Ulaş Bayraktar: “CHP’nin belediyecilik yaklaşımı, birtakım figürlerin kişisel performanslarından ibaret”
Türkiye’de kurumların sistemli yıkıma uğradığı bir zamanda yerel seçimlere az kaldı. Seslerini sosyal medya aracılığı ile duyurmaya çalışan çoğu aday, Ölümlü Dünya 2 tanıtımlarında gördüğüm belediye başkan adayı Dündar Dinç’in seçim şarkısını hatırlatıyor. Çoğunluk işlerini, karşı tarafın oyunu nasıl alırım, karşıyı nasıl kandırırım, biraz olmadığımız gibi görünelim stratejisi ile ilerletiyor sanki ama içlerinde toplumcu belediyecilik anlayışından ilham alanlar da yok değil. Erdoğan ve adamlarının Türkiye’yi tek başlarına yönetme isteklerine kafa tutan belediye başkan adayları da görmeye başladık. Toplumcu belediyecilik demişken, konu hakkında bilgili, uzun yıllardır yerel yönetimler konusunda çalışan Doç. Dr. Ulaş Bayraktar ile yaptığımız söyleşiyi paylaşmak isterim.
Bayraktar, ülkenin genelinde derinleşen kutuplaşma ve gerginliklerin yerel yönetimlerin anayasal işlevi olan yerel müşterek ihtiyaçların karşılanması sorumluluğunu gitgide zora soktuğunu düşünenlerden. Bir makalesinde mahalli müşterek hissiyatını güçlendirmekten bahsetmişti. Toplumcu belediyecilik anlayışının, 1970’lerdeki tecrübeden alabileceği ilhamı vurgulamaya çalışmıştı. İlk sorum, 1970’lerin toplumcu belediyecilik iddiasının 2024 Türkiye’sinde de hayat bulup, bulamayacağı üzerine oldu. Yanıtı şöyle:
“Toplumcu belediyecilik adına çaba sarf eden belediye başkanları, özellikle bu dönemde, oldu bunu yadsıyamayız fakat bunlar ne kendi çalışmaları dahilinde ne de farklı kentlerdeki uygulamaları birleştiren bir ilkeler bütünü, bir program oluşturamadı. ‘Heves belediyeciliği’ diyorum ben buna bir karikatür olarak. Aklına bir şey geliyor başkanın, iyi bir şey de olabilir ama ilkesel değil. Bir program perspektifinde, vadesinde olmayınca bir süre sonra tavsıyor ya da farklı uygulamalar birbirleri ile çelişebiliyor. Araba odaklı ulaşım politikalarını büyük bir iştahla sürdürüyor ama kendini ekolojik, yaya ve bisiklet dostu da sayabiliyor. Dolayısıyla böyle bir toplumcu belediyecilik gibi yapısal, kapsamlı bir dönüşüm iddiasında bir başkan yok, tık nefes sosyal uygulamalar var.
1970’lerin toplumcu belediyeciliği de aslında böyle bir ilkeden hareket ederek bir programa evrilen sonra da uygulamaya geçen bir hareket değildi fakat o zamanlar kentlerin sorunları, belediyelerin yönetmek zorunda olduğu alanlar bu kadar karmaşık sayılmazdı; o yüzden de el yordamıyla ortaya çıkabildi 70’lerin toplumcu belediyeciliği. Oysa şimdi hem şartlar çok değişti hem sorunlar daha karmaşık ve çetrefilli bir hale geldi hem de merkeziyetçi baskılar çok daha kudretli ve kapsamlı. Haliyle de böyle yolda düzülen bir kervan ortaya çıkamıyor. Dolayısıyla, uygulamaya geçmeden tanımlanacak bir çerçeve, bütünlüklü, ilkeli bir program gerekiyor ki bu da kentlerden önce partinin belediyecilik, kentsel politikalar yaklaşımını tarif etmesi gerek. Derman belediyeciliği, sevgi hareketi gibi boş gösteren maddelerle olacak iş değil bu da.”
Misal Kayseri, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Kalesi” diye anılıyor yıllardır. Birçok analist, geniş bir muhafazakar seçmen kitlesinin AKP’yi desteklemeye devam etmesinde rövanşizm endişesinin temel etken olduğunu söylüyormuş. Kayseri’de rövanşist olmayan bir hesaplaşma mümkün olabilir mi?
Rövanşizm korkusunun ne kadar temelli bir çekince olduğunu bilmiyorum. Ankara ve İstanbul örneklerine bakacak olursak ikisi de uzun yıllar AKP’li belediye başkanlarınca milliyetçi muhafazakar bir anlayışla yönetildi fakat gelinen noktada böyle bir rövanşizm görülmedi. Zaten Ankara’daki belediye başkanının hani böyle rövanş alabilecek bir ideolojik kimliği yok. İstanbul’da da İmamoğlu popülist, pragmatist bir figür izlenimi verdi. Haliyle de bir rövanşizm yaşanmadı diğer kentlere de bir referans olabilir diye düşünüyorum.
Halkın en önemli derdi yoksullaşma belki ama yaşadığı ekonomik sıkıntının nedeninin AKP olduğunu bilse de “AKP giderse çok şey daha da berbat olur” gibi gerekçelerle, oyunu yine AKP’ye veriyor. Sorum şu: CHP’li bir belediye istikrarı sağlayamaz mı?
CHP’nin istikrarı sağlayıp sağlamayacağı konusunda öyle çok derinlemesine kapsamlı bir analiz yapabilecek veriye sahip değilim, öyle bir birikimim yok ama bence bu dönem yani 2019-2023 döneminde iki büyük felaket yaşandı. Yangınları, fırtınaları, selleri bir kenara bırakacak olursak özellikle pandemi ve deprem önemli sınavlardı. Bu sınavlarda ben genel olarak CHP’li belediyelerin iyi bir sınav verdiğini düşünüyorum yani o acil beklenmedik durumlara karşı önemli refleksler geliştirdiler ve o krizlerin faturasını azaltma yönünde çok akıllıca adımlar attılar; hem sosyal politikalar bakımından hem de dayanışmayı, kamusallaşmayı örgütlenme açısından iyi sınavlar verdiler. Belediyelerin pandemi deneyimi depremde de hızla harekete geçebilmelerini mümkün kıldı diye düşünüyorum. CHP’li belediyelerin ekonomik ve sosyal gerekliliklere yönelik tepki vermekte eskisine nazaran daha iddialı olabileceklerini söyleyebiliriz gibi geliyor bana. Ama bunu yaygınlaştırmak için bir genel parti politikası haline getirmek, parti performansına dönüştürmek önemli. Oysa şu aşamada hâlâ bir partinin belediyecilik yaklaşımı değil de birtakım figürlerin kişisel performanslarından ibaret sanki. Daha önce de belirttiğim gibi bir programa, daha ilkeli bir çerçeveye evrilebilirse bu yapılıp edilenler o zaman belki bu tereddüt daha da zayıflar. Bu programın da sadece Ankara’yı muhattap almaması lazım.
Peki, AKP’nin muhalefetteki belediyeleri çalışamaz duruma getirip başarısızlığa mahkum ettiği, belediye başkanlarının hak ettikleri kendi paylarını tahsil etmek için cumhurbaşkanının ve birtakım bürokratların kapısını aşındırmak zorunda kaldığı doğru mu? Türkiye’de kentsel yönetimin en acil meseleleri hangileri sizce?
Evet, merkeziyetçi manzara itibarıyla belediye yetkilileri Ankara’da mesai yapmak zorunluluğu hâlâ hissediyor. Hep böyleydi aslında 1980 sonrası adem-i merkeziyetçi politikalar hayata geçirilmiş dahi olsa Ankara hiçbir zaman kontrolü tamamen bırakmadı. Merkezi kurumlar ve kaynaklardan bir beklenti her zaman oldu bu da devam ediyor ama artık bence merkeziyetçiliğe karşı mücadelenin sadece Ankara’ya karşı olmaması gerekiyor. Merkeze doğru bir talep bir hareketlilikten ziyade halkı örgütleyerek, tabana dönerek halkı da bu mücadelenin tarafı yapmak şart. Bir yandan askıda fatura gibi merkezin müdahil olamayacağı yenilikçi pratikler, öte yandan da merkezin sebep olduğu mağduriyetlere karşı kamuoyu desteğini hedefleme becerisi kritik önemde. Ankara’ya karşı yalnız bir kovboy gibi bir Don Quixote gibi bir mücadeleye geçmekten ziyade halkı, kurumu örgütleyerek bir blok oluşturmanın önemli olduğu anlaşılıyor. Bu da işte bence en acil mesele. Toplumcu belediyecilikten sadece sosyal politikaları değil sosyalin örgütlenmesini, müşterekler siyasetini de anlamak ve buna yönelik politika ve pratikler geçirmek büyük önem taşıyor bence.
Ulaş Bayraktar kimdir?
Galatasaray Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümü mezunu. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Siyasi İlimler Enstitüsü’nde yaptı. Kültürhane’nin kurucu ortağı. Mersin Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Yerel siyaset, katılımcı demokrasi, kamu politikaları ve kültürel çalışmalar alanlarında bilimsel ve pratik çalışmalarına devam ediyor.