ABD Jack D. Gordon Enstitüsü’nden siyasi analist İmdat Öner ile söyleşi: “Kolombiya’da iktidar, eylemcileri ‘teröristler’ ve ‘vandallar’ diye nitelendirdi, bu bize hiç yabancı gelmeyen bir tutum”

Kolombiya

Latin Amerika ülkelerinde koronavirüs vakaları ve virüse bağlı can kayıpları artıyor. Son bir  haftada pandemiden dolayı Latin Amerika’da hayatını kaybedenlerin sayısı, tüm dünyada hayatını kaybedenlerin yaklaşık yüzde kırkını oluşturuyor. Bölgede yaşanan siyasi ve sosyal gelişmeler de dünya gündeminde geniş yer edinmeye devam ediyor.

2014-16 yılları arasında Karakas Büyükelçiliğinde diplomat olarak görev yapan ve halihazırda Jack D. Gordon Enstitüsünde Siyasi Analist olarak çalışan İmdat Öner’den bölgedeki gelişmelere dair bilgi aldım. Sorularım ve kendisinin yanıtları şöyle: 

Kolombiya’daki protestolarla başlayalım isterim. Neler oluyor? 

Kolombiya ciddi bir siyasi, ekonomik ve sosyal krizle karşı karşıya maalesef. Ülkede geçtiğimiz haftalarda başlayan ve hükümetin sunduğu vergi reformu tasarısı ile daha da alevlenen protestolar şiddetlenerek devam ediyor. Başkent Bogota, Cali ve Medellin gibi büyük şehirlerde göstericilerle güvenlik güçleri arasında yer yer şiddetli çatışmalar yaşanırken, bazı resmi devlet kurumlarının ateşe verildiğini gösteren görüntüler medyaya yansıdı. Protestoların başlangıcından bu yana, otuzdan fazla kişi yaşamını yitirdi, 800’den fazla kişi ise yaralandı. Yönetim, durumu kontrol altına almak için bölgede sivil polislerden ziyade göstericilere daha sert müdahalelerde bulunan ESMAD olarak adlandırılan özel birimler görevlendirdi. Bu birimin özellikle Cali şehrinde, protestoculara doğrudan ateş açtığı ve aşırı güç kullandığı yönündeki haberler sosyal medyada yoğun bir şekilde gündem oldu. Protestolar sırasında güvenlik güçleri tarafından adam kaçırma, taciz, darp gibi çok vahim insan hakları ihlalleri işlendiği de çeşitli kaynaklar tarafından dile getiriliyor. 

Bu toplumsal bir hareket diyebilir miyiz? Bu hareketin özünde ne var?  

Latin Amerika’da evvelce Venezuela, Bolivya, Şili ve Nikaragua gibi ülkelerde şahit olduğumuz toplumsal hareketin bir benzerini bugün Kolombiya’da izliyoruz. Halkın yönetimden duyduğu memnuniyetsizlik sokak olaylarında da artışa neden oldu. Esasında bugün yaşanan protestolar, Kolombiya’da Başkan Duque’in iktidara geldiği günden bu yana yaşanan üçüncü halk ayaklanması. Her ne kadar hükümetin açıkladığı vergi reformu tasarısı söz konusu protestoları tetiklese de ülkedeki toplumsal hareketin özünde bir süredir devam eden ancak pandemi ile daha da artan ekonomik kriz, işsizlik ve artan gelir adaletsizliği yatıyor. Kolombiya, bölgede gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri. Halk sıklıkla elitlerin kendi sıkıntılarını anlamadığından şikayet ediyor. Geçtiğimiz hafta Kolombiya Devlet Başkanı Iván Duque’un, vergi reformuna ilişkin tasarıyı geri çekme kararına rağmen protestoların ivme kaybetmeden devam etmesi de bu gerçeği doğrular vaziyette. Ekonomik kriz ve pandemi sonrasında devlet başkanının görev onayı yüzde 30’lara gerilemiş durumda.

Kolombiya hükümeti şiddetin tırmanmasından “sol grupları” sorumlu tutuyor sanıyorum.

Evet, özellikle Eski Devlet Başkanı Alvaro Uribe liderliğindeki sağcı kesim, protestocuları yağmacı ve ayrılıkçı sol örgütlerin taşeronu olarak nitelendiriyor. Bazı hükümet yetkilileri eylemcileri terörist ve vandallar diye çağırırken, bazı yetkililer de Venezuela ve Küba’nın ülkedeki olayları tırmandırdığını iddia etti. Aslında bize hiç yabancı gelmeyen bir tutum. Gezi olaylarında iktidara yönelik rahatsızlığını ifade eden bireylerin terörist ya da dış güçlerin piyonu olarak adlandırılıp, radikalize edilmesi gibi, Kolombiya’da da sosyo-ekonomik durumundan memnun olmayan vatandaş FARC ve ELN gibi örgütlerle aynı kefeye konuluyor. Bu da tabiatıyla ülkedeki kutuplaşmayı daha da artırıyor. Halbuki ülkede yaşanan hadise, apaçık bir yönetim sorunu ve halkın buna verdiği tepkiden ibaret.

Mevcut durum neleri değiştirebilir? 

İktidarın sivil polis yerine gerilla ile mücadele eden askeri birimleri kullanması protestocularda büyük öfke yaratmış durumda. Hükümetin en azından, çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına yol açan güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına ve insan hakları ihlallerine bir son vermesi gerekiyor. Aksi takdirde, şiddet sarmalı ülkenin geri kalan bölgelerine de yayılabilir. Bu durumda, iktidar ilerleyen günlerde olağanüstü hal ilanını gündeme getirebilir. Çözüme yönelik daha makul bir çizgi takip eden Devlet Başkanı Duque geçen hafta, protestoculara diyalog çağrısında bulundu. Ancak, ekonomik sorunların her geçen gün daha da dramatik bir hal aldığı ve polis şiddetinin hız kesmeden devam ettiği bir ortamda protestoların kısa vadede sona ermeyeceği aşikar. Bu durum, yaklaşık bir yıl sonra gerçekleşecek başkanlık seçimleri öncesi ülkedeki siyasi atmosferi büyük ölçüde değiştirdi. Şimdiden, gelecek seçimleri solun başkan adayı Gustavo Petro’nun kazanacağı yönünde tahminler yapılmaya başlandı bile.

Şu sıra El Salvador’da da durumlar karışık gibi. Orada neler oluyor? 

Filistin asıllı karizmatik ve genç lider Nayib Bukele iktidara geldiği 2019’dan bu yana ülke çeşitli siyasi skandallarla gündeme geliyor. Partisi şubat ayında gerçekleşen parlamento seçimlerinde, 84 sandalyenin 56’sını kazanarak mecliste nitelikli çoğunluğu elde etti. Seçilen meclis, yemin töreninin hemen ardından geçtiğimiz hafta, yüksek mahkemenin beş üyesini görevden alıp yerlerine kendisine yakın isimleri atadı. Bukele daha önce de şubat ayında ek bütçe talebinin ulusal meclis tarafından reddedilmesinin ardından orduya emir verip parlamento binasını bastırmasıyla gündeme gelmişti. Yaşanan her iki hadise de bölge ülkelerinden ve ABD’den büyük tepki topladı. “Ev temizliği yaptıklarını” ifade eden Bukele, gelen tepkilere de “herkes kendi işine baksın” diyerek cevap verdi.

Bir anlamda yargı vesayetini kırmayı amaçlayan popülist Bukele, son aldığı kararla iktidarın yargı üzerinde baskı kurması, erkler ayrılığı ilkesini ihlal etmesi ve kurumların içini boşaltması endişelerini daha da derinleştirdi. Kendisini müesses nizamın dışında yenilikçi bir lider olarak tanımlayan Bukele, sisteme karşı halkın faydasına çalıştığı imajını vermeye devam ediyor ve halktan da beklediği desteği alıyor esasında. Yapılan son anketlerde halk desteğinin yüzde 90 civarında seyrettiği biliniyor.

Ancak bugüne kadar izlediği politikalar, kendisinin Latin Amerika’daki diğer popülist liderler gibi ülkeyi demokrasi rayından çıkarıp daha da otoriter bir çizgiye evrileceği yönündeki endişeleri artırmış durumda. Zira, Latin Amerika’da neredeyse bütün popülist liderler, mevcut sistemin yeniden inşasına, “court-packing” gibi yöntemlerle yargı üzerinde baskı kurarak başlamış, zamanla kurumları zayıflatarak iktidarlarının önündeki engelleri bertaraf etmişlerdir.

Bukele’yi Venezuela ve Nikaragua gibi diğer otoriter rejimlerden ayıran özellik ise Bukele’nin ABD ile iyi ilişkilere sahip olması. Ancak Biden yönetiminin otoriter rejimler karşısındaki sert tavrı dikkate alındığında, genç liderin ilerleyen dönemde mevcut çizgisinde devam mı edeceği yoksa daha makul bir tutum mu benimseyeceği sorusu merak konusu.

Latin Amerika’nın en sorunlu ülkelerinden biri de Venezuela, hükümetin son günlerde aldığı kararlar, Maduro’nun Biden yönetimine diyalog mesajı gönderdiği yorumlarına neden oldu. Bu konuda değerlendirmeniz ne? 

Pandemi döneminde ciddi ekonomik zorluklar yaşayan bir diğer ülke de Venezuela. Özellikle Trump döneminde başlanan ABD yaptırımları ülke ekonomisini derinden etkiledi. Yönetime geldiğinden bu yana Maduro yönetimini sert bir dille eleştiren Biden da Trump döneminde uygulanan yaptırımların aynen devam ettirileceğini, mevcut yönetim gitmeden ambargonun kaldırılmayacağını açıkladı. Maduro ise, Biden ile iyi ilişkiler kurmak istediği mesajını daha seçim sonuçlarının kesinleştiği gece tebrik mesajı göndererek verdi.

Maduro’nun Biden ile diyalog kurma girişimlerine ara vermeden devam ettiğini görüyoruz. Geçtiğimiz hafta iktidar partisinin çoğunlukta olduğu ulusal meclis, yeni oluşturulan seçim kurulunda muhalefete yakın iki yeni isme yer verdi. Daha önceki dönemlerde seçim kurulunun tamamının iktidara yakın isimlerden olması, seçimlerin güvenirliğine gölge düşürmüş ve birçok uluslararası örgüt Maduro yönetimine daha adil bir seçim kurulu seçmesi çağrısında bulunmuştu.

Yapılan son atamalar, muhalefet tarafından da memnuniyetle karşılandı. Bu yaşanan gelişme büyük ölçüde Maduro’nun Biden yönetimine müzakereye hazırım mesajı olarak algılandı. Yine kısa bir süre önce, 2017’den beri Venezuela’da tutuklu bulunan ABD merkezli CITGO’nun altı üst düzey görevlisinin ev hapsine alınması, Maduro’nun Biden ile ilişkilerini düzeltmeye yönelik attığı bir başka adım olarak değerlendiriliyor. Ancak bu girişimler şu ana kadar Biden yönetiminden henüz bir karşılık görmedi. Trump döneminde iç siyasette yoğun bir şekilde kullanılan Venezuela krizinin, 2022’de gerçekleşecek ara seçimlerde Florida’da özellikle Küba ve Venezuela kökenli seçmenin siyasi tercihinde önemli rol oynayacağı biliniyor. Bu çerçevede, Biden’in gelecek seçimlerde partisini zor durumda bırakacak Maduro yönetimi ile diyalog meselesine daha temkinli davranması kuvvetle muhtemel.

Latin Amerika’da bütün bu gelişmeler yaşanırken, bölge Türkiye’nin gündemine bambaşka bir konu ile düştü. Suç örgütü lideri Sedat Peker’in yayınladığı bir videoda geçtiğimiz yıl Kolombiya güvenlik güçleri tarafından ele geçirilen ve nihai varış noktası Türkiye olan 4.5 tonluk bir kokain yüklemesinin İçişleri Eski Bakanı Mehmet Ağar’a ait olduğu iddia ediliyor. Detayları takip edebildiniz mi?

Aslında Latin Amerika’daki diğer ülkelerden Türkiye’ye giderken yakalanan uyuşturucularla ilgili daha önceden sosyal medyada bazı paylaşımlarım olmuştu. Ancak bu konu Türkiye’de pek ilgi görmemişti ta ki Sedat Peker o meşhur iddiayı ortaya atana kadar. Türkiye’de, Peker’in itirafları çerçevesinde Kolombiya’da yakalanan kokain ve mafya-devlet ilişkisi tartışılırken, ertesi gün Ekvator’dan Türkiye’ye gitmekte olan 600 paketlik yaklaşık 20 milyon dolar değerindeki kokainin Panama narkotik ekiplerince ele geçirilmesi tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. 

Peker’in iddialarını doğrulayan açıklama yaklaşık bir yıl önce bizzat Kolombiya Savunma Bakanı tarafından yapılmış ama bizim medyada pek gündem olmamıştı. Benzer şekilde iki yıl önce Küba’dan Türkiye’ye gitmekte olan 1500 paket uyuşturucu yine Panama güvenlik ekiplerince yakalanmıştı. Bu gelişme de mesela ABD’li Kongre üyesi Mario Diaz Balart tarafından sosyal medyada paylaşılmış ama Türkiye’de pek gündeme gelmemişti.

Normalde, Latin Amerika ülkelerine gidip buralarda ufak çaplı uyuşturucu ticareti yapan Türk vatandaşlarına geçmişte çokça şahit olduk. Hatta bunlardan bazıları bulundukları ülkelerde tutuklanıp Türkiye’ye iade edildi. Ancak bu şahıslar aracılığıyla yapılan uyuşturucu trafiği söz konusu operasyonlara kıyasla oldukça küçük meblağlardaydı. Son dönemde gündeme gelen sevkiyatların Türkiye’de hangi örgüt veya şahıslara ait olduğu cevap bekleyen sorular arasında.

Son birkaç yılda yakalanan Türkiye merkezli 6-7 ton uyuşturucu sevkiyatı, Latin Amerika’da daha önce pek görülmemiş bir durum. Bu da bölge ülkelerinde Türkiye ile ilgili soru işaretlerini arttırıyor. Mesela, bu son yaşananlar üzerine uyuşturucu trafiğinde bölgede başı çeken Venezuela’dan Türkiye’ye benzer sevkiyatlar olup olmadığına ilişkin Venezuela muhalefetinden sorular gelmeye başladı. Muhtemelen bölgedeki diğer ülkelerde de benzer endişeler oluşmaya başlamıştır. Ayrıca Latin Amerika’da uyuşturucu trafiğini yakından takip eden ve bunu ulusal güvenlik sorunu olarak tanımlayan ABD’nin, Türkiye’ye giden uyuşturucu sevkiyatı artışını ikili gündem maddeleri arasına eklemesi de muhtemeldir.

Her halükarda kilolarca hatta tonlarca uyuşturucunun Türkiye’ye giderken yakalanması ve bunun medyada geniş yer bulması Türkiye’nin açılım politikası izlediği Latin Amerika’daki imajına oldukça zarar veriyor. Bu tür konuların muhalefet tarafından da araştırılıp gündeme getirilmesi, hiç şüphesiz Türkiye’nin menfaatine olacaktır.

İmdat Öner kimdir? 

Lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünde tamamladı. 2014-2016 yılları arasında Türkiye’nin Karakas Büyükelçiliğinde diplomatik kariyer memuru olarak görev yaptı. Halihazırda Jack D. Gordon Enstitüsünde siyasi analist olarak çalışmakta olup, Florida Uluslararası Üniversitesinde (FIU) uluslararası ilişkiler alanında doktorasına devam etmektedir. Doktora tezinde Latin Amerika’da ABD, Çin ve Rusya’nın nüfuz mücadelesini inceliyor. Latin Amerika ve Venezuela hakkında uluslararası dergilerde yayımlanan pek çok analiz ve makalesi bulunmaktadır.

Become a patron at Patreon!