Yalın Alpay yeni kitabı “Öteki ve Ben”i anlattı: “Ben’in, ötekilerle mücadelesi ne olursa olsun, çoğu alanda uzlaşmak zorunda”
Yenice, Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlanan “Öteki ve Ben” kitabı üzerine yazarı Yalın Alpay ile görüştük. Sorularım ve kendisinin yanıtları şöyle:
Bu kitap bir arayışın peşinde mi yazıldı yoksa zaten bilinenin altını mı çizmek amaç?
“Öteki” ve “ben” terimleri içerikleri net şekilde tanımlanabilmiş, ansiklopedik birer bilinen olabilmiş kavramlar değiller. Kavramın, işaret ettiği olguları belirgin şekilde karşılaması zaten nadir bir durumdur fakat konu “öteki” veya “ben” olduğunda bu belirginlik neredeyse tümüyle belirsizliğe evrilir. Bu iki kavram, yaşamımızın merkezinde olduklarından, yaşamı tercüme ya da deşifre etmeye girişen edebi, felsefi, sosyolojik ve psikolojik yaklaşımlarca tekrar tekrar masaya yatırılırlar fakat tıpkı tüm varoluşsal sorularda olduğu gibi bu ikiliye verilen yanıtlar da birbirlerine benzemez; yanıt verenlerin sayısı kadar çeşitlilik gösterir.
Zira “ben” kavramı en öznel kavram iken, “öteki” kavramı da en düşsel kavram gibi görünür. Böylece herkes için bambaşka bir kavrayış ortaya çıkar ve bu kavrayışsal farklar bir başkasına da kolayca dile getirilemez. Çünkü “ben” ile “öteki” arasındaki ontolojik farklılık bu ileti(şi)m aşamasını sakatlar.
Benim yazılarım da, “öteki” ve “ben” hakkında, benim öznel deneyimlerimin, akıl yürütmelerimin, çıkarımlarımın ve yargılarımın ürünü. Bu yüzden “bilinen” diyebileceğimiz kabuller dünyasından çok, “yeni betimlenmiş”, bu betimlemeler sırasında kendisini önceleyen metinlerle ilişki kurmuş fakat bu ilişkileri nakletmeye değil, onlar üzerine yeniden düşünmeye, akıl yürütmeye yönelen ve bu yüzden de zorunlu olarak yeni doneler ortaya koyan metinler.
“Ben” bir “öteki” midir sizce de?
Evet. Ben de “ben bir ötekidir” diye düşünüyorum. İnsan, prematüre doğan bir varlık olarak yıllarca yürüyemez, konuşamaz, kendi bedenini kullanmayı öğrenemez. Doğada, öteki insanlar olmaksızın bir bebek olarak hayatta kalamaz. Bu yüzden “ben”, bir “ötekiler” dünyasının içerisine doğar ve dünyanın çoğu yorumunu onlar üzerinden öğrenir.
Dil, din, gelenek, görenek, tutum, davranış, ahlak, hukuk, hak, siyasi rejim gibi toplumsal ilişkileri düzenleyen tüm veriler kişinin dünyanın ilk felsefecisiymişçesine her şeyi kendisinin baştan keşfetmesiyle değil, binlerce yıldır biriktirilmiş verinin, o kişinin doğduğu dönemdeki tarihsel, coğrafi ve kültürel bağlamlardaki yorumlarının toplumu oluşturan “ötekiler” tarafından kendisine “öğretilmesi” ile içselleştirilir. Yani “ben”, doğduğu andan itibaren, kendisini hayatta tutan “ötekiler” tarafından eğitilir. “Ötekilerin” bakış açısında ideal olan bir forma yönlendirilir. Bu yüzden kişi eğer varsa bir kendi özü, bu öz’ünden çok “ötekilerin” kendisine sundukları ideal kişiliğe yönlendirilerek bir “ben” şeklinde kurgulanır.
“Ben”in kurucu öğesi, kişinin kendi sinir sisteminden ve zekâ yapısından çok, “ötekilerin” yaşam gustosudur. Bu yüzden “ben bir ötekidir”.
Peki, “ben” neden uzlaşıcıdır?
Ben denilen kurgu, tek bir kişinin düşünce gücüyle hareket ettirebildiği tek bir bedenin içerisine konumlanmış, dünyanın geri kalanından bu özelliğiyle ayrılmış bir varlığa ilişkin bir yapıdır. Kişinin düşünce gücüyle hareket ettirebildiği yapı kendisi, düşünce gücüyle hareket ettiremediği geri kalan her şey, kendisinin dışıdır. Kendi dışındaki bu her şey arasında, kendilerini kendi düşünce güçleriyle hareket ettirebilenler ise “öteki”lerdir.
Bu anlamda kişi tek, “öteki”ler milyarlarcadır. Bu durum, “öteki” ile kurulan ilişkinin asimetrik bir dengede olduğunu gösterir. Tek başına olan “ben”, milyarlarca “öteki” karşısında çok güçsüzdür. Bu yüzden onlarla amansız bir mücadeleye gireceği her versiyon, onu ezip geçer. Bu amansız mücadelelere girişenler “uyumsuz”, “yabancı”, “çılgın”, “deli”, “ahlaksız”, “suçlu”, “anormal”, “hasta”, “sağlıksız” gibi nitelemelerle etiketlenirler ve dışlanırlar.
Ben’in, ötekilerle mücadelesi bu yüzden mücadele ne olursa olsun, çoğu alanda uzlaşmak ve kalan sınırlı alanlarda mücadele etmek şekilde gerçekleşmek zorundadır. Diğer türlüsü depresyonla, yalnızlıkla, intiharla sonuçlanmaya adaydır.
Ayrıca “öteki” yalnızca hayattaki diğer insanlardan oluşmaz. Geçmişten bugüne gelen tüm gelenekleri, yaklaşımları, paradigmaları, anlatıları, inançları, bilgi birikimini oluşturan da geçmişte kalmış ötekilerin bugüne bıraktıkları düşünsel, inançsal, geleneksel, dilsel, toplumsal kalıtlardır. Bu yüzden tek başına olan “ben”, hem şimdiki zamanda hayatta olan hem de geçmişte yaşamış ve ölmüş olan milyarlarca insanla yani milyarlarca “ötekiyle” karşı karşıyadır.
Dil konusunda uzlaşır, inanç konusunda uzlaşır, ahlak konusunda uzlaşır, devlet konusunda uzlaşır; aklınıza gelen ne varsa bildiğimiz, kabul ettiğimiz, tüm bu konularda çok büyük oranda uzlaşır. Uzlaşmadığı konular çok istisnaidir fakat kişiye bu istisnalar dev meselelermiş gibi gelir. “Ben”, “öteki” ile uzlaşmadan hayatta kalamaz.
Bir çeşit boyun eğiş mi bu?
İnsan olmanın denklemi, bedensel ve psikolojik olarak çok kolay zarar görebilmemiz yüzünden, herkesin herkesi bedensel ve psikolojik olarak boyun eğdirebileceği şekilde kurulu. Bu yüzden insanlar servet, güç, tehdit, sevgi, aşk, gelenek, algı, korku, nefret, öfke, sevinç gibi pek çok nedenler dolayımında birbirlerine galebe çalabilir, birbirlerine boyun eğdirebilirler.
Kişi dünyanın en iktidarlı kişisi bile olsa, hiçbir itibarı olmayan bir kişinin fırlattığı tek bir sapan taşıyla öldürülebilmekte, dünyanın en yetenekli kişisi dahi, sosyal medyada iki haftalık çılgın bir linçin ardından psikolojik açıdan yerle bir olabilmektedir. İnsan olmak, pek çok yapısal özelliğin yanı sıra boyun eğmeyi de içerir. Bundan hiç hoşlanmayız, olmasın diye elimizden geleni yaparız fakat hangi açığı kapatırsak kapatalım, kapattığımız açığı ancak bir başka boyun eğiş silsilesi yaratarak kapalı tutabileceğimizden, o “ötekinin” ya da bu “ötekinin” karşısında bir şekilde bir boyun eğişe zorlanmaktayızdır.
Dünyanın en güçlü siyasetçisi seçmenlerinin çeşitli isteklerine, dünyanın en yetenekli yazarları bazı okurlarına, dünyanın en gaddar kişisi çocuklarına duyduğu sevgiye boyun eğer. Ölüm ise, herkese boyun eğdirmektedir. Ve ölüm, her an “öteki”nin elinden gelebilir.
Ötekinin içindeki ötekinden de bahsettiniz mi kitapta?
“Öteki” kavramı, “ben” kurgusundaki kişinin, kendi dışındaki insanları sınıflandırmak adına kullandığı indirgeyici ve sıkça yanıltıcı bir kavramdır. Çünkü “öteki” homojen olmak bir yana, engin bir heterojen çoğulluğa toplamda verilen isimdir. Fakat bu ayrımda “ben” kurgusu işlevsel davranmaktadır. Bu işlevsellik, kendisini pozitif ayırmasıdır.
Ben ve öteki ayrımında, ben için önemli olan ötekinin en isabetli şekilde tanımlanmasından çok, kendisi ile diğerleri arasındaki ontolojik farkın hissettirdiklerini kavramsallaştırmaktır. Bu bir ayrım, bir fark ortaya koyarak kendisini dünyanın geri kalanından ayırma girişimidir. O nedenle de ben’in asli amacı öteki üzerine yoğun bir düşünme gerçekleştirmek değildir, önceliği ötekini bir yığın olarak görüp, o yığının kendi kurgusal “ben”i üzerindeki etkilerini incelemektir.
Ben’in bakışı, ötekinin kendi üzerindeki etkisinden çıkıp, ötekilerin bizzat yapılarına odaklandığında ise, ötekilerin heterojenlikleri, yığın olarak görülen ötekinin, kendi içinde birçok kurgulanmış “ben”den oluşan ve bu yüzden de yığın iken öteki olarak alımlanan herkesin, aynı zamanda da bu yığınla bir “öteki ve ben” ilişkisi içerisinde olan bir “ben” olduğu açığa çıkar. Bundan sonrası işlevselliğini yitirecek bir araştırmadır çünkü veri çekilecek kişi sayısı bir anda milyarları bulmakta ve böyle bir araştırma olanaksızlaşmaktadır.
Kitapta sizin çabanıza, yaratıcılığınıza nüfuz etmemiz için sizin bildiğiniz şeylerin bazılarını bilmemizde fayda var mı sizce, yoksa konular üzerine hiç kafa yormamış biri için de cazibeli bir kitap mı bu?
Bu soruya tam bir yanıt bulamıyorum. Ne zaman ne kadar vakit ayırılarak, hangi ruhsal ve zihinsel durumdayken okunduğuna bağlı olarak farklı sonuçlar verebilirler diye düşünüyorum. Fakat kendi üzerine düşünmüş hiç kimseye mutlak bir yabancılık verecek metinler olduklarını sanmıyorum.
Kendi üzerine düşünmemiş kişiler için zorlayıcı olabilirler. Ama belki de kışkırtıcı bir etki de sağlayabilir. Konuşmalarımı sevenler kitabı seveceklerdir.
Yaptığınız programlara yönelik ilginin okuyucularda bilgi ile kurdukları ilişki açısından belli bir değişime yol açtığını düşünüyor musunuz?
Programlarımı izleyen kitle belli bir sayının üzerinde olduğu ve çok büyük oranda da tanımadığım kişilerden oluştukları için onlar üzerinde herhangi bir değişim gerçekleşip gerçekleşmediğini takip edemiyorum. Fakat Fildişi Atölye’nin yürütücülüğünde üç yıldır her Pazar buluştuğumuz dar bir grubumuz var. Fakat her katılımcı bambaşka bir geçmişe ve dünya görüşüne sahip. Bu süreç boyunca onlardaki dönüşümü net bir şekilde gözlemleyebildim. Bu süreç onların katkılarıyla beni de değiştirdi. Böyle bir deneyimi yaşamak gerçekten mutluluk verici.