“Anayasa değişikliği bir illüzyon mu?”
12 Eylül’de referanduma gidecek anayasa değişikliği paketi ile kritik bir sürece girildi. Referandum öncesi Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı Yard. Doç. Dr. Koray Çalışkan, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Özgür Mumcu, İstanbul Barosu avukatlarından Arzu Azim Bozkurt ve Birgün Gazetesi’nden tanıdığımız Cüneyt Cebenoyan ile konuştuk…
Bildiğiniz üzere, 1982 Anayasası kabul edildiği ilk günden beri toplumsal ve siyasal eleştiri konusu oldu. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu kesin; ama gelinen son durum yani referandum öncesi esen rüzgar pek de iç açıcı değil…
Özgür Mumcu’nun Anayasa tarifi ile başlayayım: “En çok kullanılan tanım Anayasayı bir toplumsal sözleşme olarak görüyor. Hukuk ve üretim ilişkileri bahsine hiç girmeden, çoğulcu özgürlükçü demokrasi açısından ise devletin temel kurumlarının işleyişini ve bireylerin hak ve özgürlüklerini belirleyen temel hukuki metin diyebiliriz.”
“Bu hukuki metin için yapılacak referandum öncesi sağlıklı tartışma platformu kurulabildi mi sizce?” diye sordum…
Koray Çalışkan, tartışma düzeyinin bayağı düşük olduğunu söyledi: “CHP, AKP ve MHP arasındaki sözlü itişmeleri tartışmadan sayamayız. Solun ve sağın içinde gerçekten tartışan yazarlar arasında ise değişikliklerin içeriği çok az tartışılıyor. Daha çok AKP’ye demokratikleşme konusunda güvenenler ve güvenmeyenler arasında değişiklik önerisinin içeriğinden bağımsız bir tartışma yapılıyor.”
Özgür Mumcu ekledi: “Referandum öncesinde sağlıklı bir tartışma ortamı oluştuğunu ileri sürmek imkansız. Neyin tartışıldığı belirsizleşti. Kaldı ki HSYK’nın yapısı gibi bir konu aslında seçmenin önemli bir kısmının umurunda değil. O sebeple de her zamanki gibi bir kaç sloganın etrafında dönen kısır bir tartışma ortamına mahkum kaldık.”
Arzu Azim Bozkurt ise, AKP’nin referandum sürecini çok acele tamamlamak üzere yola çıktığının altını çizdi ve şöyle dedi: “AKP’nin değişiklik paketinin tartışılmasını istemediği gibi uzlaşı arayışı da olmadı. Yanlış olan burası. Anayasa değişikliği ile hedeflenen gelişmiş demokrasiler seviyesini yakalamak ise, uzlaşma aramak şart idi. Demokrasi kültüründe uzlaşma olmazsa olmazların başındadır. Muhalefete bu noktada, şunu yapmalıydı bunu yapmalıydı diyemiyorum. Çünkü; AKP zaten söylenenlere kulaklarını tıkamıştı. Ne yazık ki, değişiklik paketi bu anlayışla gündeme getirilmiştir.”
Peki, içi boşaltılmış bazı siyasi ihtiyaçlar yeni tasarı ile giderilebilecek mi dersiniz?
Koray Çalışkan: “Bence çok sınırlı ve kısmi bir değişilik olabilir. Ama bir liberalin ya da sosyalistin bu tip bir makyaj değişikliğiyle yetinmesi doğru olmaz. AKP genel seçim öncesi kendini güçlendirecek bir genel manevra yapıyor. %60 evet çıkarsa, işte milleti biz temsil ediyoruz diyecekler. Ondan sonra Türkiye toplumunun daha da dinileştirileceği yeni bir dönem başlayacak.”
Arzu Azim Bozkurt: “Referandum paketinde yer alan ve HSYK ile Anayasa Mahkemesi’nin yapısını sözüm ona yeniden düzenlemeyi amaçlayan maddeler ile diğer maddelere ilişkin düzenlemeleri birbirinden ayırıyorum. Çünkü bu iki madde değişikliğinin demokrasiye hizmet amacı değil, yargı karşısında yürütmeye üstünlük tanımak amacı taşıdığını düşünüyorum. Pakette yer alan diğer madde değişikliklerinin hukuk devleti anlayışına, demokrasiye ve insan haklarına hizmet edebileceği düşüncesindeyim. Örneğin; Askeri Mahkeme’ler konusundaki düzenleme, pozitif ayrımcılığı destekleyen düzenlemelerin kağıt üzerinde bırakılmaması halinde demokrasiye hizmet edeceğini düşünüyorum.”
Bu bir AKP Anayasası mı?
Koray Çalışkan: “12 Eylül + AKP Anayasası.”
Özgür Mumcu: “Salt AKP oyuyla geçtiğine göre, AKP’nin Anayasa değişiklik önerisi diyebiliriz.”
Arzu Azim Bozkurt: “Evet kesinlikle. Değişiklik paketi tam anlamıyla AKP’ye ait. İlk başta da söylediğim gibi, bu konuda AKP tarafında ne muhalefetin, ne sivil toplum örgütlerinin (örneğin baroların ve sendikaların…) ne de akademisyenlerin görüşü sorulmadı. Sorulmadığı gibi toplumsal muhalefete kulak dahi verilmedi. Oysa Anayasa gibi tüm hukuk normlarının üzerinde olan ve de yasa tekniği açısından ciddi hukuksal bilgi gerektiren bir üst yapıyı oluştururken hukuk fakültelerinden, akademisyenlerden görüş almamak demokrasi adına anlaşılabilir bir tutum değil bence.”
“Referanduma 12 Eylül vesayetinden kurtulmanın bir adımı olarak bakanlar var” dedim, yorumlarını merak ettim…
Koray Çalışkan, 12 Eylül’ün o zihniyeti kuran, koruyan ve tamir eden kurumlarca yeniden üretildiğini söyledi ve sordu: “AKP hangi 12 Eylül kurumunu ortadan kaldırıyor? YÖK’ü mü? Olağanüstü güçlü Cumhurbaşkanlığını mı? %10 seçim barajını mı? Kamuda grevi yasaklayan maddeleri mi? Toplu sözleşmeyi kanunsuz hale getiren düzenlemeleri mi?”
Özgür Mumcu, “Geçici 15. maddenin kaldırılması konusunda bu maddenin öngördüğü suçlar için zamanaşımının kaldırılması yolundaki önerileri reddeden bir iktidarın, 12 Eylül’le bir derdi olduğunu sanmıyorum” dedi ve ekledi: “12 Eylül güçlü cumhurbaşkanı, YÖK ve hükümet denetiminde yargı demektir. Bu hükümet zamanında 12 Eylül’ün bu temel mantığı güçlendiriliyor. Askerin yerini AKP alıyor sadece. Askerin yerine sivil geçsin de isterse bu bozuk düzen devam etsin diyenlerin 12 Eylül vesayeti hakkında söylediklerinin nazarımda çok kıymeti yok.”
Arzu Azim Bozkurt ise AKP zihniyetinden olmadığı halde referandumda evet diyeceklerin gerekçelerini çok düşündüğünü, çevresinde görüşlerine saygı duyduğu dostlarından bazılarının referandumda “evet” diyeceğini belirtti ancak yinede vardığı sonuç; bu referandumun 12 Eylül vesayetinden kurtulma amacı taşımadığı yönünde.
Nedenini şöyle açıkladı: “Şayet amaç bu olsaydı hem değişikliğin daha geniş bir platformda tartışılması arzu edilirdi, yani uzlaşma aranırdı, hem de toplumsal muhalefete kulak verilirdi. Amaç demokrasiyi güçlendirmek idiyse bu amaca uygun yöntemlerle yola çıkılmalıydı. Ayrıca HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısında yapılması hedeflenen değişiklikler tam da 12 Eylül zihniyeti ile paralellik arz ediyor düşüncesindeyim. Aksi düşünülseydi zaten yürütmenin en önemli aktörlerinden Adalet Bakanı ve Müsteşarın bu yapı içerisinde kalması noktasında ısrarcı davranılmazdı.”
“Evet” çıkarsa Evren’in yargılanması olası olacak deniliyor, bu iyi bir adım olarak değerlendirilebilinir mi? Ek soru: Bu yeterli mi?
Koray Çalışkan: “Evet çıkarsa Kenan Evren yargılanmayacak. AKP bak istesek yapardık, ama yapmıyoruz diyerek arkadan dolaşıp puan kapacak. Kendi islamci ordusunu kurar kurmaz Kemalistlerden daha da korkunç bir orduyla karşı karşıya kalacağız. Polis teşkilatındaki Fethullahçı polislerin eylemcilerin karşısına geçip kafa tokuşturmalarına alıştık, şimdi sıra askerlerde. AKP’ye güvenmiyorum.”
Özgür Mumcu: “Evet çıkarsa Evren’in yargılanacağı söylentisi bir aldatmaca. Yargılanması yönünde verilen Anayasa değişiklik tekliflerini reddeden bizzat AKP iktidarıdır.”
Arzu Azim Bozkurt: “Ben Kenan Evren’in yargılanması fikrini anlamlı bulmuyorum. 12 Eylül’ü Kenan Evren olarak görmek ve değerlendirmek bana göre çok sığ bir değerlendirme olur. Dolayısıyla 12 Eylül ihtilali yargılanmak isteniyorsa yapılacak şey bence 12 Eylül ile bu ülkenin kalbine saplanan ve sürekli olarak ülkenin kan kaybetmesine neden olan yapı kurum ve kurallar bütünü yargılanmalı ve gelişmiş demokrasilerdeki örneklerine uygun olarak değiştirilmelidir.
“Benim kişisel görüşüm; dayatmacı, aceleci bir yaklaşımın söz konusu olduğu” dedim. “Olumlu adımların bile bu karmaşa da olumsuz sonuçlar doğuracağını düşünürsek, sonuç pek iç açıcı görünmüyor ne dersiniz?” diye sordum…
Üçü de katıldıklarını söyledi. Arzu Azim Bozkurt ekledi: “Tabiri caizse sap ile saman birbirine karıştırıldı. Sonuç; değişiklik paketi ve paketin referanduma götürülüş şekli bence fiyasko.”
Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile ilgili çok ciddiye alınması gereken endişeler var, sizin bu konudaki görüşünüzü önemsiyorum…
Koray Çalışkan: “Yargı hiç bağımsız değildir. 12 Eylül’den beri bir sürü insan yargı kararlaryla yok edilmedi mi? Yargısız infazları legalize eden ya da gizleyen yargı olmadı mı? Adalet sistemimizde ciddi sorunlar var. Ama adaletsizlik yaratan fikirlerin peşindeki partilerin bunu düzeltebileceğine inanmıyorum.”
Özgür Mumcu: “Hem yargıyı yürütmeden azade kılacak hem de yargının hukuki yorumlarını çağa uydurup demokratlaştıracak bir yeni sisteme ihtiyaç var. Ama bunun yolu iktidara yargı üzerinde bu kadar yetki vermek değil. Bugün AKP’den memnun olanlar bu düzenleme geçer ve tam karşıtları bir ideolojik görüş iktidara gelirse bu Anayasa değişikliklerinin nasıl kullanılabileceğini de düşünmeli.”
Arzu Azim Bozkurt: “Referandum ile demokrasimizin bir kez daha darbe göreceği; bu darbe ile kuvvetler ayrılığı ve kuvvetlerin eşitliği ilkeleri zarar gördüğü gibi, kuvvetler arasındaki dengenin yürütme lehine bozulacağı kaygısını taşıyorum. Bu çok tehlikeli bir durum. Demokrasi tarihi boyunca bunun çok örneği olduğu üzere, 3 kuvvetten hangisi diğer kuvvetler karşısında üstünlük kazandıysa, o ülke tarihinde demokrasi bitmiş yerini bir şekilde otoriter bir yapı almıştır.”
Peki, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin artırılmasıyla ilgili sorunları görmezden gelebilir miyiz?
Koray Çalışkan: “Bence gelemeyiz.”
Özgür Mumcu: “Türkiye asıl siyasi krizi yetkileri muallak bir cumhurbaşkanını halk seçerken yaşayacak zaten. Bugünkü tartışmalar onun yanında hava civa kalacak.”
Arzu Azim Bozkurt: “Ben Türkiye’deki işleyiş itibariyle Cumhurbaşkanı’nı yürütme erkinden ayrı göremiyorum. Çünkü Cumhurbaşkanı da bu makama oturana kadar bir siyasi kimlik taşıyor. İster parlamentonun içinden gelsin, isterse parlamenterlerin önermesi ile seçilsin. Sonuç değişmiyor bence. Son sözü halk söylüyor olsa da, sonuç itibariyle seçilen aday yürütme erkine yakın olan olacaktır düşüncesindeyim. Her ne kadar Cumhurbaşkanı teknik olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin başıysa ve de kağıt üstünde siyaset üstüyse de, pratikte siyasetin içinde hatta ve hatta tabiri caizse yürütme ile kol kola bir durumda. Hal böyle olunca da Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin artması beraberinde yürütmenin güçlenmesi anlamını taşıyor bence. Kuvvetlerin eşitliği ilkesini ciddi olarak baltalayacak bir durum. Ayrıca bu AKP iktidarı değil hangi iktidar olursa olsun sorun. Yani buradaki bakış açısı ve bu bakış açısı ile görülebilen sorun politik değil tamamen hukuki.”
Anayasa değişikliği sürecinin sonunda seçim barajının yerinde kalacak olması, siyasi temsil süreçlerinin demokratikleşmesi yönündeki adımları hızlandırır mı, yavaşlatır mı?
Koray Çalışkan: “Yavaşlatır elbette.”
Özgür Mumcu: “Barajın ömür billah böyle kalacağını sanıyorum. Umarım yanılırım. Hiçbir iktidar barajın getirdiği çarpık temsil avantajından vaz geçeceğe benzemiyor.”
Arzu Azim Bozkurt: “Bu noktada da yürütme erki istemedikçe, yasama tekniği açısından yapılacak bir şey olmadığını düşünüyorum. İktidarın temsil konusunu kendi çıkarı noktasında değil de demokrasinin gelişmesi noktasında ele alması ve konuya bakış açısının bu olması halinde seçim barajının değişebileceği düşüncesindeyim. Bugünkü iktidarın yaklaşımları ile bu değişim kısa vadede pek mümkün değil bence.”
Grev yasağının yerinde kalması, bizi sendikal hakların tam olarak hayata geçeceği güne yaklaştırır mı, yoksa tam tersi mi söz konusu?
Koray Çalışkan: “Bence emek dünyası daha da geriye gidiyor.”
Özgür Mumcu: “Sorunuz yanıtı da barındırıyor. Grevsiz sendika hakkı, ifadesiz fikir özgürlüğü gibidir.”
Arzu Azim Bozkurt: “Buna kısaca “sıfıra sıfır elde var sıfır“ diyelim. Yine tekrarlayacak olursam; bence bu anayasa değişikliğinin hedefi ülkenin demokrasi yolculuğunda açtığı yelkenlere rüzgar vermek değil . Şayet amaç bu olsaydı; sermaye ve devlet gücü karşısında emeğin ihtiyaçları dikkate alınırdı. Emeğin temel demokratik haklarını kullanabilmesi demek olan ve demokrasinin olmazsa olmaz kurum ve yöntemlerinden sendika hakkı ve grev hakkı sınırlandırılmazdı.
12 Eylül rejiminin tartışılmadığı bir ortamda, 15. maddenin değişmesi göz boyasa da adaletsizliklerin onarılması sürecinin başlayıp başlamayacağını nasıl bilebiliriz?
Koray Çalışkan: “Hak verilmez, alınır. Siz 12 Eylül rejimine direnenleri, tabanda örgütlenenleri, insan hakları derneklerini vs. sürecin dışında tutacaksınız, sonra 12 Eylül’le hesaplaşacaksınız. Bence mümkün değil. Bundan sonra ben AKP’den ciddi bir anayasa değişikliği ya da yeni bir anayasa yazma iradesi beklemiyorum. Tamam işte değiştirdik, demokratikleştik diyecekler. Yollarına devam edecekler, taa ki kendilerinden daha İslamcı bir parti gelene kadar. O zaman Hürriyet gazetesi de CHP, AKP koalisyonu kurulsun diye uğraşır. Bir zamanlar CHP ve MHP yanyana gelemezdi, şimdi seçim olsa da beraber hükümet olsak diye rüya görüyorlar.”
Özgür Mumcu: “Başlamadığını 13 Eylül günü göreceğiz zaten.”
Son soru: Bu süreçte sizi en şaşırtan mevzu ne?
Koray Çalışkan: “Şu anda nedenlerini iyi tahlil edemiyorum. Ancak fikrine ve duruşuna çok güvendiğim beraber mücadele ettiğim arkadaşlarım Evet, Hayır ve Boykot arasında dağılıyor. Daha önce bu kadar net ayrımlar olmazdı. Daha hızlı anlaşırdık. Şimdi hızla ayrıştık. Anlamakta güçlük çekiyorum. Zorunlu tahkim nedeniyle kamuda grevi pratikte yasaklayan, seçim barajının kaldırmayan, kadınlar açısından ciddi hiçbir değişiklik önermeyen, anaysal sürecin paydaşlarını her yerde dışlayan, bence meşru olmayan bir referanduma nasıl katılırız? Hadi Hayır’ı anlıyorum. Evet beni çok zorluyor. Türkiye’de siyasi duruşlar hiçbir zaman böyle hallaç pamuğu gibi birbirine girmemişti. Bir milliyetçiyle bir sosyal demokrat alanlarda aynı tercih için propoganda yapıyorsa, bir sosyalistle bir İslamci aynı safta yetse de yetmese de evet diyorsa bu işte bir gariplik var. Bazı alametler beliriyor, ama neyin olduğunu anlamamıza daha var. Asgari müşterekler artık ne kadar müşterek bilemiyorum.”
Özgür Mumcu: “Özel olarak şaşırtan bir şey olmadı. Belki başbakanın “soy” vurgusunun yeterli tepki almaması.”
Arzu Azim Bozkurt: “Bu süreçte beni şaşırtan bu paketin ve paketi hazırlayan hükümetin demokrasi iddiası taşıması. Buna çok şaşırıyorum. Aslında cumhuriyet, demokrasi, seçim, seçme ve seçilme hakkı gibi kavramlarla çok tepeden inme tanışan, eskiden ümmet olan ve şimdi ise halen daha halk olma gelişimini tamamlayamamış bir toplumda yaşananlara şaşmamak belki daha doğru bir yaklaşım olur.”
Fikrine her daim çok önem verdiğim Cüneyt Cebenoyan ise tartışmanın çok saldırgan bir üslupta sürdüğünü yineledi: “Kimsenin karşısındakini dinlediği yok. Konumlar belirlenmiş ve karşılıklı ateş ediliyor.”
Cebenoyan da, “hayır” diyecekmiş. Evet diyeceği maddeler olmasına karşı. Yapılanları manavın üste iyi domatesleri koyup alta çürükleri gizlemesine benzetti ve fikrini şöyle ifade etti: “Bu anayasa maddeleri ayrı ayrı sunulabilirdi. Sunulmadı. Bu maddelerin bazıları mesela 15. madde mecliste değiştirilebilirdi. CHP önermişti bu değişikliği yapalım, demişti, Erdoğan’ın cevabı “komik olmayın” olmuştu. Ama zaten hükümetin 12 Eylül’ün yargılanması gibi bir derdi yok ve bu konuda bir şey yapılamayacağını, söyleyip duruyorlar. Bir şey yapılabilmesi için zaman aşımının kalkması gerekirdi, bu da değişikliğe eklenebilirdi, eklemediler. Yerindelik denetimi diye bir yetkisi vardı Danıştay’ın, kalkıyor. Bunun anlamı, benim anladığım kadarıyla, mesela bir HES’in çevreye zarar verip vermeyeceğinin yerinde araştırılması demek. Ama Danıştay artık böyle bir itirazda bulunamayacak. Ya da bir doğal kaynağın özelleştirilmesi kamu yararına değildir diyemeyecek gibi. Hoş, bu madde varken de Karadeniz’in sahilinin ve derelerinin canına okudular. Yine de dikenleri ayıklıyorlar. Kamu emekçilerinin grev yapması engelleniyor. Yargı çok çok kötüydü ama yargıyı değiştirmiyorlar, sadece ellerine geçirmek istiyorlar. YÖK’te herhangi bir değişikliğe gitmedikleri gibi.
Liberallerin dediği gibi; biraz da AKP’ye karşı olduğunuz için mi Anayasa değişikliğine karşısınız?
Evet, tabii ki biraz da ondan. AKP’ye zerre kadar güvenmiyorum. Eğer, akrep sizi her defasında sokmuşsa elinizi bir daha uzatmazsınız. AKP’nin bütün istediği mutlak egemenliği. Bugüne kadar da ben hayırlı bir sonucunu görmedim bu politikaların. AKP’yi 12 Eylül’ün has partisi olarak görüyorum, bütün askerle çatışmasına rağmen. Kendileri de 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’i öncüleri olarak görüyor. 12 Eylül o politikalar hayata geçirilebilsin diye yapılmıştı. Ve Özal da cuntanın başbakan yardımcılığına getirilmişti. Bunları kimse hatırlatmıyor Erdoğan’a. Sözlerimi İbrahim Özden Kaaboğlu’nun “Halk Neyi Oylayacak” kitabından bir alıntı ile bitireyim: “Seçmenler aralarında içkin bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır” Ayrıca Anayasanın 175. Maddesi şöyle der, dikkate alınsın: “Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunlar halkoyuna ilke olarak ayrı ayrı sunulur.”
“Yargı Reformu” çizimi Necdet Yılmaz’a ait…
(Turkish Journal)