Funda Şenol ile Kızılcık Şerbeti üzerine söyleşi
Aylar aylar önce ilk Burak Kadercan’dan duydum diziyi. Görsellerine bakınca önyargılı davrandım, “Ne anlatıyor olabilirler, Kayseri’de çokça tanık olduğum muhafazakar-ataerkil zihniyeti hatırlatacak bana” deyip izlemeyi geciktirdim. Sonra bir video düştü önüme, Kızılcık Şerbeti’ni açtım ve kapatamadım, belki de birçoğunuz gibi. Derken RTÜK yasağı geldi. Neyse ki Nursema özgürlüğüne kavuştu. Çokça konuşuldu dizi hakkında, daha da konuşulur sanıyorum. Uzun yıllar kadın çalışmaları alanında ders vermenin yanında akademik çalışmalar yapmış ve projelerde yer almış biri olan Prof. Dr. Funda Şenol, Kızılcık Şerbeti hakkında ne düşünüyor diye merak ettim. Sorularım ve kendisinin yanıtları şöyle:
Kızılcık Şerbeti izleyicide neden karşılık buldu?
Yakın zamana kadar ekranlarda, nüfusun önemli bir kesimini oluşturan mütedeyyin insanları, onların yaşam tarzlarını temsil eden bir dizi yer almıyordu. Hatta ilk kez türbanlı bir karakter bir dizide boy gösterdiğinde “Acaba ona nasıl bir rol biçilmiş, mağduru mu canlandıracak, yoksa renk olsun diye mi konuldu” diye meraklanmıştık. AKP iktidarına denk düşen bir dönemde ekranda göründüğü için olumsuz bir temsil söz konusu olamazdı çünkü. AKP öncesi ara sıra reality showlarda, özellikle Flash TV’de, sonradan espri konusu olan, dehşet hikayelerinde mütedeyyin kesim cin-büyü hikayelerinin bir parçası olarak beliriyordu. Ama ana akım medyada rastlayamıyorduk. Buraya hemen önemli bulduğum bir parantez açayım, mütedeyyin kesimin temsili dendi mi, hemen türbanlı bir kadın figürü akla geliyor ve böyle temsil ediliyor bu kesim. Her ideoloji kadın bedeni üzerinden kendini kurduğu ve kadınlar bu anlamda araçsallaştırıldıkları için maalesef murad edilen tepki (olumlu ya da olumsuz) uzun yıllar “irtica tehdidi”ni sembolize eden veya Kemalist ideolojinin dışladığı mağdur türbanlı kadın görüntüsüyle derleniyor.
Soruya dönecek olursak, AKP’nin uzun hükümranlığının, geçmişte tek parti yönetiminin açtığı yaraları da kanatarak, derin bir yarılmaya ve düşmanlığa sürüklediği toplum, dindar-seküler çatışmasının bir evlilik ilişkisi üzerinden anlatılmasını çok çekici buldu. Bu çatışmayı bir evlilik ilişkisi üzerinden anlatmak çok elverişliydi çünkü evlilik pratiği iki kişiyle değil, iki tarafın ailesinin ve sosyal çevresinin müdahalesiyle yürütülen bir ilişki. Üstelik bir tarafın üst, diğer tarafın orta-üst sınıftan olması ilişkinin arka planına sermayenin el değiştirmesinin kültürel hayata, gündelik pratiklere, insan ilişkilerine nasıl yansıdığını da yerleştiriyor. Bir televizyon kanalında bu çatışmanın konu edilmesinin seçime yakın bir atmosferde olması da manidar.
Kızılcık Şerbeti’nden önce Bir Başkadır bizi tecrübe ettiğimiz dindar-seküler gerilimi hakkında düşünmeye sevk etmişti. Ama hem dijital bir platformda yayınlandığından, hem de daha sofistike bir iş olduğundan kitlesel ilgi yaratamamıştı. Kızılcık Şerbeti daha basit bir anlatı kalıbını kullanıp, merkeze bir aşk ilişkisi koyarak ilerleme taktiği uyguladı. Ayrıca, bahsettiğim sınıfsal konuma dayalı olarak tüketim kültürünün göz kamaştırıcı unsurlarını da önümüze sererek, seyir zevkini arttırdı. Lüks ve deniz manzaralı evler, modaya uygun mobilyalar, pahalı kıyafet ve takılar… Bu saydıklarım aynı zamanda maddi kültürün inanca ve politik konumlanışa göre de farklılaştığını göstermesi bakımından ilginç. Dindar ailenin klasik mobilyaları, duvarlara asılı dini semboller, dekoltesiz ama gösterişli, tasarım ürünü kıyafetleri, takıları; seküler ailenin modern tasarımlı mobilyaları, kıyafetleri ve takıları… Bütün bunlar televizyon sektöründe ticari işbirliklerinin de neticesi. Ama züğürt olarak çenemizi yoran farklı kültürlerden zengin kesimin zevklerini ve tercihlerini de yansıtması bakımından kayda değer.
Hasılı, irtica gelecek kaygısı taşıyarak mütedeyyin kesimin tamamına önyargılı yaklaşanlar da, daha demokrat olanlar da günlük hayatımızda yaşadığımız gerilimin, mağdur ile zalimin sürekli yer değiştirdiği tartışmaların iyi oyunculuklarla cazip kılınmış bir kurgu olarak karşımıza çıkmasından etkilendik. Ben bunu içinde yaşadığımız toplumu anlamaya çalışmanın bir neticesi gibi görüp umutlanmak istiyorum tüm iyimserliğimle. Ama çevremden edindiğim izlenim, televizyon karşısına daha münafıkça bir tavırla oturup maç izler gibi, tuttuğu tarafın galip gelmesini bekleyenlerin de olduğu… Üstelik dindar kesim, çeşitli forumlarda kendilerinin yanlış temsil edildiklerini, “eski kafalı”, gaddar ve dünya nimetlerine düşkün gösterildiklerini, İslam dininin buyruklarına göre bir yaşantının burada gösterildiği gibi olmadığın söyleyip rahatsızlıklarını dile getiriyorlarmış. RTÜK yasağında yükselen bu tepkinin de etkisi olsa gerek.
Burak Kadercan, dizi hakkında, “Temelde tam bir Yeni Seküler Manifesto; mesajını insanların kafasına vura vura vermiyor, eskiye göre çok daha insancıl & gerçekçi bir manifesto.” diyor. Dizide, “muhafazakarlık” & “muhafazakarlar” arasındaki farkın vurgulandığını da söylüyor. Katılır mısınız?
Dizi ilk bölümünde seküler ailenin öne çıkan figürü Kıvılcım’ın tavırları (mağazada türbanlı iki kadına gösterdiği absürt ama yaygın olarak karşılaştığımız tepki, okuldaki kibirli havası) dolayısıyla iki tarafa eşit ağırlık vereceği izlenimini yaratmıştı. Hatta yine ilk bölümlerde Pembe Hanım, Doğa’ya anaç yaklaşımı, hamileliğini ona ve ailesine karşı koz olarak kullanmaması sebebiyle kimilerince takdir edilmiş, kimilerince de yine aynı sebepten inandırıcı bulunmamıştı. Düşünüyorum da benim dindar olmadığını iddia eden ailem bile evlilik dışı gebeliği bu kadar rahat karşılamaz, her fırsatta kadının yüzüne vururdu. Tabii erkek anası olmasını ve oğlu Fatih’in veliaht sayılmasını da atlamayalım.
Birkaç bölüm top iki taraf arasında döndü durdu. Fakat yavaş yavaş seküler ailenin mağduriyeti ön plana çıktı. Bu anlamda ve dizinin gidişatına bakınca Kadercan’ın tespiti giderek doğrulanıyor gibi. Bunda, Doğa’nın dindar geniş ailenin evine yerleşmesinin de etkisi var. Çünkü gündelik hayat, aile ilişkileri ve ev içi pratikler, sanılanın aksine, ideolojik yarılmaları tecrübe edebileceğimiz en elverişli ortamlar ve pratikler. Mesela Doğa bir şiddet döngüsünün içine gömülmüş durumda. Fatih ve ailesi tarafından sembolik şiddete maruz kalıyor, üzülüyor ve bunu belli ediyor. Bazen öfkeyle hesap soruyor. Bu tepkiler aşk uğruna bazen Fatih’in göğsünde yumuşatılıyor, bazen de alttan alması, özür dilemesi gerektiğine ikna ediliyor. Çiftimiz sevgi dolu bir yakınlığın içine gömülüyorlar. Bir süre sonra aynı döngü yeniden söz konusu oluyor. Dizinin son bölümlerinde Kıvılcım’ın da bu döngüye teslim olduğunu gördük aşk uğruna. İkna olmaya hazır hep kadınlar. Hata yaptıklarını bile bile. Çoğumuz bundan azade değiliz. Son günlerde Aile dizisinde de aynı döngüyle karşılaşıyoruz. Psikolog olan Devin, kendi derdine derman olamıyor. Ama şunu da unutmayalım senaryo gökten inmiyor, yazarların politik duruşlarının, kişisel deneyimlerinin, karakter özelliklerinin ve bunun yanında kanaldan, seyirciden gelen yönlendirici tepkilerin de etkili olduğunu söyleyebiliriz terazinin kefesinin bir yana doğru sarkmasında. Oyuncuların yarattıkları imaj ve bunun bulduğu karşılık da mühim. Hangi karaktere yakınlık duyarsanız veya hangi karakter oyun gücü ve kendisine yazılan rolle öne çıkarsa ibre o tarafa kayabiliyor. Mesela Ömer ilk bölümlerde itibar kazanmışken, Ramazan ayında sergilediği tavırlarla tepki topladı. Nursema’nın serencamı da tersinden benzer oldu. Hasılı, şunu hep unutuyoruz: bu içeriği yazan bir ekip var. Onlar da rating kaygısıyla türlü numaralar çevirmek durumunda kalıyorlar. İbreyi bir o tarafa, bir bu tarafa kaydırmak zorundalar. Seyirci kanarak, kandırılmak isteyerek izlediğinde o ailelerin bir parçası oluyor. Biraz mesafe alıp şimdiki gibi üzerine konuştuğumuzda kurgusal bir içeriği oluşturan tüm ögeleri görebilmemiz ve gidişatı ona göre değerlendirmemiz mümkün.
Şunu da ekleyeyim: hakikaten tek bir muhafazakarlık deneyimi yok. Her ideolojinin muhafazakar bir tarafı var. Liberal olanın bile. Mütedeyyin kesimin muhafazakarlık deneyimleri de farklılaşıyor. Sınıfa, kültüre, mezhebe, etnik kimliğe, cinsiyete, coğrafyaya, siyasetin seyrine bağlı olarak. Neticede biz bir metropolde yaşayan, zengin, güçlü, ataerkil ve AKP’li olduğu açık bir aile ile aynı şehirde yaşayan orta-üst sınıftan entelektüel, kadınlardan müteşekkil, demokrat olduğunu iddia eden bir başka ailenin ilişkilerine tanık oluyoruz. Memleketin başka coğrafyalarında, başka sınıfsal konumlardan, farklı siyasi angajmanları olan ailelerin nasıl ilişkileneceğini bilemeyiz. Başka bir muhafazakar aile, oğlunun gebe bir kadınla evlenmesini kabullenmeyebilir veya gelininin seküler ve özgürlükçü ailesiyle görüşmeyi reddedebilir, kızını gece hayatına düşkünlüğü ispatlanmış bir erkekle, dünürlerini ne kadar beğenirse beğensin evlendirmekten kaçınabilirdi.
RTÜK kararını nasıl yorumladınız?
Başta da bahsettiğim gibi, mütedeyyin kesimdeki hoşnutsuzluğun payı var. RTÜK’ün tarafsız bir kurum olmayıp AKP’nin güdümünde olduğunu bildiğimiz için, potansiyel seçmen kitlesini ürkütmeme derdinde olduğu belli. Bunun yanında, ittifak ortaklarının cinsiyet politikalarına bakışı da malum. Onları da rahatsız etmiştir böylesine çok izleyicisi olup, Kadercan’ın belirttiği gibi, giderek “seküler manifesto”ya dönüşmüş olan bir dizi. Fakat bahaneleri çok saçma. Kadınlara şiddet uygulanırken, icra organlarından kayda değer bir tepki gösterilmiyor. Failler hak ettikleri cezaları bulmuyorlar. İktidarın erkek egemenliği üzerine kurulu cinsiyet politikası söylemine ve eylemine yansıyor. Bu şiddet medya içeriklerine eleştirel bir biçimde yansıtılınca kıyamet kopuyor. Kadına yönelik şiddeti gösterip teşvik eden bir içerikmiş gibi sunuldu kamuoyuna pencereden itme sahnesi. Halbuki gerçek hayatta pencereden, balkondan atılmak suretiyle öldürülen onlarca kadın var. Asıl dert, dindar ailesine ve onun kurallarına isyan eden mütedeyyin bir kadın karakter kurgulanması. Aile ne mutlu ki son zamanlarda kurgusal içeriklerde çok işleniyor ve masaya yatırılıyor. Bu biraz da kanallar arası rekabetin körüklediği bir durum. Ama ailenin kişide yarattığı tahribat konusunda psikolojik tahliller yapan dizilerin sayısı artıyor. Her ne kadar Gülseren Budayıcıoğlu’nu kendi işyerinde uyguladığı mobing ve hastalarının haklarını hiçe sayması bakımından onaylamasam da, onun öyküsünden uyarlanan İstanbullu Gelin bunlar arasında ilk hatırladıklarımdan. Camdaki Kız geldi ardından. İsmiyle müsemma Aile var son zamanlarda. Sadece kadına yönelik şiddet değil, aile eleştirisi de AKP’yi rahatsız ediyordur. Hatta şiddetten daha çok ettiğini söyleyebilirim. Tüm politikaları ve söylemi aile üzerine kurulu çünkü.
Nursema’nın mukadderatı ne olacak?
Benim o karakterin inşasında gördüğüm boşlukları herkes görüyordur: ABD’de okumuş olarak sunuluyor. Kızlarını bu kadar baskı altında tutan bir aile genç bir kadını o kadar uzak bir coğrafyada nasıl bir başına okutmuş? Belki yeri gelince buna değinirler. Hani beklersiniz ki, bir akraba yanına yollasınlar veya erkek kardeşleriyle birlikte gitmiş olsun. Peki bu eğitsel birikim nereye gitti? Neden Nursema bu konuda da bir çıkış yapmıyor? Sadece hat yapıyor, evet bu da olabilir. Ama bu masum uğraşında bile önünün tıkanması, ABD’de okutulmasıyla tezat teşkil ediyor. Burada da senaryo kurgusunda atlanmış bir açık var gibi. Tabii şunu da söylemeden edemeyeceğim: neden iki ailenin her bir ferdi bir diğeriyle duygusal ilişkiye giriyor? Dünyada insan mı kalmadı? Bu da senaryonun değerini düşürüp, basitleştiriyor. İzleyicinin böylesi yakınlaşmaları izlemek istediği iddia edilebilir ama bence bu, işin kolayına kaçmak. Gerilimi senaryoya daha fazla emek vererek tırmandırmak da mümkün. Çevremden bildiğim kadarıyla televizyon dizisi senaryosu yazmak, zaman, kanal ve izleyici baskısı nedeniyle netameliymiş. Belki bunları da hesaba katmalıyız. Tıpkı seküler ve mütedeyyin iki ailenin ilişkisinin yaratacağı gerilimleri izlemek gibi Nursema ile Umut’un, yani iki ayrı dünyanın insanı gibi görünen iki gencin hikayesini izlemek de çarpıcı. Aşk her şeyin üstesinden gelebilir mi, sorusunu sorduruyor. Belki de ilerleyen süreçte, tabii dizi devam ederse, ilişkileri içinde yaşayacakları sorunları izleyeceğiz.
Nursema başına gelenleri ifşa edip ailesine bu olayda baş kaldırarak önemli bir hamle yaptı. Fakat kadına yönelik şiddet son kertede herkeste tepki uyandıran bir eylem. Bakalım Nursema başka alanlarda da özgürleşmeye giriştiğinde neler olacak? Veya Nursema ailesine yine teslim mi olacak? Asıl kıyamet Nursema’nın birey olmak, kamusal alanda özgürce yer almak, eşini kendisi seçmek, meslek sahibi olmak gibi girişimlerde bulunmasıyla kopabilir. Ya da belki ölümden dönmüş olması ve ölüme yaklaşmasında kendilerinin payı bulunması ailesini biraz yumuşatacaktır. Yani bu sorunun yanıtını biraz daha bekleyip vermeyi öneriyorum.
Dizide anlatılmaya çalışılan değişim fikrinin gerçekte karşılığı var mı sizce?
Bence karşılığı var. Hatta yıllarca kadın çalışmaları alanında dersler vermiş biri olarak bu örnekleri de gördüm. Muhafazakar ailesinin baskılarına her şeyi göze alarak karşı çıkanlar, empati kurmayı bilen, birlikte barış içinde yaşamak için mücadele eden örgütlerin parçası olan Nursema’lar çok var benim etrafımda. Benzer biçimde, ulusalcı politikaların yarattığı faşizan atmosferi gözlemleyip karşı çıkanlar da çok. Çoktandır, kadınlar söz konusu olunca türbanın başlı başına bir politik gösterge olmadığını gözlemliyorum. Kadınlar başkasını dinlemeye, ortak dertlerine ortak çözümler aramaya ve kadim düşmanımız ataerki karşısında birlikte mücadeleye daha teşneler. Kıvılcım, Alev, Doğa ve Çimen’in riske girerek Nursema ile dayanışmaları çok cesaret vericiydi.
Seçime az kaldı, iyimser misiniz? Nursema oyunu kime atar?
Seçim yaklaşırken paralize olmuş durumdayım. Tam bir, “iradenin iyimserliği, aklın kötümserliği” hali benimki. AKP tekrar kazansa da, Meclis’teki güçlü bir muhalefetin enerjisine bel bağlamak istiyorum. Sonuçta gidebileceğim başka bir yer, yapabileceğim başka bir şey yok. Nursema’nın ne yapacağına dair bundan sonraki yaşantısına bakarak yorum yapabilirim. Kadın dayanışmasının gücünü deneyimledi. Bu çok kıymetli bir şey. Ama inançlı birinin AKP dışında bir alternatif görmediğini biliyorum. Katılımcı demokrasiye geçit veren ama din temelli politika yapan başka bir alternatif görseler ona oy vereceklerini söylüyorlar. Nursema da o durumda olabilir.