KHK ile Mersin Üniversitesinden ihraç edilen Barış Akademisyeni Ulaş Bayraktar: “O metni imzalarken ne bir örgütü ne şiddeti ne de silahlı mücadeleyi savundum, sadece barış içinde bir hayat yaşamak isteyen yurttaşların yaşam hakkını talep ettim”
Olağanüstü Hal (OHAL) Komisyonu’nun Barış İmzacıları hakkındaki kararları arka arkaya gelmeye başladı.
Hatırlayalım ne olmuştu:
2016 Ocak ayında yayımlanan “Bu suça ortak olmayacağız!” metnini imzalayan Barış İçin Akademisyenler inisiyatifiyle bir araya gelen 2 binden fazla akademisyen, Güneydoğu’daki operasyonlar ve yaşanan hak ihlalleriyle ilgili bir kampanya düzenlemişti. “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metni bir toplantı ile kamuoyuna duyurulduğu andan itibaren bu metnin imzacısı olan akademisyenlerin yüzlercesi işten atıldı, pasaportlarına el konuldu, başka yerlerde iş bulmaları engellendi, bulundukları yerlerde tehdit edilip saldırıya uğradılar, defalarca karakola çağrıldılar, bu hak ihlallerine dikkat çekmek için bir basın bildirisi okuyan dördü tutuklandı, yüzlercesi Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamu hizmetinden men edildi ve nihayetinde hepsine birden bireysel davalar açıldı.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan ve KHK ile üniversitedeki görevlerinden ihraç edilen Barış Akademisyenleri, komisyonun kabul veya ret kararı vermemesi nedeniyle dört yıldır iç hukuk yollarını kullanamadı.
İmzalanan bildiri sonrasında, Barış İçin Akademisyenler adı altında bir araya gelen binden fazla akademisyen arasında yer alan California Üniversitesi Berkeley’den Profesör Judith Butler ile görüşmüştük. Prof. Butler, “Sansür ve askeri kontrolün birlikteliği demokrasi için büyük bir tehlike oluşturuyor” demişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve ardından Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) bildiri ile ilgili açıklamalarını Prof. Butler, şöyle değerlendirmişti:
“Erdoğan’ın kendisini dünyanın gözü önünde eleştirme cüreti gösteren Türk akademisyenleri cezalandırılmakla tehdit etmesi ve bazı gazetecilerin ordunun uyguladığı şiddeti ve baskıyı dile getirmelerinden dolayı işlerini kaybetmeleri, dünyanın her tarafındaki akademisyenleri dehşete düşürüyor. Ulusal güvenlik gerekçesiyle eleştirel düşüncenin sansürlenişi ve bunun norm haline gelmeye başlaması, hepimizin basın ve akademik özgürlüğü savunması için her türlü sebebin ortada olduğunu gösteriyor. Dünya, Türkiye’nin Kürtler ile yürüttüğü barış sürecini neden bozduğunu kesinlikle bilmek zorunda. Sansür ve askeri kontrolün birlikteliği demokrasi için büyük bir tehlike oluşturuyor. Eleştirel tartışma ortamının ihanet olarak damgalanması, kendi iktidarını demokrasinin ortadan kalkması pahasına genişletme amacında olan devletlerin eski ve savunulamaz bir taktiğidir.”
Bildiride imzası olan New York Üniversitesinden Siyaset Bilimi Profesörü Bertell Ollman da Türkiye’nin cesur akademisyenlerinin kendi hükümetlerine karşı aldıkları tavrı desteklediğini şöyle duyurmuştu:
“Bana göre, Türkiye uzun zamandır her şeyin kıyısında olan bir ülke. Dünyanın en güçlü ve etkili ülkesi olmasa da önümüzdeki dönemde gideceği yola dair politik, ekonomik ve kültürel birçok işareti barındırıyor.
Problem, bu işaretlerin birbirlerine karşıt özellikler göstermesi. Güven krizi yaşayan birçok iktidarın, Erdoğan’ın olumsuz örneğinden etkilenmesi muhtemel. Bu da sadece Türkler için değil, barış, refah ve demokratik yönetim özlemi duyan başka ülke halkları açısından da geçerli.
Türkiye’nin cesur akademisyenlerinin kendi hükümetlerine karşı aldıkları tavrı destekleyerek, bugün dünyanın her köşesinde karşımıza çıkabilen baskılara nasıl karşı çıkabileceğimiz konusunda örnek bir tavır ortaya koydukları için teşekkür etmiş oluyoruz. Bu gibi örneklere hepimizin şu an ihtiyacı var veya yakında olacak.”
Ne demiştik, OHAL Komisyonu’nun Barış İmzacıları hakkındaki kararları arka arkaya gelmeye başladı.
Sayfaya girip bakmadığını söylüyor KHK ile Mersin Üniversitesinden ihraç edilen Ulaş Bayraktar. Çünkü “Biliyorum sonucu, biliyoruz, herkes biliyor” diyor. Bu vesileyle Bayraktar’ın ceza davası için hazırladığı ama kayıtlara geçirme fırsatı bulamadığı mahkeme beyanını Medyascope aracılığı ile de duyuralım:
“Sayın Hâkim, Sayın Mahkeme Heyeti
Aylardır bu salonda aynı suçlamaya karşı yüzlerce arkadaşımı, hocamı, meslektaşımı dinlediniz, yargıladınız. Onlardan farklı ne diyebilirim bilemiyorum, onun yerine Leonard Cohen’in bir şarkısını dinletmek isterdim size aslında.
Everybody Knows der Cohen, Herkes biliyor…
‘Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu
herkes parmaklarını çapraz yapar yuvarlarken
herkes biliyor, savaşın bittiğini
herkes biliyor, iyi adamların kaybettiğini
herkes biliyor, dövüşün hileli olduğunu
fakirler fakir kalır, zenginler zenginleşir
hep böyle gider
herkes biliyor
herkes biliyor,
geminin su aldığını
herkes biliyor, kaptanın yalan söylediğini
herkeste bu buruk duygular
sanki babaları ya da köpekleri ölmüş gibi’
Bugün ben de sizin kıymetli vaktinizi alıp, mahkemenizi haybeye meşgul etmemek için buruk duygular içinde sadece ‘herkes zaten biliyor’ demek istiyorum.
Herkes biliyor sadece barış istediğimizi; ne talimat aldığımızı, ne propaganda yaptığımızı.
Hepimizi umutlandıran barış sürecinin kesintiye uğratılmasından kimlerin, hangi örgütlerin kazançlı çıktığını, kimlerin bu sonuca giden yolun taşlarını döşediğini herkes biliyor.
Bunun bedelini kimlerin ödediğini de biliyor herkes. Evlerinden, yurtlarından, canlarından kimlerin olduğunu herkes biliyor. Çok anlatıldı bu salonlarda, çok söylendi. Siyasi açıdan anlatıldı, , akademik olarak, herkesin anlayacağı biçimde… Dolayısıyla herkes, dünya alem biliyor ne ızdırapların çekildiğini.
Bu çekilen acılara karşı nafile haykırışımızın da evrensel insan hakları, ulusal mevzuat ve uluslararası sözleşmeler ışığında düşünce, ifade ve eleştiri özgürlüğüne göre değerlendirilmesi gerektiğini de herkes biliyor.
Tüm bunları herkes gibi hatta herkesten fazla bildiğiniz halde ceza vereceğinizi, neden vermek zorunda olduğunuzu da herkes biliyor.
Ama bildiğiniz halde belki itiraf etmeyi göze alamadığınız başka bir şeyi söyleyeyim ben size. Sadece bir bildiriye imza atarak itiraz ettiğimiz güvenlik politikaları yüzünden şehitler de ölüyor hakim bey; babalar, kardeşler, çocuklar şehit düşünce ölüyorlar. En azından ben beş yaşından beri böyle biliyorum, böyle yaşıyorum.
Babam yüzbaşıydı. 1980’de o zamanki adıyla Apocular adındaki grupla girdiği çatışmada vuruldu ve canından oldu, annem gencecik yaşta sevgilisinden, ben ve kardeşim de babamızdan. O zamanlar bu slogan var mıydı bilmiyorum ama şehitler ölmez sloganını sonradan her duyduğumda acaba babam şehit mi olmadı, yoksa ölmedi mi diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Bunu da bilin diye söylüyorum. Ben o metni imzalarken ne bir örgütü, ne şiddeti, ne hendekleri ne de silahlı mücadeleyi savundum. Ben sadece orada sakin, huzurlu, barış içinde bir hayat yaşamak isteyen yurttaşlarımın yaşam hakkını, adalet hakkını talep ettim. Bunları ihlal eden uygulama ve politikaların hukuksuzluğunu ilan ettim.
Ama aynı zamanda bu hukuksuz politikalara emir komuta hiyerarşisi içinde uymaları beklenen güvenlik güçlerinin de yaşamlarını savunmak için o imzayı attım. Çünkü babamı benden alan bu politika bir işe yarasaydı, aradan geçen 41 yıl sonra hala gencecik insanlar canlarını veriyor ya da tehlikeye atıyor olmazlardı.
O yüzden sayın hakim bey bilin ki ben o imzayı aynı zamanda bölgede görev yapan güvenlik güçleri, bir işe yaramadığı bilinen hatta devletin en yüksek otoriteleri tarafından zamanında teslim edilen bir politika uğruna artık canlarını vermesinler diye de attım. Onların eşleri, çocukları, aileleri, dostları benim gibi on binlerce şehit yakının çektiği acıları çekmesin diye attım. Sizin için attım, çocuklarınız için attım. Bizim için hapis cezası isteyen sayın savcı için attım. Şu anda burada görev yapan, ifademi alan, telefonlarımı dinleyen güvenlik ve istihbarat görevlileri için attım. Buraya mahkûm getiren astsubay için onbaşı için attım.
Artık kimse bu nafile politika için canından, cananından olmasından diye imza attım.
Biliyorsunuz biliyorum. Bunları rahat rahat konuşacağımız günler de gelecek inanıyorum.
Garip hatta saçma ama her şeye rağmen umutluyum.
Haklıyım ama alacağım yok onu da biliyorum ama yine de yüzümü, yüreğimi bir kere bile karartmadan, irademin umudu ile beraatimi istiyorum.”