Sene: 2000 | Türk, Yunan sinemacılar ve biz Ürgüp’te

39506674_10156718299261942_217893311652823040_n

Her şey, Kayseri Sivas Caddesi Uzay Sitesi’ndeki evde, bir koltukta uzanan ben ve diğer koltukta oturan Meltem’in bakışması ile başladı. Elimizdeki sinema dergisi ile haşır neşir olurken karşımıza çıkan “Ankara Sinema Derneği, Kültür Bakanlığı ve Ürgüp Belediyesi işbirliğiyle Ürgüp’te Yunanlı ve Türk sinemacıları buluşacak” haberi ve fırıldayan gözler.

Aramızda geçen kısa diyalog:

Meltem: Gider miyiz?

Işıl: Gideriz ama annemi ikna etmem zor. Hmmm! Banu’nun bağa gidiyoruz saysınlar.

Meltem: Tabii ya, Banu’nun bağ. Nasıl gideceğiz?

Işıl: Ozan’ı arayayım, belki yardımcı olmak ister. – Alo Ozan, yarın Ürgüp’e gider miyiz? Kamp kurar mıyız? Yeterli uyku tulumu var mı cancağızım?

Ozan: Bir tane uyku tulumu var, “bize uyar, battaniye filan takılırız” derseniz gidelim.

Işıl: Tamam, sabah sekizde buluşalım.

Akşam, Türkan Teyzem’in uyuması ile hareketlenen biz, yeni alınan yataklı kanepe ile iki saat boğuştuktan sonra, bir çuvalımız eksik, yatağı gülme krizi şeklinde paketleyip yola hazırız. Şahit: Özlem; iç sesi: Manyak bunlar.

Sabah sekiz: Asansörde kimseyle karşılaşmayalım telaşı ve Ozan ile göz göze gelme.

Ozan: Bu ne?

Işıl: Yatak

Ozan: Manyak mısınız? Sığmaz bu arabaya.

Işıl: Sığar sığar, bak şöyle.

Gülmeler, muhabbet, festival heyecanı derken ilk filmdeyiz. Cebimizde üç günü geçirebilecek bir para yok. Bir günlük anca. Ama film sevdalısıyız biz, aç da gezeriz, yeri gelir susuz da kalırız. Çok fenalaşırsak benim öğrenci kredisi var, babam nasılsa her gün bakmıyordur banka kayıtlarına değil mi ama. İlk gün filmleri bitti, sinemacılarla kaynaştık. Akşam onlar neredeyse biz de oradayız. Ürgüp’ün şahane bir mekanında yemekte buluşulacak. Benim üstümde pembe bir polar, Ozan fermuarla canı isteyince şort canı isteyince pantolon olan şıklığı ile bir sihirbaz, (o zamanlar çok az insanda var o pantolondan, havalar havalar) Meltem de kapşonlu modda. Mekana yaklaşırken geçen diyaloglar:

Ozan: Işıl, nereye gittiğimizin farkında mısın? Şu kıyafetlerimize bak. İki kuruş para var zaten, gece bulaşık bizde.

Meltem: Ozancığım sıkılma bu kadar, takıl bize.

Işıl: Ya bugün yemedik, harcamadık parayı ne gün harcayacağız. Bu kadar temkin başa bela, gel sen.

Hoop kapıdayız. Amanın kapatmışlar mekanı. Arkada folklor ekibi, solda müthiş bir kalabalık. Sağdan sağdan yürürken bizi gören ekipten birkaç kişi ile el sallamalar ve bir anda masada bize yer açılması. Hay allah pek ortama göre giyinmemişiz ama kibarlığı, iki kadeh rakıdan sonra ortamın sıcaklığı ve yıllardır tanışıyormuşuz biz hissi.

Masamızdakileri tanıyalım: En sağda Hamdi Abi, TRT’den. Onun yanında Emre, o vakitler Genco Erkal’ın danışmanı, sırayla Meltem ve Tuncel Kurtiz. Tuncel Kurtiz’in karşısında Ozan, onun yanında ben, benim yanımda yine TRT’den bir ablamız. Gecenin ilerleyen dakikalarında yan masada beliren çakma Kadir İnanır ve gözünü benden ayırmama hadisesi. Masaya çıkan Işıl Özgentürk’ün dans ederken ne kadar da tatlı olması, “rakı bir insana bu kadar mı yakışır” dedirten Tuncel Kurtiz’in sandalyeden uçması ve Meltem’in yakalaması ile – Aman! Tuncel Abi efekti.

Yemeler, içmeler, muhabbet ve o gece kimsenin cebinden beş kuruş çıkmamasının şaşkınlığı ile çadıra ulaşan biz. Meltem ve ben izlediğimiz filmleri, günü, birbirimize özetlerken ve gülme krizlerimiz sonucu yan çadırdan uyarı alırken, Ozan’ın biraz yalnız kalması, belki de bizim çok şımarmamız. Sabah, Ozan’ın, “babaannem rahatsızlanmış, ben dönüyorum” demesi ile planların değişmesi. Ozan’ın gitmesi demek çadır demek, araba demek, ama aslında macera demekmiş. Ozan, “Geliyor musunuz” diye sordu önce. “Yok” dedik. Onca film, Tuncel Kurtiz, Hamdi Abi bırakılır mıydı? Sarıldık, yolcu ettik arkadaşımızı. İki kafadar o günkü filmlere attık kendimizi. O gece nerede kalacağımızı seçmek lazımdı tabii. Kaç paramız vardı? Bir gecelik otel, yol ve bir bira parası.

Sun Pansiyon’u kestirdik gözümüze. Sahibi Belkıs Teyze. Tanıştık, kaynaştık, bizi kabul etti mekanına. “Gece 12’yi aşmayın” dedi, “meraklandırmayın beni.” İki hanım kız olan biz, “ne demek” dedik, “filmimizi izler bir bira içer odamıza geliriz.” Ama işte bazı günler çok tatlı. Akşam filmlerini bitirdik, çantadaki bisküvileri öğün yaptık ve “son gecemizi bira ile sonlandıralım” dedik. Girdik bizim ünlü bara, o da ne? Hamdi Abi el sallıyor uzaktan: – Kızlaaaarrr, neredesiniz ya? Sizin için baklava ayırdık, şaraplar şurada.

Bizim sinemacılar barı kapatmış mı sayın seyirciler, istesek bu kadarı olmaz mıymış. “Vay Hamdi Abim ya, takılalım o zaman, hoop gelsin şaraplar.” “Yorgo Seferis’in Millet Hanı’nın duvarına asılan rölyefi için tören vardı, size baktık, yoktunuz” diyenler (Bu bilgileri hatırladığım filan yok, o günki gazetelere baktım) kendimizi ekipten gibi hissedip kabarmalarımız. Bardaki çocuğa o zaman bir bira daha ver canım rahatlığı.

Bir gün önce de, Radikal’den bir muhabir bizi yazmış, onu anlatıyor. “Amaaan annemler Milliyet okuyor zaten, doldur şarabı Meltemmm.”

Geceye damga vuran hareket: Drama Belediye Başkanı Margaritis Tzimaş bardan ayrılırken tek tek ellerini sıkıyor festivale emeği geçenlerin. İki yanda biz, iki saniye göz göze gelmeler, ellerin sıkılması. Meltem ile Işıl oldu bir film karakteri. Ne oluyordu, biz çok mühim işler yapmış ve bunu kendimiz dahi bilmiyor muyduk? Gaza gelip el ele tutuşup, “işte bu bizim ortamımız, bundan sonra böyle” diye diye içki şişelerinin dibi. Biri yaklaştı yanıma sonra, “merhaba” dedi, “benim kim olduğumu biliyor musun?” Dedim, “sima yakın geliyor ama çıkaramadım.” Kendisi Muzaffer Hiçdurmaz çıktı mı? Yılmaz Güney anıldı mı? Hey gidi hey. Her şey rüya gibi miydi? Güzel rüyalardan uyanılmasaydı ama saat kaçtı? Sabah üç. Belkıs Teyze’ye kaçta döneceğimize söz vermiştik? En geç gece 12. Salına salına yürümeye çalıştık önce. Merdivenleri elimle çıktığım gecelerden biri. Kapıyı sessizce çaldık. Bize gıcık olsa da ses etmeyen anne kadın Belkıs Teyze, içeri aldı bizi. Odamıza geçtik ama ne gülmek. Sonra Meltem bir torba rica etti. İçince çok kibardır kendisi. Usturupluca çıkardı, ağzını güzelce sildi peçeteye ve peçeteyi de içine attığı torbayı bağlayıp bana emanet etti ve “iyi geceler” dedi. Ne kadar da güzeldi. İçtiğin, çıkardığın insanın bu kadar şeker olması mıydı seni hayata bağlayan Işıııııl Işıl? Ama odada durmamalıydı o torba. Sessizce çıkıp atılmalıydı çöpe. Belki iki saatte yapılan bu hareket takdiri hakediyordu.

Sonra sabah, Belkıs Teyze’nin tatlı yanaklardan fıstık almalar, onu geç vakit uyandırdığımız için özür dilemeler ve o cepte kalan bira parası ile birbirimize hatıra bir şey alalım diye girdiğimiz ilk dükkan.

Gümüşçü Abi: Kızlar merhaba, nerelisiniz?

Işıl: Kayseri ama ben İzmir’deyim artık, Meltem de Eskişehir’de.

Meltem: Film festivali için geldik, çok güzel üç gündü, zaten Ürgüp bizim şehrimiz sayılır, her fırsatta geldiğimiz bir yer.

Abi: Ne güzel, ne güzel. Hangi otelde kaldınız?

Işıl: Sun Pansiyon, aslında arkadaşımızın çadırı ile gelmiştik, o dönmek zorunda kaldı.

(İki taşın arasında Ozan’ın dedikodusunu yapamadık tabii. “Bizden sıkıldı” diyemedik. Şu, bu.)

Abi: Sun Pansiyon mu?

Meltem: Evet, Belkis Teyze diye biri işletiyor, çok tatlıydı, belki duymuşsunuzdur.

Abi, gözü parlayan abi oluverdi, “Belkıs Teyzeniz, benim annem oluyor.”

Biz: Aaa!

Abi: Gelin, size bir çay ısmarlayayım.

Biz: Yok, sağ olun zahmet olmasın.

Abi: Gelin gelin annemin konuğu benim konuğum sayılır. Sizden o gümüşler için de para almayacağım, abinizden bir hediye sayın.

Biz: Yok olmaz, şu parayı bir türlü harcayamadık, ne olur alın.

Abi: Parayı da hatıra saklayın o zaman.

Sarılmalar, teşekkür etmeler… Şu dünyada herkes tanıştığımız sinemacılar gibi olsa, Belkis Teyze ve oğlu gibi olsa. Başımızın üstünde beliren konuşma balonunda “çok şanslıyız ha” deyip kalpler uçuşsa.

Son durak: Otobüs.

Meltem: Kızım, Meydan’a geliyoruz, kapat perdeyi. Bizimkilerden biri görecek.

Katılmaktan konuşamayan Işıl: Aman ya, nasılsa gittik, yaşadık geldik, “Banular bağı Ürgüp’e taşımış” deriz.

Biz üç gün, iki gece sanatla, muhabbetle, güzel insanlarla büyürken, günün bir saatinde olan başka bir durumla bitireyim: Elinde halat tarzı iple sarılmış bir kocaman kanepe içi yatak ile Özlem’in bankaya giden Ozan ve kapıda onu gören görevlinin “Özlem Hanım biri elinde büyük bir yatakla sizi görmek istiyor” demesi sonucu son anda bayılmaktan kurtaran Özlem.

Niye anlattım onca şeyi? Çünkü bazen insan anlatmalı. Dertsiz, tasasız, plansız olmayı özlediğini hatırlatmalı belki kendine, neşeyi hatırlatmalı.

Bakarsınız bir gün, Ankara’daki İsrail Film Festivali anılarımızı da yazarım. Tuncel Abi’nin gümüş ayı ödülünün bir ara bende ne gezdiğini, Kuzunun Gülümseyişi’ni onun yanında izlediğimi, heyecanımı, Sevin Okyay ile o zamanlar tanıştığımızı aktarırım, amanın haber dili saracak birazdan, daha fazla alt çizmeden, ifade etmeden ayrılayım.

Bu yazıyı okuyan size, benzer hikayeleri olanlara, Ürgüp’e, Drama’ya sevgilerimle. Huzurlarınızda, Meltem’e bir sarılayım hatta ve işte günün o festivalden film önerileri: “Nane Likörü”, “İsmail”, “Espiresso”, “Anna’nın Gülümsemesi”, “Venedik’te Günbatımı”, “Amerikanos”, “Küçük Prelüdler”, “Yangın Tatbikatı” ve “Amerika”

Become a patron at Patreon!