, randevum varsa buluşma yerine on dakika öncesinden varmayı da o öğretti bana.

Haftada bir mutlaka pastahane kaçamağımızın olduğu, alışverişte kavga dövüş isteklerimi kırmayan dostum babamla hiç mi anlaşamadığımız olmadı? Olmaz mı… İlk anlaşamadığımız konu, benim lisede sosyal bölümü öğrencisi olmam sanırım. O kızının mimar olmasını çok istedi, ama gelin görün ki kızı sayısal işlere o kadar kabiliyetli değildi. Birçok arkadaşım karnesinde zayıfla eve gider, babaları “canın sağ olsun” der. Ben eve takdir alıp giderdim, babam, “bu derslerden takdir almasan ayıp” der, “biz senin zamanında”… diye muhabbeti ciddileştirirdi.

Arada odama gelir, şöyle bir göz atardı, “vay be! Benim hiç böyle kendime özel odam olmadı, çok şanslısın…” derdi. Arada herhangi bir konuda naz yaptığımda, “bir kardeşin olsa da görseydin hayat bu kadar kolay olacak mıydı sana bakalım?” diye takılırdı. Şımarma lüksüm ise hiç olmadı; çünkü babamın replik hep aynıydı: “Ya hanım, biz bu kızı koleje göndermekle hata ettik, bir eli yağda bir eli balda bu çocukların, şartları zorlamayı öğrenmeyecek diye korkuyorum.”
Yazları Köy Hizmetleri’nin kamplarına giderdik. Benden yaşça küçük çocuklar dilediklerince kumsalda zaman geçirirken, benim babam gece oniki olunca ışığın altında belirirdi: “Işıl, derhal odaya…” Hoş yıllar sonra bu kontrollerin arkasında annemin olduğunu idrak ettim ama onca yıl karşı karşıya kaldığım babamdı. İyi de bir eştir, annemin bir sözüne beni çok kez satmıştır kendisi.

Eften püften şeyler için iddialı tartıştığım tek insandı babam, çünkü ondan başka kimse benim damarıma basmayı bu kadar güzel başarabilmiş değildi. 16 yaşlarındaki beni çileden çıkardığı anları anmayalım, malum babalar günü yazısı bu. Biraz daha övgü: Sabah annem okula erken gittiği için kahvaltımızı hazırlayan, beni kar kış demeden okula mutlaka kendi bırakan, oradan servisle işine giden, arada okul çıkışı bir ağaç ya da direk arkasından beni takip ettiğini bildiğim, erkek arkadaş konularında anlayışsız olmayan, arkadaşlarımla tanışmaktan çekinmeyen; ama gerektiğinde onlara gözdağı verme konusunda iddialı olan bir can yoldaşıydı.

Buraya geldikten sonra okul sonrası harçlığımı çıkarmak için bir yerde çalışmaya başlamış ve de ilk kazandığım para ile ona bir çift ayakkabı yollamıştım. O çift ayakkabıyı hala eskimesin diye özenle kullanıyor ve de paketi aldığı günü hala gözleri dolarak anlatıyor.

Eskiden birçok konuda tartışırken, “şimdi çok toysun, yıllar geçince beni daha iyi anlayacaksın” derdi. Sanırım o yıllar geçti ve ben babamı, öğütlerini şimdi çok daha iyi anlıyorum. Dünyada en yakın olduğu insan olduğumu biliyorum ve yaşadığı onca zorluklara rağmen güçlü bir aile kurduğu için de önünde eğiliyorum. Uzun zamandır daraldıkça, onun sıkça kullandığı repliğe sığınıyorum: “Aman ya atla deve değil ya, aşılır…”

Biliyorum ki çok özlüyor beni, benimle kavga etmeyi, bana ekmek arası tere ikram etmeyi, dışarı çıkıp bana keşkül ısmarlamayı, alakasız müziklerde benimle dans etmeyi… Ama o da biliyor ki, yarınlar bizim!!! Dünyanın bir ucunda bile olsam ansızın gelebilir!!!

(Turkish Journal) 

Become a patron at Patreon!