“Altılı Masa bir seçim ve parlamenter sisteme geçiş ittifakı olarak kalmalıydı”

Yunus Sözen

Le Moyne Üniversitesi (ABD) Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Dr. Yunus Sözen, gündemi Medyascope için değerlendirdi. Baştan beri Altılı Masa’nın yönetim masası haline gelmesinin sorunlu olduğunu düşünen Dr. Sözen,  Altılı Masa’nın Kılıçdaroğlu’nun adaylık süreciyle birlikte bir yönetim masası haline gelmesi hem elitler ve seçmenler arasında var olan Kürt meselesi üzerindeki ayrımı tetikledi hem de gereksiz yere din eksenindeki bölünmeyi muhalefetin içine soktu. Masa, bir seçim ve parlamenter sisteme geçiş ittifakı olarak kalmalıydı” dedi.

Altılı Masa’nın en önemli iki aktöründen birinin masadan ayrılmış olmasının muhalefetin seçimi kazanma ihtimalini düşürdüğünü, dolayısıyla da Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bugünkünden daha iyi bir yönetime kavuşması ihtimallerini de azalttığını düşünen Dr. Sözen, muhalefetin başkanlık seçimini kazanmasının hâlâ imkânsız olmadığını düşünmekle beraber, Meclis çoğunluğunu kazanmasının yeni seçim sisteminin de etkisiyle artık çok zor olduğunu belirtti ve “Ayrıca başkanlık seçimi de kaybedilirse, Türkiye’nin bugüne kadar yaşamadığı, toplumsal hayatın kılcal damarlarına işleyecek çok kapsamlı bir baskı rejimine dönüşeceğini öngörüyorum. Kısaca, seçim kaybetme ihtimalinin artması, sadece otoriter rejimden çıkamama ihtimalini değil, aynı zamanda çok daha kapsamlı bir baskı rejiminin ülkede kök salması ihtimalini de güçlendiriyor” dedi.

İYİ Parti son manevrayı neden yaptı?

Öncelikle şunu belirtmek gerek, otoriter rejimlerde muhalefet koordinasyonu çok zor bir iş. Hele Türkiye’deki gibi ideolojik olarak farklı grupları temsil eden partiler arasında. İktidar, kontrol ettiği medyası ve yargısını muhalefeti bölmek, muhalefetin ortak hareket etmesini güçleştirmek için kullanabiliyor. Ayrıca, kurumsal düzenlemelerle de oyun sahasını iyice muhalefet açısından zorlaştırabiliyor. Bunu, Türkiye’de seçim sistemi düzenlemesinde gördük, bu düzenleme çok parçalı muhalefetin küçük partilerinin kendi amblemleriyle yarışmasını dezavantajlı hale getirerek, partilerin ortak hareket etmesini zorlaştırdı.

Türkiye’de muhalefetin seçim başarısı için yönetmesi gereken ve oy verme davranışını etkileyen iki büyük kültürel bölünme vardı: “Türk-Kürt” ve “muhafazakar-seküler.” Muhalefet içindeki asıl sıkıntıysa İYİ Parti-HDP’nin temsil ettiği bölünmeydi çünkü üç büyük muhalif parti de (CHP-HDP-İYİ Parti) laiklikle sorunu olmayan partiler sonuçta. İYİ Parti’nin ve HDP’nin veto etmediği bir başkan adayıyla bu konuda yaşanabilecek sorunlar azaltılabilirdi.

Diğer bölünme olan muhafazakar-seküler ayrımıysa seçmenin yarısına yakınını oluşturan büyük muhalefet partilerinin arasında büyük sorun yaratmıyordu. Muhalefet açısından önemli olan iktidarın siyasallaştırmak istediği bu konuyu mümkün olduğu kadar sönümlemekti. Muhafazakar-seküler seçmenler arasındaki kültürel bölünmeyi seçimlerin kazanılmasını engellemeyecek hale getirmek için yapılacak şey de muhafazakar seçmenin iktidardan rahatsız ufak bir bölümünün destekleyebileceği ya da en azından Erdoğan’a oy vermek yerine sandığa gitmemelerini sağlayacak başkan adayı ve buna ek olarak Saadet, Gelecek Partileri gibi küçük kültürel sağ partilerle Meclis için yapılacak geniş seçim ittifakıydı.

CHP yönetiminin iki ayrımı da çok kötü yönettiğini düşünüyorum. Muhafazakar-seküler ayrımı konusundaki sorun bence muhafazakar seçmenlere kendisi hitap etmekte zorlanan Kılıçdaroğlu’nun adaylığının Altılı Masa’yı bir seçim ittifakı olmaktan çıkartıp ülke yönetimi masası haline getirmesiydi. Çünkü bu yapı, muhalefetteki küçük kültürel sağ partilere bir seçim ittifakının ve kendi oylarının çok ötesinde güç verdi. Yani, Altılı Masa kurgusu, bu partilere Meclis’te temsil ve anayasada sözün çok ötesinde oransız güç verilmesine yol açtı ve onların Kılıçdaroğlu’yla beraber ülkeyi yönetecek olmaları, hiç gereği yokken muhalefet içinde de muhafazakar-seküler ayrımını tetikledi. Buradaki İYİ Parti açısından sorun tahminen, muhalefetteki en büyük parti olan CHP Altı Masa’nın ajandasını belirlerken, masadaki açık ara ikinci büyük parti olan İYİ Parti’nin, çok küçük partilerle ağırlık bakımından eşitlenmiş gibi olmasıydı. Üstelik bu küçük kültürel sağ partilerden bazıları 2017 referandumunda ‘evet’ oyu vermiş, göç gibi İYİ Parti’nin önem verdiği konularda tamamen İYİ Parti’nin tersi pozisyonlar alan partiler olmasına rağmen. Elbette, bunların hepsine İYİ Parti en baştan itiraz edebilirdi ama etmedi.

Asıl muhalefeti zorlayan ayrımsa etnik kültürel bölünmeden çıkabilirdi, nitekim de Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla, oradan çıktı. Sonuçta CHP’nin yapması gereken CHP’li ancak HDP’yi de İYİ Parti’yi de zorlamayan, muhafazakarların da bir kesiminden oy alabilecek bir aday bulmaktı. Onun yerine, çok sert bir siyasal gelenekten gelen, Türk milliyetçisi sağ bir parti olan İYİ Parti’nin istemediği adayı yani kendisini zorlamayı tercih etti Kılıçdaroğlu. Bu noktada masadan ayrılış şeklinin sertliği ve yakın gelecekteki muhalefet işbirliğine zarar verecek şekli de göz önünde bulundurulursa, o toplantıda yaşananların da İYİ Parti örgütünün de kararda etkisi olduğunu düşünüyorum.

Kılıçdaroğlu kendi partisini kontrol edecek araçlara sahip, masadaki kendi başlarına milletvekili çıkartamayacak ve siyasal güce ulaşamayacak, küçük ve çoğunlukla İslamcı gelenekten gelen sağ partilerin elitlerini ikna edebilecek araçlara da sahip. Ancak belli bir tabanı olan milliyetçi sağ bir partiyi ikna etmek veya zorlamak için elinde yeterli aracı yoktu. Ayrıca İYİ Parti’nin en azından Kürt meselesinde mevcut iktidar koalisyonundan çok büyük farkları da olmadığını hatırlamak gerekir. Muhalefet işbirliğinin bozulmasından, rejimin devam etmesinden en olumsuz etkilenecek seçmen grupları da AKP-MHP iktidarının, kültürel ve ideolojik olarak her bakımdan karşısında olan gruplar. CHP’nin de kendi seçmeninin bir seçim kaybında en fazla zarar görecek gruplardan biri olduğunu aklında tutarak oyunu oynaması gerekiyordu ama yapmadı, diretti. CHP liderliğinin bu riskli hareketinin arkasındaki en büyük neden tahminen İYİ Parti masadan kalkarsa oylarının düşmesi riskiydi. Bu gerçekleşir mi bilemiyorum ama sonuçta iki taraf da bir kumar oynamış oldu ve şimdilik hemen hemen bütün muhalif seçmenler ve elitler bundan kaybetmiş görünüyor.

Bu hareket AKP ile bir beş yıl daha yaşama riskini artırdı mı yoksa işler tersine dönebilir mi?

Kesinlikle arttırdı. İYİ Parti masadan kalkarken aklında bir B planı var mıydı bilemiyorum ama eğer yoksa durum çok umutlu değil. Eğer İYİ Parti bu kadar sert bir şekilde ayrılmasaydı işlerin tersine dönme ihtimali daha yüksek olurdu. Aklıma iki ihtimal geliyor. Birincisi, Kılıçdaroğlu’nun yönetim şemasını genişletmesi ve kendi partisinden İmamoğlu, Yavaş gibi adayları kampanyasına inanılır şekilde entegre etmesi. Öte yandan, milliyetçi sağ ve cumhuriyetçi sağ-merkez seçmenden oluşacak üçüncü bir seçim bloğu oluşması. Eğer bu oluşursa ve seçim ikinci tura kalırsa muhalif elitler buradan bir dönüş yaparak, ilişkileri de biraz toparlayarak bir ihtimal başkanlık seçimlerinin ikinci turda kazanılmasını sağlayabilirler. Ancak bir grubun uzun süre yönettiği otoriter rejimlerde, muhalefetin ‘biz de yönetebiliriz’ algısını oluşturması zor oluyor genelde. Başından beri, bu yönetemezler algısını kırmak için belediye başkanlığı gibi yönetim makamından gelen bir aday iyi olabilir diye düşünüyordum. Şimdi muhalefetin adayı yürütme pozisyonundan gelmeyeceği gibi bir de ‘bir seçim işbirliğini bile beceremediler’ algısını oluşturabilecek iktidar. Kısaca, işler tersine dönebilir mi bilemiyorum ama hâlâ en azından başkanlık seçiminin kaybedilmiş olmadığını düşünüyorum.

Ne yapılsa mevzu buraya kadar gelmezdi?

En baştan adaylık meselesi açıkça konuşulmalıydı. Adayın da HDP’nin de İYİ Parti’nin de veto etmediği ve kendi seçmenlerine nispeten kolayca anlatabileceği bir aday olması gerekiyordu. Ayrıca AKP-MHP’den çeşitli sebeplerden rahatsız olmaya başlamış muhafazakar kesimin bir kısmına da kendisi doğrudan hitap edebilecek bir aday da işleri kolaylaştırırdı. Çünkü bu durum küçük, tabanları belirsiz ve seçim sisteminden dolayı hiçbir zaman da öğrenemeyeceğimiz muhafazakar sağ partilerin de dahil olduğu çok karmaşık pazarlıkların muhalefet işbirliğine zarar vermesini engelleyebilirdi. Bu isim bence Ekrem İmamoğlu’ydu. İktidar tarafından adaylığı engellenirse, diğer isimler elbette konuşulabilirdi ama o zaman işbirliğinin zarar görme ihtimali de düşerdi. Ama ne olursa olsun İYİ parti ve CHP’nin artık yıllardır süren bir hukuku varken ve iki seçimde aktif işbirliği yapmışlarken konunun bu noktaya seçimlere bu kadar az süre kalmışken gelmesi, muhalif siyasal elitin büyük bir başarısızlığıdır. Pazarlık edilen alanı genişleterek ya da gerekirse küçük partilerin payını düşürerek aralarındaki soruna çözüm bulabilmeleri gerekiyordu. Anayasal olarak başkanın yetkilerinin bugünkü bütün pazarlıkları silip atabilecek olması, güven ilişkisinin zedelendiği ortamda bu sonuçta etkili olmuş olabilir ama her halükârda bu kadar önemli bir seçimde bu sorunun aşılamaması büyük başarısızlık.

CHP yönetimi son bir yılda neyi doğru, neyi yanlış yaptı sizce?

CHP yönetiminin son bir yıldan öncesinde muhalefet işbirliğini geliştirecek çok sayıda hamleleri oldu ama son bir yılda doğru yaptığı bir şeyi göremiyorum. Seçimleri kazanırlarsa kendimi sorgularım ama şu anda bana görünen ekonomik krizle birlikte genel olarak muhalefetin kazanma ihtimalinin ortaya çıkması muhalefet partileri arası pazarlıkları sertleştirdi, CHP özelinde de son bir yılda Kılıçdaroğlu’nun dahi kazanma ihtimalinin ortaya çıkması bugünkü durumun yolunu açan önemli etkenlerden biri oldu.

AKP hâlâ seçimde yenilebilir. Kılıçdaroğlu’nun aday olduğunu varsayalım, CHP’nin İmamoğlu’nun gücünden daha etkili bir şekilde yararlanması nasıl mümkün olur?

Yönetimde somut bir pay vermesi gerekiyor. Ancak daha önemlisi artık muhalefet arasında da bir yarış olacak, Kılıçdaroğlu hem Erdoğan’la hem de kurulması muhtemel Türk milliyetçisi bir cephenin adayıyla yarışacak. Kendisi de ‘Beşli Masa’nın ve HDP’nin adayı olacak, eğer HDP aday çıkartmazsa. Bu 2019 belediye başkanlığı seçimlerinden farklı bir dinamik getirecek, anti-iktidar adaylığı bir kişinin tekelinde olmayacak yani seçim dinamiği İstanbul, Ankara, Adana gibi şehirlerde olduğundan farklı olacak. Ayrıca 2018 seçimlerinden de farklı olacak, orada da ittifak ve işbirliği çerçevesi içinde bir rekabet vardı, her büyük muhalif parti kendi adayını çıkarttığı için. Bu sefer Kılıçdaroğlu için ilk amaç seçimleri ikinci tura bırakmak olacak, kendisi de tabii ki ilk ikiye girerek. Partisinin tabanındaki nispeten daha milliyetçi seçmenleri HDP’nin desteklediği aday olarak laiklik, göç gibi konularda daha kaygılı olan tabanı da Davutoğlu, Babacan, Karamollaoğlu gibi figürlerin adayı olarak ikna etmesi için çaba göstermesi gerekecek. Bunun için de güçlü ve dinamik bir figür olsa da kendisinden ideolojik olarak çok da farklı olmayan İmamoğlu’na yönetimde somut pay vermesi bile tek başına yeterli olmayabilir. Seçim stratejisini tekrar kurgulaması gerekiyor.

Yunus Sözen kimdir?

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Sözen, yüksek lisansını Syracuse Üniversitesi, doktorasını ise New York Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümlerinde tamamladı.

Doktora sonrası çalışmalarını Princeton Üniversitesi’nde yapan ve 2012-2018 yılları arasında Özyeğin Üniversitesi’nde çalışan Sözen, şu an Le Moyne Üniversitesi (ABD) Siyaset Bilimi Bölümü’nde öğretim üyesi.

Become a patron at Patreon!