Müzik ve eğlence kültürünün New York’taki gönüllü elçisi
Genco Erkal, İnsanlarım ve Can’dan sonra Marx Soho’da ile tekrar New York’ta… Erkal’ın son dönem tek kişilik oyunlarını New York’a taşıyan isim Serdar İlhan’dan başkası değil. İlhan’dan, 10 Ekim’de New York’ta izleyicilerle buluşacak olan Marx Soho’da oyunu hakkında bilgi aldık ve sizler için kısa bir söyleşi yaptık.
“Marx Soho’da biraz riskli bir proje aslında. “Marx” ismini herkez sevmez ama oyun farklı, konu olarak ortama çok uygun” diyor İlhan ve ekliyor: “Uzun zaman önce komünizm çöktü, şu anda kapitalizm krizde! Yani tam Marx’lık bir durum. İşte bu ikilemde Marx tanrıdan bir günlüğüne izin alıp Londra’daki Soho’ya gitmek istiyor, ama yanlış Soho’ya, New York’a yollanıyor. Oyun bir mizah anlayışıyla Marx’ın hem hayatından bahsediyor hem de yanlış ve doğrularından. Bütün bunlar Genco Erkal’ın usta oyunculuğuyla da birleşince nefis bir oyun çıkmış ortaya. Yalın ama dopdolu”
Howard Zinn’in yazdığı oyunun 1998’de Atlanta’da İngilizce olarak oynandığını öğreniyoruz.
Serdar İlhan, ABD’de Türk organizatör denilince artık akla gelen ilk isimlerden biri. Organizasyon dünyasına nasıl adım attığını merak ediyorum…
“Grafik sanatçısıyım, Türkiye’de reklam ajanslarında sanat yönetmeni olarak çalışıyordum. 1989’da Amerika’ya gelmeye karar verdim. Bir süre farklı işler yaptım ama bir yandan da mesleğime devam ettim. 90’lı yılların başında birkaç müzisyen arkadaşımla küçük müzikli geceler düzenledik, düzenlemekle kalmayıp kendimiz de sahneye çıktık. Bu arada profesyonel Türk müzisyenlerle de tanıştım, çalıştım ve bunların devamında ilk kez 1994 yılında, bir arkadaşımla beraber Atilla Engin ile Carnegie, Weil Recital Hall’da bir konser düzenledim. 1999 yılında Ali Sarıkaya ile Soon Production’u kurduk ve Genco Erkal’ı “İnsanlarım” oyunuyla New York’a getirdik. O günden beri organizasyonlara devam ediyorum, bunun yanı sıra üç ayrı mekan açtım ve çalıştırdım. Halen Drom isimli canlı müzik mekanının ortağıyım” diyor.
“Burada organizatör olmak daha güvenli”
ABD’de bu işler Türkiye’ye kıyasla ne kadar kolay, ne kadar zor?
Türkiye’de organizasyon yapmadım ama, Türkiye’den müzisyenler getirdiğim için çalıştım diyebilirim ayrıca birkaç kez de müzisyen yolladım Türkiye’ye… Türkiye ile çalışmak bazen zor olabiliyor, çünkü burası hakkında fazla bilgi sahibi olmadıkları için karşılıklı anlaşmalarda problem yaşanabiliyor. Bana burada organizatör olmak daha güvenli gibi geliyor. Herkes çok açık ve net! İlişkilerde karşılıklı güven ve saygı var. Ben dünya müziği alanında çalışıyorum. New Yok’ta bu işi yapan otuz kişi civarındayız ve birbirimizi tanıyoruz, birbirimize karşılıklı destek oluyoruz. New York Art Presenters and Promoters isimli bir grubumuz var ve zaman zaman toplanıp rakip olacağımıza nasıl beraber çalışırız onu zorluyoruz. Bu çok önemli. Duyduğum kadarıyla bu tür ilişkiler Türkiye’de yok.
Türk müziği, sanatı, kültürü yurt dışında yeterince tanıtılıyor mu sizce?
20 yıldır ABD’de yaşıyorum. Birçok festival, yürüyüş ve konsere tanık oldum ve bir çok etkinlik düzenledim. Bir süre ben dahil Türkleri bir araya getirici etkinlikler yaptık. Bu da güzel tabii; fakat kültür ve müziğimizi yabancılara tanıtan etkinlik parmakla sayılacak kadar azdır. Ben kendi adıma son sekiz senedir bu konuya yoğunlaştım ve elimden geldiğince Türk müzisyenlerini buradaki festivallere çıkarıyorum veya buralı müzisyenlerle çaldırıyorum. Kendi adıma yaptıklarımdan memnunum ama bunlar maalesef yeterli değil. Türk müziği ve folkloru çok zengin ama maalesef etnik müzik alanında bir Hint veya Arap müziği kadar tanınmıyor. Onlar kadar dünya çapında müzisyen çıkaramadık.
Bu sene yapılan birçok festival ve konserler var. SummerStage, İstanbulive, Türk Günleri, Sarı Zeybek, Sertab ve Demir’in Painted on Water Grubu, diğer eyaletlerdeki Türk festivalleri… Profesyonel yapıldığı sürece bunlar çok etkili Türkiye’nin tanıtımda. Örneğin biz İstanbulive’i yaparken tanıtımına çok önem verdik, New York’lu bir müzik tanıtımcısı firmayı görevlendirdik, bu yüzden de Amerikan medyasında çok büyük yankısı oldu. Painted on Water da aynı şekilde, çok profesyonel çalışıyorlar ve Amerikalı seyirciye ve basına ulaşabiliyorlar. Son yıllarda Amerikalılar da kanun, ney, asma davul, sol klarnet 9/8 ritm gibi Türk müziği özellikleri ile tanışıyorlar. Ben kendi adıma bu konuda katkılarımdan dolayı seviniyorum.
2010 yılına geldik, umarım artık Türkiye’nin tanıtımını mehter marşından, kılıç kalkan ekibinden, sokakta yürüyüş yapmaktan daha ileriye götürmemiz gerektiğinin bilincindeyizdir.
Bazı Türk sanatçılar konsept yaratıp, uzun soluklu, uluslararası proje üretemiyor derler, bunun sizce sebebi nedir?
Türkiye’den çıkmış çok değerli müzisyenlerimiz var ve dünyada da tanınıyorlar. Aydın Esen, Fazıl Say, Suna Kan, İdil Biret gibi. Ama olaya sözlü müzik olarak bakarsanız folk, pop ya da rock maalesef çıkamıyor. Bunun en büyük nedeni de dil tabii. Fakat bu dezavantajı da göze alıp projelerine konsantre olmuş birçok müzisyenimiz var. Sertab Erener ve Demir Demirkan bu konuda çok yoğun çalışmaktalar. Zülfü Livaneli’nin Flarmoni Orkestraları ile yaptığı projeler var.
Bu tür çıkışların olmamasının nedeni biraz da yapımcılar, Türkiye dışında sanatçıyı destekleyip bu zorlu yolu seçmiyorlar bence. Benim üzerinde çalıştığım birkaç proje var, belki ben burada yaşadığım için bu tür girişimlerde bulunuyorum ama daha önce bu tür istekler olsaydı eminim birçok sanatçı isterdi ve zorlardı şartlarını. Pop müzikte buna en yakın isim Tarkan’dı ama olamadı.
“Canlı konserler altın çağına girdi!”
Teknolojinin gelişmesinin etkisi ile artık dünyanın diğer ucundaki kişilere kolayca ulaşılabiliyor, kaset çıkarıp ufak çaplı tanıtımlar artık sanatçıları tatmin etmiyor zannediyorum. Burada organizatörlere büyük iş düşüyor ne dersiniz?
Artık dijital yaşama geçtik müzikte, CD yapımcıları ve satıcıları tek tek kapanıyor, dünyanın herhangi bir yerinde olan aktivite anında her yere ulaşıyor. Müzik sanal ortamdan dijital olarak alınıyor, tanıtımda en etkili silah yeni medya; Facebook, twitter, myspace, youtube… Bütün bunların yüzünden de canlı konserler çok önem kazandı ve şu anda altın çağına girdi diyebilirim. New York’a konser salonu yetmiyor.
“Organizatörler ve tanıtımcılar çok yoğun”
Mekanlarda hergün iki veya üç konser yapılıyor. Konser yapmak için boş mekan bulmak çok zorlaştı. Bu da başka bir sorunu getiriyor tabii ki; bu kadar çok konserin içinden sivrilebilmek için düzgün organizasyonlar yapmak ve yaratıcı olmak.
New York Çingene Festivali’ne ilgi çok duyduğum kadarıyla, bu festivali ABD genelinde gezici festivale dönüştürme planı var mı?
Festivalimiz bu sene beşinci yaşına bastı. Beş ayrı mekanda beş ayrı konser yaptık. TimeOut, “Festivallerin en iyisi diye duyurdu”. New York Times, “Yapımcıları çok zor olanı başardılar” diye yazdı. Çingene Festivali bir iş aslında Avrupa’da tamam da New York’ta yapmak hiç de akıl karı değil! Ama son iki senedir zararsız kapatıyoruz festivalimizi…
Türk müzisyenler de katılıyor mu festivale?
Her sene festivalde bir Türk müzisyenini tanıtıyoruz ve turneye çıkarıyoruz. Bu sene Barboros Erköse ve New York Gypsy All-Stars ile WNYC ve WKCR radyolarına çıktık, canlı ve banttan Türk müziği çaldık, kendisini farklı müzisyenlerle çaldırdık. Geçen sene Baba Zula ile Chicago, Madison, Milwaukee, Toronto, Minneapolis festivallerini gezdik. Bir önceki sene aynı turneyi New York Gypsy All-Stars ile yaptık. Seneye de buna devam edeceğiz. Bu sene aynı turneyi Shantel ile yapacaktık ama son anda iptal etmek zorunda kaldık. Seneye festivalleri tekrar gezeceğiz. Bu sene 2010 İstanbul’dan da New York Gypsy Festivali’ni orada yapmamızı önerdiler ama henüz bir gelişme yok.
“New York’ta sponsor bulmak çok zor!”
Başarılı olan organizasyonların sürekliliğini sağlamak ne kadar kolay?
Kolay mı? Tam tersi çok zor. Her seferinde daha iyisini yapmak istiyorsunuz ama nasıl? Büyük projeler büyük masrafları gerektiriyor, bunun için de sponsorlara ihtiyaç var. Özellikle New York’ta sponsor bulmak çok zor. Yaptığım projelerin bir çoğunu sponsorsuz yapmak zorunda kalıyorum. En büyük örneği İstanbulive! Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve New York’lu birkaç firmanın yardımıyla çok küçük bir paraya sanırım bugüne kadar yapılmış en güzel ve kalabalık konserini gerçekleştirdik. Hiçbir etkinlik Amerikan basınında İstanbulive kadar yer almadı. Bunun gibi büyük projelerin devlet tarafından daha fazla desteklenmesi gerekiyor. Keşke buna gerek kalmasa da buradaki sponsorluklarla çözsek ama maalesef Türkler olarak maddi açıdan o kadar güçlü değiliz New York’ta! 2010 yazında üç büyük festivale girme şansımız var SummerStage, Celebrate Brooklyn ve Lincoln Center Out of Doors. Şu anda programlar hazır ama destek sağlanamazsa yapılamayacak.
Bir sonraki projeniz nedir?
Bu sene birkaç projem var kesinleşmek üzere olan. Ekim sonu Hüsnü Şenlendirici ve İlhan Erşahin ile Wonderland. Kasım veya ocak ayında Zülfü Livaneli ve Brooklyn Flarmoni ile yapmak istediğimiz bir proje var. Aralıkta Mazhar Fuat Özkan ile NY, DC, Toronto, San Francisco ve Seattle turnesi olacak. Yılbaşında da belki Sertab Erener konseri olabilir ve tabii ki Mehmet Dede ile beraber en büyük isteğimiz İstanbulive’i tekrarlayabilmek.
Hedefiniz?
İnandığım ve sevdiğim projeleri, çizgimi bozmadan devam ettirmek diyebilirim kısaca.
Son olarak, “Serdar İlhan kimdir?” sorusunun cevabını sizden alabilir miyiz?
Serdar İlhan, kendi çapında bir kültür emekçisidir.
(Turkish Journal)