Katledilişinin 40. yılında siyasetçi Mehmet Zeki Tekiner’in kızı Aylin Tekiner ile söyleşi: “Sorumluluğu çok büyük bir soyadı taşıyorum”

Aylin Tekiner

Bugün (17 Haziran), hukuk adamı, siyasetçi Mehmet Zeki Tekiner’in öldürülüşünün 40. yıldönümü.

Özgür Mumcu yazmıştı: “Tekiner’i öldüren maşa, biraz hapiste yattı, sonra cezası affa uğradı. Bugün aramızda yaşıyor. O maşayı cinayete azmettiren, zamanının kudretli ülkücü şefi Ömer Ay da öyle. Onlara cinayet emri veren ağababaları ise hiç bulunamadı. Zaten dava dosyası da kayıp. Tekiner’in ölüm emrini verenler derhal bulunsaydı, valisi, emniyet müdürü el ele cinayetin üzerini kapatmaya çalışmasaydı, emin olalım ki bambaşka bir ülkede yaşıyor olacaktık.

Babası 17 Haziran 1980 günü katledildiğinde henüz iki yaşında olan Aylin Tekiner, uzun süredir New York’ta yaşıyor.

Babasını çok farklı mevki ve hatta farklı siyasi görüşteki insanlardan dinlemiş. Donanımlı bir hukukçu ve siyasetçi olmasının ötesinde tam bir halk insanı olması ve her siyasi görüşten insanın Mehmet Zeki Tekiner’in gani gönüllü bir insan olmasında birleşmeleri, babasını tanımamış olmasının eksikliğini daha derinden hissettiriyor. 

O döneme doğrudan müdahil olamasa da anlatılanlar ve Zeki Tekiner: Bize Nasip Değil Ecelnen Ölmek… Bir Muşkara Öyküsü... adlı belgesel için araştırma yaparken öğrendikleri ölçüsünde biliyor ki babasının cenazesi de siyasi bir operasyonun parçasıydı. 

Aylin Tekiner şöyle konuşuyor:

“Halkı korkuya sürükleyerek infial yaratmak amacıyla gerçekleştirilen ve 12 Eylül’e giden yolun kilometre taşlarından biri olan bu cinayetin sonrasında, cenaze töreninde bile saldırılar devam ediyor; çapraz ateşe tutulan tabuta 13 kurşun isabet ediyor. Böyle bir ortamda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel yaşanan infiali görmezden geliyor. Emniyet teşkilatını cenazeyi korumaya dair yönlendirmemiş hatta üstüne üstlük geri çekmiş olması bizim için elbette bir şey ifade ediyor. Cenazede çıkan çatışma, milletvekillerinin ve konvoya katılanların yaralanması, Ecevit’le birlikte yüz yirmi milletvekilinin olduğu bir ortamda emniyet müdürünün ortada görünmemesi burada planlı bir operasyonun olduğunu bize gösteriyor. Vali de ortalıkta görünmüyor mesela. Dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in kendisine telefon etmesine rağmen Demirel sürece müdahale etmeyerek bu kıyıma göz yumuyor. Ne gariptir ki 12 Eylül’e giden süreçte işlenmiş bir cinayet var ve hemen sonrasında cenazeye yönelik düzenlenen bir diğer planlı operasyona dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren müdahale ediyor ve Kayseri’den bir askeri birlik göndererek bu işe el koyuyor.”

“Devlet sırrı” kavramının ve zamanaşımının ellerini kollarını bağladığını söylüyor Tekiner. Ellerinde yıllarca ölüm ilanı ve mahkeme kararı dışında davaya ilişkin hiçbir belgenin olmadığını, belgeselin hazırlık sürecinde devletin pek çok kurumuna yaptıkları başvuru yoluyla dava dosyalarının büyük bir bölümüne ulaştıklarını söylüyor. Cinayetin faili ülkücü Mehmet Onur Miman’a ait dosyaları Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda, Zeki Tekiner’i korumak isterken olay sırasında öldürülen bakkal dükkanının sahibi Yavuz Yükselbaba’nın faili Uğur Coşkun ile Tekiner cinayetinin faillerini cinayete azmettiren ülkücü Ömer Ay’a ait dava dosyalarını da Diyarbakır Adliyesi’nin arşivinde  bulduğunu anlatıyor. Yıllar sonra tüm bu kirli planlara koşulan başta Abdullah Çatlı olmak üzere pek çok eli kirli piyonun fotoğraflarına, ifadelerine ve mektuplarına ulaşıyor bu izbe arşivlerdeki dosyalarda. Örneğin; Ömer Ay’ın, Tekiner cinayetinin ardından kaçtığı Hamburg’da bir trafik cezası alması sonucu yakalandığını ve bu trafik cezası sayesinde kırmızı bültenle arandığının ortaya çıktığını görüyor ilkin dosyalarda. Ama daha ilginç olanı bugün ülkücülüğüyle övünen, milliyetçi camiada eskisi kadar olmasa da hâlâ itibar gören ve solcu düşmanlığıyla bilinen aynı Ömer Ay’ın, Türkiye’ye iade edilmemek için Almanya parlamentosunda Sosyal Demokrat Parti’den bir milletvekiline sığınarak kendisinin de bir sosyal demokrat olduğunu ve Türkiye’ye iade edilmesi durumunda hayatının tehlikede olduğunu söyleyecek kadar da ileri gidebildiğini, tabiri caizse inandığı ülkülerinden gerekli durumlarda vazgeçebildiğini görmüş. Susurluk kazasıyla tüm ülkenin tanık olduğu, eli uyuşturucudan silaha ve organize cinayetlere kadar pek çok kirli işe bulaşmış, pek çok ocağa ateş düşürmüş bir diğer ülkücünün, mezarının üzerinde “yiğitler yiğidi” yazan Abdullah Çatlı’nın ismini Nevşehir’de bulvarlara vermek için adeta seferberlik ilan edildiğini de benzer bir şaşkınlıkla izliyor. 

“Babam ardında sorumluluğu çok büyük bir soyadı bıraktı”

Babasının, öncelikle avukat kimliği ile yörede ciddi iz bırakmış bir isim olması, her köyde, kasabada babası ile bağı olan insanların varlığı güç olmuş kızına. O zamanki genç nesil, öğrenci olan ve sol fraksiyonlar içinde yer alıp hukuki sorunlar yaşayan ve bugünün ellili, altmışlı yaş grubu insanlarla, dönemin TÖB-DER’li öğretmenleriyle, DİSK’e bağlı işçilerle, derdine derman arayan çiftçisiyle karşılaştığında, babasının ardında sorumluluğu çok büyük bir soyadı bıraktığını derinden hissettiğini söylüyor. Babasının yardımsever ve gönlü bol bir insan olduğunu, donanımıyla ve mizahıyla çok güçlü bir siyasetçi, cesur ve inandığı değerlerden canı pahasına vazgeçmeyen bir yurtsever olduğunu çok farklı camialardan insanlardan dinlemek babasına inancını daha da artırıyor. 

Babasına dair annesinin çok severek anlattığı bir hikâye ise şöyle: 

“Babam, nişanlıyken anneme demiş ki: ‘Her gün köylere gidiyorum, oradakiler benim dostlarım, aynı kaptan yemek yiyoruz. Aynı kaba batırıyoruz çatalımızı, kaşığımızı. Sakın kibirli olma.’ Annem babamın bu sözlerini bize hep çok keyifle anlattı. Aralarında 19 yaş farkı olmasına rağmen uyum içinde on yıl süren bir evlilik bizimkilerinki. Üç kardeşiz. Çok mutlu bir aile, bu elim olay yaşanana kadar…”

“Babam, tam bir halk insanı

“Çok iyi bir hatip olduğu ve usta bir fıkra anlatıcısı olması (özellikle Bektaşi fıkraları) hususunda arkadaşları, onu tanıyanlar hemfikirler. Çok berrak bir zekânın ürünü olan bu mizahın, yaptığı siyasetin de önemli bir parçası olduğunu söylüyorlar. Herkes onu keyifle, neşeyle ama aynı zamanda hüzünle anıyor, anlatıyor. Düşündüğü, inandığı ve istediği gibi yaşayan, şan-şöhret peşinde koşmayan bir insan olduğunu pek çok kişiden dinledim.

Belgesel sırasında görüşme yaptığım babamın arkadaşı Yaşar Göktaş babamla bir anısını paylaşmıştı. Babamın milletvekili olduğu 15. dönem, 70’lerin ilk yarısı. Günün CHP’li Adalet Bakanı Selçuk Elverdi babamın yakın arkadaşı. Babam bir gün Nevşehir’den Yaşar Göktaş’la beraber Meclis’e, oradan çıkınca da Selçuk Amca’nın yanına gidiyor. Selçuk Amca babama diyor ki; ‘Zeki, buraya müsteşar olarak gel, hukuk üzerine olan bilgin, birikimin burada çok işimize yarar.’ Babam diyor ki, ‘Ben ceket iliklemeyi sevmem.’ Selçuk Amca diyor ki , ‘Yahu ceketini ilikleme.’ Babam yanıtlıyor: ‘O da benim ahlak anlayışıma sığmaz.’ Bakanlıktan çıktıktan sonra babamın yanındaki arkadaşı, ‘Yahu sen deli misin, sana müsteşarlık teklif ediyor adam, bunu nasıl kabul etmezsin?’ diye şaşırıp sorunca babam, ‘Sen beni hiç anlayamamışsın, ben ceket iliklemeyi sevmem’ diyor. Belgeselde bir kere daha fark ettim ki, yöre insanları hep yakın çevresi olmuş babamın, hepsiyle çok yakın. Kendisini eleştiren, beraber içki içen, tavla oynayan gülen, eğlenen yerel halk babamın gerçek dostları olmuş ve bu milletvekili olduğu dönemde de hiç değişmemiş. Hiçbir zaman üsttenci olmamış, o toprağın çocuğu olarak mücadelesini memleketinde vermiş. Davasından vazgeçmemiş. İlk suikast girişiminde ağır yaralanmasına karşın gemiyi terk etmemiş. Nevşehir gibi zor bir politik coğrafyada yaşam mücadelesi veren ya da politik mücadele içinde olan işçiyi, çiftçiyi, gençleri yalnız bırakmamış. Aynı zamanda toprağı da iyi bilen biriymiş babam. Boş zamanlarında traktöre binip tarla süren, ekinin, emeğin değerini bilen bir adammış. Bugün Nevşehir’de çarşıda gezin. Onun dönemine tanıklık etmiş kime sorsanız ‘Zeki Bey kötü adamdı’ diyen bir insan bulamazsınız. Ben buna yakından tanığım. Belgesel sürecinden tanığım, ağabeyimin milletvekilliği adaylığı sürecinden tanığım. Bu gerçekten azımsanmayacak bir özellik. Ve dikkat ederseniz babam gibi o dönem öldürülen insanların hepsinin ortak bir özelliği var: İyi insan olmaları. İyi, samimi ve ahlaklı.”

Tekiner’i öldüren katillere cinayetlerin emrini verenler aradan geçen 40 yıla rağmen hâlâ bulunmadı.

CHP İstanbul İl Başkanlığı ve Toplumsal Bellek Platformu, geçmiş dönem Nevşehir İl Başkanı Mehmet Zeki Tekiner ve CHP üyesi Yavuz Yükselbaba için katledilişlerinin 40. yıl dönümü nedeniyle bugün saat 21.00’de çevrimiçi anma programı düzenleyecek ve etkinliğin video linki CHP İstanbul İl Başkanlığı ve Toplumsal Bellek Platformu hesapları üzerinden yayınlanacak. 

Mehmet Zeki Tekiner kimdir?

1929 yılında Nevşehir’de dünyaya geldi. Dört çocuklu bir ailenin ilk erkek çocuğu olması sebebiyle Tekiner, çocukluğunu Ankara’da Varidat Müdürü olarak görev yapan babasının yanında değil, dedesinin isteği üzerine Nevşehir’de geçirdi ve öğrenimine burada başladı. O dönemde Nevşehir’de lise bulunmadığından Ankara’ya gelerek, lise öğrenimini Kurtuluş Lisesi’nde tamamlayan Tekiner, 1952 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Tekiner’in ilk görev yeri savcı olarak atandığı Adıyaman’ın Besni ilçesiydi. Bir yıl sonra ise serbest avukatlık yapmak üzere yaşamının geri kalanını geçireceği memleketi Nevşehir’e geri döndü. 1951 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) üye oldu. 1955 yılında CHP Nevşehir İl Başkanlığı görevini üstlendi. 27 Mayıs’ın ardından 1961 yılında Nevşehir İl Temsilcisi olarak TBMM’de Kurucu Meclis Üyeliği yaptı ve 1961 Anayasası’nın hazırlanmasında bir hukukçu olarak etkin rol aldı. Muhtelif tarihlerde il başkanlığı yapan Tekiner, 1973’te CHP’den Nevşehir milletvekili seçildi. 1977 yılındaki senatör adaylığının ardından öldürüldüğü güne kadar il başkanlığı görevine devam etti. Nevşehir’de genelde siyasi davalarda ilk adres olarak başvurulan ve bu davaları hiçbir karşılık beklemeksizin üstlenen, Orta Anadolu’nun kanaat önderlerinden olan evli ve üç çocuk babası Avukat Mehmet Zeki Tekiner, 11 Şubat 1980 tarihinde evinde uğradığı silahlı saldırıdan yaralı olarak kurtuldu, 17 Haziran 1980’de şehir merkezinde uğradığı ikinci silahlı saldırı sonucu ise hayatını kaybetti.

18 Haziran 1980 günü Nevşehir’de düzenlenen cenaze töreninde konvoya çapraz ateş açıldı, çok sayıda milletvekili ve vatandaş yaralandı. O gün omuzlarda taşınan Tekiner’in naaşı hedef alındı. Kentte büyük infiale yol açan saldırı sırasında yirmi dakika yerde kalan tabuta 13 kurşun isabet etti. 19 Haziran 1980 günü ise Ankara, Tekiner’i, içindeki bitmez tükenmez hoşgörü ve sevginin büyüklüğüne yaraşır bir kortejle, son yolculuğuna uğurladı. 

Aylin Tekiner kimdir?

Nevşehir doğumlu sanatçı, yazar ve hak savunucusu. Toplumsal travmalar özelinde hafıza ve adalet kavramları üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. 2010 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan, doktora tezinden yola çıkarak hazırladığı “Atatürk Heykelleri: Kült, Estetik, Siyaset” adlı bir kitabı bulunuyor. Ülkesinde ve yurtdışında kişisel sergiler açan ve karma sergilere katılan Tekiner, New York merkezli bir araştırma enstitüsü olan Research Institute on Turkey’nin eşdirektörü. Türkiye’de siyasi cinayet mağduru 28 ailenin bir araya gelmesiyle oluşan Toplumsal Bellek Platformu üyesi olan Aylin Tekiner New York’ta yaşıyor.

Become a patron at Patreon!