İçinde soyut olanı somutlaştırabilmiş, özgün ve samimi bir ses!

jbarbur3

Türkiye’de pek denenmemişi deneyen, caz müzisyenleriyle çalışan ve cazın armonik altyapısından faydalanan müzisyen Jehan Barbur ile görüştük. 

Jehan Barbur’un ikinci albümu yolda ve aksilik çıkmazsa sonbaharda raflarda olacakmış. Haydi ismini de yazayım: HAYAT! Şevket Akıncı’nın yorumu ile; onun yaptığı çok denenmiş bir şey değil Türkiye’de. Caz müzisyenleriyle çalışıyor ve cazın armonik altyapısından bolca faydalanıyor tıpkı Joni Mitchell gibi. Kendine ait bir stili var.

“Bir kokunun peşine düşmekten mi kaybolur çocukluk?” 

Jehan Barbur Nisan 1980’de Lübnan/ Beyrut’ta doğmuş; ama hiç orada yaşamamış. Annesinin ilk gençlik ve okul yılları orada geçmiş. Dolayısıyla annesinden kalan ve ona miras bir geçmişin izlerini taşıyan bir yer Beyrut onun için. İlk defa 14 yaşındayken görme imkanı bulmuş Beyrut’u. Sonrasında da sıklıkla akraba ziyaretleri. Çocukluğu İskenderun’da geçmiş. “18 yaşıma kadar bu küçük ama büyülü şehirde penceremden dışarı bakıp hayaller kurdum. Beni hep güçlendirdi ve biledi İskenderun” diyor.

“O hayatımda sahip olduğum ve ait olduğum tek şey” 

Annesine dair hislerini paylaşmasını istediğimde ise, “O benim annem değil ki sadece” diyor ve ekliyor: “Arkadaşım, belki de küçük kız çoçuğum. Kocaman bir hayat var içinde. Ben onu gördüm annemde. Annemi sadece bir anne gibi de görmedim uzunca zamandır. Zamanında çocuk da olmuş, benim şu an dönüştüğüm kadın, her şey o. O kocaman. Anlatamadım hiç. Ona bile anlatamadım hiç ne çok sevdiğimi. Ben “çokça hissedince” konuşamıyor, tutuluyorum.”

Ciddi anlamda ilk sahneye çıkışını pek hatırlamıyor; ama net hatırladığı şey çocukken eş dost toplantılarında hep şarkı söyleyen kişinin kendisi olması. Okul müsamereleri ve her fırsatta gösteri adı altında olan toplantılarda şarkı söylermiş.

“Sizi müzisyenliğe sevk eden şey ne?” diye soruyorum…

“Beni müzisyenliğe sevk eden hiçbir şey yok. Yani, “ben bu işi yapayım” diye düşünmedim hiç. “Ben başka bir şey yapamam” vardı hep. Hep şarkı söylemek istedim. Hep ama hep. Beni çağırdı ben de gittim. Yani bir nevi arsız iç ses. Seviyorum hayatımı. Bana şarkı yazdıran ve şarkı söyleten her şeyi” diye cevaplıyor.

Bilkent yılları ve İstanbul’a, müziğin kollarına koşma hikayesini merak ediyorum… 

“Bilkent’ten burs kazandım. Kazanınca da gitmemek şımarıklık olurdu. Tabii bir de babamın gönlünü de kıramazdım. O benim hep bir üniversite bitirmemi ve mümkünse sahneyle alakası olmayan işler yapmamı istedi. Bir ebeveynin haklı kaygısı diyelim buna. 1998-2002 seneleri arasında Amerikan Kültürü ve Edebiyat Bölümü’nde okudum ve bu bölümden mezun oldum. Diplomamı alır almaz koştum İstanbul’a. Ne yapacağımı hiç bilmeden. İki yıl avare avare dolaştım. Bir çok farklı işte çalıştım. Sonra da mutsuzluğumdan tıkanıp her şeyi bıraktım. Şarkı söylemeye, şarkılar yazmaya başladım” diyor.

“Hala bembeyaz bir sayfayım” 

Çalışma metodu 

“Ben alaylıyım. Yani müzik okullarında yahut konservatuarlarda hiç okumadım. Dolayısıyla uzun yıllar eksikliklerimi kapatabilmek için bir çok müzisyenden yardım aldım. Kendi başıma çokça çalıştım. Tabii ki yetmedi hiçbir zaman. Hala bilgisizliğimden muzdaribim. Müziği kendi haline bırakan biri degilim ben. Yani yeteneğe yahut içinde olduğunu zannettiğin hissi kalben duruma. Ben elimden geldiğince çok insanla çalışmaya ve hep yeni bir şeyler öğrenmeye ve de çokça performans sergilemeye çalışıyorum. Ancak öyle oluyor bazı şeyler. Yani kendine güveniniz ya da bilginiz ancak böyle artıyor. Ama hala bembeyaz bir sayfayım. Ya da öyle hissediyorum. Hep eksik, hep olmamış, hep bilgisiz. Belki de budur farkında olmadığım yöntemim.”

Nicedir bilgisayarımda çalan şarkı hep aynı: Jehan Barbur – Dinlen bir nefes al Nedir bu şarkıyı farklı kılan? 

Bilmiyorum. Farklı mı? Bir dizi film için sözlerini yazıp seslendirdiğim bir şarkı aslında. Sonrasında da “Ali’nin Sekiz Günü” filminde kullanıldı. Sanırım görsel hikayeyle birleşince şarkılar farklılaşıyor. Belki de sizin bahsettiğiniz farklılığı bu sağlıyordur.

Ben o filmi izlemedim, ama yorum, sözler, müzik tek kelime ile şahane. İlla başka nedenler de vardır, ne dersiniz? 

Takdir sizin. Benden çıkmış bir şeyi değerlendiremem ki ben. Vardır diyorsanız vardır illa. Bilmiyorum ki.

Peki, söz yazarken, teknik anlamda nelere dikkat ediyorsunuz? 

Doğru dile ve doğru ifadeye…Onun dışında pek de bir şeye dikkat etmiyorum aslında. Dili yanlış kullanmamaya çalışıyorum. Elimden geldiğince.

Manen nelerden beslenirsiniz? 

Geçmişimden, çocukluğumdan ve hatıralarımdan. Her şeyin çağrışımından. Ve tabii ki hep ama hep aşktan, özlemekten.

İnsanlığın kalbine dokunmak ne kadar kolay? 

Öyle bir hedef yok. Olmamalı, çirkin. “Hadi şimdi insanlığın kalbine dokunalım”. Yok ki böyle bir şey. Bunu yapmak yani bunu hesaplayarak söz yazmak ya da bunu oynamak özür dilerim ama söylemeden edemeyeceğim, şarlatanlıktan başka bir şey değil.

İnsanlığın kalbine dokunmak derken, farklı birşeyi kastetmiştim aslında. Hedefiniz o değil elbette; ama kalplere dokunduğunuz bir gerçek. Nedir bu özel paylaşımın sırrı? 

Hepimiz benzer hikayeler yaşıyoruz hayatta. Ben bana ait bir hikayeyi anlatırken sadece bana özel olmadığını unutmamaya gayret ediyorum. Yani yalnız değilim. Hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz ve paylaşmaya ihtiyacımız var.

Müziğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayırması zor belki; ama işte bu benim favorim dediğiniz çalışmanız hangisi? 

Hiçbir çalışma değil. Kendiliğinden oluvermiş melodik söylenceler diyelim. Ben mümkünse yazdığım ve kaydettiğim haliyle yayınlamak isterdim. En sevdiğim şarkım yok. Hepsi eksik, olmamış gibi geliyor bana. Ya da çok dinledim, çok uğraştım onlarla. Her söylediğimde seviyorum. Ama sustukları zaman da korkuyorum hepsinden.

“Çatıdaki Çimenler” de yazdığınız yazılar da dikkat çekici, paylaştığınız yazılarınızı bir gün bir kitapta toplama fikri var mı?

Belki bir gün. Onlar çok kişisel yazılar aslında. Edebi bir değerleri olduğunu düşünmüyorum. O yüzden bir kitap yapabilme cesaretine henüz sahip değilim. Belki yıllar sonra.

Ne için yazıyorsunuz? 

Yaşayabilmek için. Anlayabilmek için.

Cümlelerinizde kırılgan bir hava var sanki, bu yazılar sizi mi anlatıyor? 

Bazen beni, bazense hikayesine şahit olduğum insanları.

Bir gün sorduğunuz soruların yanıtlarını aldığınızda ne değişir dersiniz? 

Ben yine soracak yeni sorular bulurum sanırım. Yoksa bu hayat geçmez ki!

“Bir kahramanım yok” 

Şöyle klasiğinden bir soru daha: “Etkilendiğinizi düşündüğünüz veya onu takip etmek beni geliştirdi dediğiniz biri var mı?” 

Çok. Sadece müzisyen de değil ki. Yazar, düşünür, dostlarım, sevdiklerim, sevmediklerim, annem, bizim evin önündeki otoparkçı; ama bir kahramanım yok. Şaşkınlıkla izlediğim ve örnek aldığım ya da almamam gerektiğini bildiğim çok insan var.

Peki, müzikal anlamda aldığınız ilk kıymetli hediye nedir? 

Sessizce dinlenmek, dinlenildiğimin farkında olmaktı.

“Keşke bu projede ben de olsaydım…” dediğiniz bir çalışma var mı? 

“Kings Of Convenience” grubuyla beraber bir şarkı söylemeyi çok isterdim. Onun dışında da ülkemizde ne yazık ki ciddi anlamda projeler üretilmediği için içinde var olabilme şansım da azalıyor. Burda genelde kişisel çalışmalar yapılıyor. Müzik adına ve sadece müzik için ciddi bir prodüksyon olsa keşke ve ben de yer alabilsem. Ama dedim ya, kişisel ya da biri için bir şey için değil. Sadece müzik için.

Türkiye’deki müzik endüstrisi? 

O ne ki? Var mı?

İnternet? 

İyi ki ve ah ne yazık ki!

“Bir gün sizi ABD’de de dinleme şansı bulabilecek miyiz?” diye sorduğumda ise, “Bilmem! Bulabilecek miyiz acaba? Yok ki benim gözüm oralarda. Hem bu kadar uzun mesafelerde uçak korkusu ağır basar bende” diyerek gülüyor ve ekliyor: “Şaka bir yana, inanın ve ukalalık olarak da almayın lütfen ama ben heyecanlanmıyorum başka ülke adlarını duyunca. Ben kendi dilimde ulaşmaya çalışıyorum burdaki herkese. Ya da hırslarımı yakalı çok oldu. Keşke hırsım olsa o zaman, “evet” derdim. Grammy’i ben alacağım bir gün. Ama yok. Böylesi hala güzel benim için.

Son olarak; “Jehan Barbur kimdir?” sorusunun cevabını kendisinden aldım: “Hala arıyor o da kim olduğunu. Bulunca da “şıp” diye bitecek zaten hayat. Aman bırakın bulmayalım ki hala bir nedenimiz olsun nefes almak için. Kilimcinin kör oğlu desek bile şimdi olur. Hiç yani, hiç kimse.”

Fotoğraflar: Ozan Daniel Eicher

(Turkish Journal) 

Become a patron at Patreon!