Biyogüvenlik yasa tasarısının getirdikleri ve götürebilecekleri!
TBMM’de ele alınan biyogüvenlik yasa tasarısının Türkiye’deki biyomedikal araştırmalara yapacağı etki bilim insanlarını endişelendiriyor.
Türkiye, 2000 yılında Cartagena’a imzalanan Uluslarası Biyogüvenlik Protokolüne taraf olmuştu. Buna göre Türkiye’nin ulusal bir biyogüvenlik yasası çıkarıp uygulamaya koyması gerekiyordu. Düzenlenecek en önemli hususlardan birisi genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) üretimi, ithali ve kullanımıydı. 2000 yılından beri aradan geçen sürede bu konuyu düzenleyen yasa tasarısının çeşitli aşamalardan geçip değişerek bugünkü halini aldığı söyleniyor. Taslağın kendisini TBMM’in web sayfasından indirip okumak mümkün: www2.tbmm.gov.tr
ABD’e Ulusal Matematik ve Biyoloji Sentezi Enstitüsü’de (National Institute for Mathematical and Biological Synthesis) bağımsız doktora sonrası araştırmacı olarak bulunan Dr. Erol Akçay, bilim ve başka ilginç konular üzerine düşüncelerini paylaştığı internet adresi muspetilimler.blogspot.com‘da bu konuya detaylı bir şekilde yerverdi. Dr. Akçay ile bu yasa tasarısı hakkında görüştük.
İlk olarak, ‘Tasarının yaptığı en önemli şey nedir?’ diye sordum…
Dr. Akçay, “Bağımsız bir biyogüvenlik kurulunun oluşturulması ve bu kurula GDO’la ilgili herşeyi denetleme, izin verme yetkisinin ve görevinin verilmesi. Tasarının 9. maddesi bu kurulun esaslarını düzenliyor. Kurulun 9 üyeden oluşması öngörülüyor, 4’ü Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, geri kalanı da diğer bakanlıkların atayacağı üyeler. Atandıktan sonra kurul üyelerinin 3 sene görev yapmaları öngörülüyor; aynı kişi en fazla iki dönem görev yapabilir deniyor. En az iki kurul üyesinin üniversite ve meslek örgütleri arasından seçilmesi öngörülmüş. Üyelerin en az üniversite derecesine sahip olmaları ve kurulun alanına giren konularda en az 5 senelik tecrübeye sahip olmaları gerekiyor” dedi.
Peki, kurulun görevi ne?
Temel olarak Türkiye’ye GDO ile yapılacak tüm işlemleri denetlemek. Yasa tasarısına göre Türkiye’e GDO üretmek, ithal etmek, araştırmalarda kullanmak isteyen herkes kurula başvurmak ve bu başvuruların sonuçlarını beklemek zorunda. Bu zorunluluk biyomedikal araştırmaları ağır bir bürokrasi yükü altına sokacak ve pratikte çok yavaşlatacak; özellikle yasa tasarısının kilit noktalarda belirsiz bir dille yazılmış olması ve bazı şeylerin ise yasa tasarısıyla düzenlenmiyor olması nedeniyle.
Nasıl yani?
Örneğin, tasarının 3. Maddesi 4. fıkrası kurulun 90 gün içerisinde başvurunun kabul edilip edilmediğine karar vermesi öngörülüyor, ancak bir yandan da aynı maddenin 5. fıkrasında karar alma süresi 270 günü geçemez deniyor (ve bu süre 4. fıkradaki kararın bildirilmesinden itibaren başlıyor. Karar bildirildikten sonra karar alma süresinin başlamasının bürokrasi evreninde bir anlamı var mıdır bilmiyorum ama bana çok mantıklı gelmiyor). Kurul’un kararlarını 11’er uzmandan oluşan risk değerlendirme ve sosyo-ekonomik değerlendirme komitelerinin raporlarına dayandırması öngörülüyor. Ancak bu kurumların nasıl oluşturulacağı ve karar mekanizmaları çok detaylandırılmamış.
Bir de basitleştirilmiş bir başvuru sürecinden bahsediliyor değil mi?
Evet, daha önceden yapılan başvurularda ve araştırmalarda riskin az olduğu belirlenmiş başvurulara daha basit ve muhtemelen hızlı bir süreç uygulanabilir deniyor, ancak bu sürecin tanımlanması yönetmeliğe bırakılmış, o yüzden ne olduğunu bu noktada bilmiyoruz.
Yasanın çalışma esasını nasıl yorumlarsınız?
Genel olarak yasa tasarısının GDO’larla ilgili işlemleri düzenleyen kısımları bilimsel araştırma için kontrollü ve kapalı bir ortamda yapılan deneyler düşünülerek yazılmamış. Tam tersine bütün başvuruların çevresel ve sosyo-ekonomik etkisi varmış gibi düşünülmüş. Açıkçası kontrollü bir laboratuarda bir E. colie floresans genlerinin aktarılması için bir sosyo-ekonomik etki değerlendirmesi gerektiğini düşünmüyorum. Kaldı ki, yasa tasarısı her değişik gen aktarımı için ayrı bir başvuru istiyormuş gibi duruyor, bu çok büyük ve gereksiz bir bürokratik yük. Dahası başvuru kabul edildikten sonra bile her başvuru için Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na belirsiz bir zaman aralığında rapor hazırlanması gerekiyor, bu da araştırma grupları için fazladan gereksiz bir iş yükü. Basitleştirilmiş işlem fıkrasının öngördüğü yönetmelik bu bürokratik baskıyı bir nebze azaltabilir, ancak yasanın çalışma esasının bu kadar sıkı ve “Mikroyönetimci” olması gereksiz ve anlamsız.
Tasarının 5. maddesi, Türkiye’deki genetik, moleküler biyoloji ve biyoteknoloji araştırmalarını tamamen durdurabilecek nitelikte…
Tasarının 5. maddesinin 1.a fıkrası, genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimini topyekün yasaklıyor. Yani memelilerde X geninin işlevini anlamak için bir knock-out fare yapmak isterseniz, size gurbet yolu gözüktü, zira hayvanların genetiğini değiştirmek tümden yasak. Maddede araştırma için vs. gibi bir istisna gösterilmemiş, tamamen yasak. Sadece bakterilerin genetiğini değiştirebilirsiniz efendim. Ancak dikkat çeken bir nokta, Türkiye’de GD bitki ya da hayvan üretmek yasak ama ithal etmek (izin alabilirseniz) yasak değil. Dışarıdan gelen GDO’ların burada üretilenlere göre daha güvenli olacağı mı düşünülmüş acaba?
Yasa tasarısında yeterli donanıma sahip araştırma laboratuarlarında yapılan biyoteknoloji çalışmalarıyla, ticari olarak GDO’ların halka sunulması ya da çevreye salınması aynı kurallara tabi tutulmuş, doğru mu?
Evet, yasa tasarısının en büyük eksiği ikisini de aynı kurallara tabi tutması. Halka sunulan ya da çevreye salınan GDO’ların oldukça sıkı bir denetime ve raporlanmaya tabi tutulması halk sağlığını ve çevreyi korumak adına gayet mantıklı, ve itiraz edilecek bir yanı yok. Ancak laboratuardaki araştırma faaliyetleri için gereken düzenlemeler farklı; zira burada deneyler genel olarak kontrollü ortamlarda yapılmakta. Bu ortamların yeterince güvenli olduğunun ve bazı önemlerin alındığının denetlenmesi gerek elbette, ancak bunu her proje için ayrı ayrı yapmak hem gereksiz, hem de aslında etkisiz, zira bir araştırma tesisinin güvenlik önlemlerinin ve protokollerinin ayrı ayrı projelerle değil, bir bütün olarak ele alınması gerekiyor. Eldeki yasa tasarısı bu konuda herhangi bir düzenleme öngörmüyor (örneğin şu tip araştırmaları yapacak tesisler şu güvenlik öğelerine sahip olmalı gibi bir düzenleme getirmiyor). Dahası, araştırma eylemi doğası gereği esneklik isteyen bir eylem. Yani diyelim ki bir deneyiniz umduğunuz gibi çalıştı, onu takip için başka bir deney yapmak istiyorsunuz, bunun için tekrardan bakanlığa başvurup, baştan karar alınmasını beklemek (yasanın öngördüğü basitleştirilmiş süreçte bile) araştırmalarınızın aksamasına yol açacak bir şey.
Kısaca, bu yasa tasarısı GDO ilgili herşeyi tek bir yaklaşımla düzenlemeyi hedefliyor diyebilir miyiz?
Aynen öyle, ancak bunu yaparken bir yandan Türkiye’deki biyomedikal araştırmaları pratikte bitirebilecek kadar büyük bir bürokrasi yükü yaratırken diğer yandan biyogüvenlikle ilgili yapılması gereken bir çok düzenlemeyi es geçiyor (özellikle tesislerin ve altyapının uygunluğunun düzenlenmesi ve denetlenmesi konusunda). Dahası, ismi biyogüvenlik yasa tasarısı olmasına rağmen tasarının tamamı yalnızca GDO’larla ilgili, yani genetiği değiştirilmemiş, ama yine de öldürücü ya da çevreye büyük zarar verme potansiyeline sahip organizmalarla ilgili bir düzenleme yok bu tasarıda. Bu hiç de iç rahatlatıcı bir durum değil açıkçası.
Peki, bu yasa tasarısı bir anda mı ortaya çıktı, bu gibi çekinceler neden daha önce gündeme gelmedi?
Çok doğru bir nokta. Benim anladığım kadarıyla bu yasa tasarısı 2000 senesinden beri hazırlanmakta olan bir tasarı, ama tam olarak kim tarafından hazırlandığı belli değil. Bu süreçte, kamuoyunda biyogüvenlikle ilgili ihtiyaçlarımızın ve yapılabileceklerin tartışılması ve düzenlemelerin ekonomik, sosyal ve araştırma-geliştirme yönünden etkilerinin incelenmesi, düşünülmesi gerekirdi. Kamuoyunda bu tartışma hiç yaşanmadı. Bunda basının vebali büyük, zira tasarının meclisten geçmesi haber bile olmadı çoğu yerde. Öte yandan bu işlerle en çok ilgili olması gereken TÜBİTAK ve TÜBA gibi kurumlar bile devre dışı kalmışa benziyor. TÜBİTAK’ın web sayfasında Biyogüvenlik Genetiği değiştirilmiş organizmaya da ‘GDO’ anahtar kelimeleriyle yapılan bir aramada hiç sonuç çıkmıyor. TÜBA’da ise bu konuyla ilgili bir çalışma başlatıldığını biliyoruz, ancak daha somut bir sonuç çıkmış değil. Sonuçta, iyi tartışılmadan ve olası etkilerini düşünüp tartmadan bu düzenlemeleri yaparak hem kendimizi tehlike altında bırakıyoruz hem de ülkemizdeki biyomedikal araştırmaların önünü tıkıyoruz.
Sizce bu aşamada ne yapılması gerekir?
En başta bilim toplumu olarak sesimizi duyurup bu tasarının Türkiye’deki biyomedikal araştırmalara yapacağı olumsuz etkiyi meclise, hükümete ve diğer yetkili makamlara anlatmamız gerek. Yasanın bu haliyle onaylanması Türkiye’nin son yıllarda artan araştırma momentumunu kesebilir. Bunun bir sonucu da, ülkemizde geliştirilebilecek ilaç ve tedavilerin önünün kapanması ve uluslararası rekabette yurtdışına daha çok bağlı olmamız olacaktır. Bu sonucu önlemek için, yukarıda bahsettiğim kaygıların giderilmesi ve yasada önemli değişikliklere gidilmesi gerekmektedir.
(Turkish Journal)