Can Dündar’dan Sedat Peker belgeseli: “Mafya babası, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ben”
Can Dündar’ın bir yıldır Erk Acarer ile üzerinde çalıştıkları, Sedat Peker’in videoları çerçevesinde “Türkiye’de derin devleti” anlattıkları belgesel Alman ARD kanalında yayınlandı, Türkiye’de de birkaç güne yayında olacak.
Can Dündar ile haberleştik. Amacımız “hafızayı diri tutmak” dedi. Söyleşimiz şöyle:
Bu belgesel bize ne anlatacak? Almanya’dakiler çokça, “yok artık” diyecektir.
Almanya dün gece izledi ve en azından bana ulaşanların hemen hepsi, “yok artık” dedi. Belgeselin yapımcısı, eş yönetmeni, kameramanı, montajcısı dahil… Bize sıradan görünmeye başlayan olayların aslında ne kadar inanılmaz, ne kadar korkunç, ne kadar vahşi olduğunu, bu tepkileri görünce daha iyi idrak ediyor insan…
Anlatmaya çalıştığımız şey, iktidarın dilinde Cemaat’le pelesenk olmuş bir kavram aslında: “Paralel devlet yapılanması”… herkes biliyor ki, bu, Cemaat’ten önce de vardı, sonra da varolmaya devam ediyor. 1950’lerden, Türkiye’nin NATO üyeliğinden başlayan bir illegal örgütlenme bu… Devleti koruma refleksiyle doğmuş, sonra devleti teslim almış bir illegal yapılanma… Siyasetin, mafya eliyle hukuku teslim alması, giderek mafyayla ortak olması, sonra da mafyanın iktidara isteğini dayatacak güç kazanması… Bu güç savaşında istihbaratın, ordunun, polisin, jandarmanın, milislerin, giderek yargıçların, savcıların kullanılması… Buzdağının ancak ucundan bir parça gösterebildik belgeselde… Bu bile izleyenleri dehşete düşürmeye yetti…
Sedat Peker’in 10. videosunu beklerken, Peker susturuldu. Belgesel üzerine çalışırken Peker ile temas kurabildiniz mi?
Evet, dolaylı temas kurduk, ancak biliyorsunuz üzerinde bir abluka var. Doğrudan temas kurması ve bilgi paylaşması yasaklanmış durumda… Lakin zaten söyleyeceğini büyük ölçüde söyledi bence… Muhtemelen çok daha fazlası var kendisinde, ama bu kadarı bile devlete hakim olan kollektif suçu sergilemeye yetti. Bundan sonrası biz araştırmacı gazetecilerin ve yarının cesur savcılarının işi…
Bir 10. video olduğuna, bir yerlerde yayına hazır beklediğine inanıyorum. Ancak artık şaşırma yetimizi kaybettiğimiz için onda da hükümet devirecek bir potansiyel olacağını düşünmüyorum. Simurg hikayesini bilirsiniz: Bir kuş sürüsü, Kafdağı’nın ardındaki Simurg’u bulmak için yola çıkar. Çoğu yolu tamamlayamaz. Zirveye varmayı başaran 30 kuş sonunda anlar ki, Farsça “si” 30″ demektir, “murg” da “kuş”…Yani peşine düştükleri sır, kendilerindedir. Ben 10. videoda aranan sırrın ilk 9 videoda çoktan sergilendiğini düşünüyorum. Yeter ki onu görecek, gösterecek cesaretimiz olsun.
Sizi ölümle tehdit etmiş biri ile ilgili belgesel yapmak ne hissettirdi?
Şunu biliyorum: dünyada şu an devletlerin kirli işlerini öğrenebiliyorsak çoğu “whistleblower” dediğimiz muhbirler/itirafçılar sayesinde… Bir kısmı vicdanı sızladığı için, bazısı intikam duygusuyla, kimisi para için ya da iktidar tutkusuyla konuşuyor.
Çoğu melek değil, ama onlardan öğrendiklerimiz sistemin gerçek yüzüne ışık tutuyor. O yüzden zamanında beni tehdit etmiş olmasından çok, bugün aldığı pozisyonla bizim yıllardır söyleyegeldiklerimizi doğruluyor olmasını önemsedim.
Türkiye’de de belgeselin dikkat çekmesini istersiniz kuşkusuz. Türkiye’de, “bu işler böyle” deyip onca duyulanı kanıksayan kalabalığı silkelemek de bir amaç mı?
O, bir belgeselin boyunu aşan bir amaç olur. “Hafızayı diri tutmak” diyelim, daha mütevazı bir amaç olarak… Silkeleme işi, önce siyasete, sonra yargıya düşer. Umarım o günleri de görürüz.”