‘Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı’

Turkiye'de gazetecilik masali

Turkiye'de gazetecilik masaliÜmit Alan’ın, Türkiye’de gazetecilik tarihinin izini sürdüğü kitabı “Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı” raflarda yerini aldı.

Türkiye’nin basın tarihini “gazetecilik”ten çok, “gazetecilik yapmak için mücadele etmenin tarihi” olarak özetleyen Ümit Alan, kitapta, basınımızın darbe dönemlerinde sinip nasıl taraf olarak etkisiz bir performans gösterdiğini, hukukun ve gazeteciliğin işlemediği yerde, cehaletle harmanlanan kötülüğü örgütlemenin ne kadar kolay olduğunu, basının yaşanan onca olayı nasıl manipüle ettiğini hatırlatıyor. Türkiye basınının çok dönemde halkın yanında olmadığını, bazı gazetecilerin nasıl da halkla ilişkiler çalışmasına gönüllü yazıldığını ifade ediyor.

Türkiye gazetecilik tarihine baktığımızda en karanlık dönemde olduğumuzu söyleyen Alan, neden böyle bir dönemde bu kitabı yazmak istediğini şöyle açıklıyor: “Gezi Direnişi’nde tepkilerin bir kısmının da medyaya karşı olması bu kitabın miladı oldu aslında. Özel televizyonların başlangıcından bu yana belki de ilk kez bu kadar büyük bir kitle medyaya, “Bizi neden görmüyorsunuz?” diye soruyor ve hatta yayın kuruluşlarının kapısına dayanıyordu. İnsanlar sokaklarda mücadele ederken, bir haber kanalında fütursuzca yayınlanan o “penguen belgeseli” sembol olurken, yani kitlelerin bugüne kadar ekranlarda gösterilmeyenlerle “empati” kurma refleksinin en güçlü olduğu anda, “Bu ilk değil aslında,” demek istedim. Henüz otuzlu yaşların ortasında, ben bu kadarını gördüysem, kim bilir geçmişte neler yaşanmıştı? Bildiklerim vardı, peki hiç duymadıklarım olabilir miydi? Kişisel bir merakla arşivlerde ve ancak sahaflarda bulunabilen eski kaynaklarda gezinmeye başladım. Bu, üniversite yıllarında da sık sık yaptığım bir şeydi. Bunları BirGün gazetesinde yazdığım haftalık, yani güncel yazılarla aktarmam imkânsızdı. Kişisel bir merak sonucu öğrendiğim bazı şeyleri, dost sohbetlerinde anlatmanın ötesinde ne yapabilirim, diye düşünürken, büyük bir tesadüf eseri, Can Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Sırma Köksal aradı ve kitabın macerası başladı.”

Osmanlı sarayından destekli başlayan gazetecilik maceramızın, 2015 yılında “Ak Saray” olarak anılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na bağlı yaşam mücadelesini bir masal olarak imleyen yazar, “Gazetecilik bitti ama gazeteciliğin bitişi AKP iktidarında başladı demek için epey saf olmak gerek. Gazeteciliğin bitişi, aslında çok daha önce başlamıştı demek için, istersek Osmanlı’ya kadar gidebiliriz çünkü. Sendikasızlaşma ise bu yolda yükseltilen viteslerden biri olur,” diyor ve ekliyor: “Bugün hükümet baskısından dem vuran sözde muhalif medya grubu ve onun bir anda muhalifleşen kalemşorları, bu hikâyede oynadıkları rol için günah çıkarmadı henüz. Bazı siyasi meselelerde o günün şartları öyleydi vs. gibi minik özeleştiriler duymak şaşırtıcı değil. Eğer bir gün, gazeteciliğe en büyük darbeyi aslında sendikasızlaştırarak vurmuştuk, diyen yayın yönetmenleri çıkarsa belki bir parça umut duyabiliriz. O da bir parça… Çünkü tek problem sendika da değil. Onu da biliyoruz. Onu bildiğimiz için sık sık medyada, medya dışı sermaye ne arıyor, diyoruz.
Bu bir tümevarım; ama sanılmasın ki, bu ülkede hiç “gazeteciler” olmadı. Elbette istisnalar hep oldu. Kabul edilenin aksine, istisnaların kaideyi bozduğu zamanlar da oldu. Fakat bu kitap, onları değil “olmayanları” anlatmaya çalıştı. Gazetecilik gibi “gerçeğe sadakat” göstermesi gereken bir mesleğin, nasıl masala döndüğünü anlatmak için meselenin olumsuz tarafına bakmak şart. Çünkü “eskiden biz Cağaloğlu Yokuşu’ndan tırmanırken gazetecilik vardı üstadım” iyimserliğiyle, sürekli geçmişi güzellemeye adanırsak, bugün yanlış giden şeylerin kökenine dair bir fikrimiz olmaz, diye düşünüyorum.”

Ümit Alan’a, bir gün o istisna gazetecileri de yazıp yazmayacağını soruyoruz, yanıtı şöyle: “O tarafı yazınca, tıpkı Hollywood filmlerindeki gibi “bir kahraman gelir, herkesi kurtarır” gibi bir algı oluşmasından korkarım. Açıkçası bugüne kadar yazılan pek çok gazetecilik kitabı “anı kitabı” formunda ve bu kurumlarda çalışan insanlar tarafından yazılmış. Böyle olunca insan ister istemez birilerini görmezden geliyor, birilerine iltimas geçiyor, bir başkasının özel durumunu bildiği için kıyamıyor, kendi dönemini biraz kutsuyor vs. Ben yaygın medyada çalışan biri değilim, kitapta bahsi geçen kurumların hiçbiriyle iş ilişkim olmuş değil, bundan sonra olması gibi bir hedefim de yok. Meseleye biraz dışarıdan bakabilme lüksüne sahibim ve zaten az olan zamanımı bu lüksü kullanmak için harcamak isterim. O ‘istisna gazetecileri’ de, biraz daha işin içinde olan insanlar yazmalı. Ben bundan sonra yeni medyayla değişen gazetecilik ve o gazeteciliğin sorunlarına eğilmek isterim. Yine biraz işin dışında kalmaya özen göstererek.”

– Bu kitap bir şeyi değiştirir mi?

Bu kitap tek başına hiçbir şeyi değiştirmez. Ancak, özellikle Gezi’den sonra artan bir ivmeyle gazeteciliğin sorgulanmaya başladığını hissediyorum. Özellikle meseleye ilgisiz olan bazı insanların böyle bir eğilimi var artık. Ben zaten bu kitabı o insanlar için yazdım. Meseleye en başından yani Osmanlı’dan başlamamın ve içeriği olabildiğince sade tutmaya çabalamamın nedeni bu. Eskisinden çok daha şüpheci yaklaşılıyor medyaya. Bu eğilim medya için bir yüzleşme sürecini başlatabilir. Biz onun ilk dönemini yaşıyor olabiliriz. “Bu kitap da işte ileride yaşanılacak olası bir yüzleşmede, bir zerre olabilirse ne mutlu.” diye yazmıştım kitabın önsözünde. Hissim tam olarak bu. Çok da karamsar olmamak gerek.

– Kitapta birkaç alıntı dışında T24’ün ismine rastlamadık, sevinelim mi?

Kitapta geleneksel yaygın medya üzerinden gittiğimiz için internet medyasını çok ele almadım. Yeni medyalar hiç yok. Çünkü yaygın medyayı, Osmanlı’ya kadar giderek geçmiş örneklerle kıyaslama şansım vardı. Kitap da biraz bunun üzerine kurulu. Bu kitabın bir devamı gelecekse, yeni medyalar da işin içine girecek. Bunu misyon edindim diyemem ama o gözle biraz bakıyorum şu sıra. T24’e özel bir parantez açmam gerekirse, kitaptan bağımsız olarak şunu söyleyebilirim. 3 yıl boyunca televizyonda Heberler isimli bir siyasi hiciv programı yaptık. Levent Kazak’ın bir projesiydi, ben de yazarlarından biriydim. 2013 yazında yayınına son verildi. İşte o programda hicvini yapmak için ‘gerçek haberlere’ ihtiyacım vardı. Özellikle son yıl, (2013) T24 haricinde taze haber kaynağı bulamaz hale gelmiştim. İlk iki yıl yararlandığım kaynakların isimlerini vermek istemiyorum, ama hem görmezden gelme hem de manipülasyon açısından dönüşümleri inanılmazdı. Biz çok hızlı bir şekilde habere ulaşıp hicvini yazmak ve çekmek durumundaydık ve geleneksel alternatif haber kaynakları bizim için yavaş kalıyordu. O dönem T24’ün böyle bir faydasını gördüm. Bu açıdan bir teşekkür borçluyum.

“Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı” onbir bölümden oluşuyor. Başlıklar şöyle:

Basın Baştan Kokar
Kaçmış Bir Fırsat Olarak Cumhuriyetin İlk Yılları
Çok Partili Dönemin İlk Günleri: Bir “Yetmez ama Evet” İyimserliği
“Cici Darbe” 27 Mayıs: Darbe Karşısında Hazır Oldayız
12 Eylül Darbesinin Gerekçesi: Sevinç Çığlıklarıyla Karşılanan 24 Ocak Kararları
Özallı Yıllar: “Yükselen Yeni Değerler” ve Hızla Alçalan Gazetecilik
Olağan Şüpheliler İçin Olağanüstü Hal Gazeteciliği
28 Şubat: Sürek Avı Misali Bir Algı Operasyonu
Bu Servis Etti, Bu Hedef Gösterdi, Bu Vurdu: Türk Basını Emir ve Görüşlerinize Hazırdır!
AKP’nin Yolunu Medya Nasıl Açtı?
Neden Değil, Sonuç: AKP Dönemi ve Gazeteciliğin Dibi

Ümit Alan, 1979’da Eskişehir’de doğdu. Muhtelif kurumlarda geçen eğitim serüvenini, Basın ve Yayıncılık Anabilim Dalında verdiği yüksek lisans teziyle nihayetlendirdi. 2000 yılından itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yazılarıyla görünmeye başladı. Heberler isimli hiciv programının (2010- 2013 Turkmax) senaryo yazarları arasında yer aldı. 2009’dan beri BirGün gazetesinde Köşe Vuruşu isimli köşesinde düzenli medya yazıları yazıyor.

(T24)

Become a patron at Patreon!