Kırlıkovalı: “Ahlakkırım, soykırım değil!”

 

Ergün Kırlıkovalı ile “Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşında yaptığı soykırım değildir; ama Ermenilerin ve Batıdaki destekçilerinin Birinci Dünya Savaşından beri yaptığı tek yanlı yayınlar ve propaganda bir ‘ahlakkırım’ dır” mesajını verdiği yazımı bitmek üzere olan kitabı hakkında konuştuk.

Kitabın adı:

“Ahlakkırım, Soykırım Değil” Serisi: 1. Cilt

Bireysel ve Acı Dolu Bir Yolculuk

Türk-Ermeni Tarihinin Batıda Yanlı Olarak İşlenmesi

Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz, ne zaman başladınız?

Aslında, bir gün zaman bulursam bir kitap yazarım düşüncesi ile mektuplarımı ve alıntı yaptığım dayanak belge ve kitapları senelerdir saklıyordum. Bu işin ucu 1982 yılında Başkonsolosumuz Kemal Arıkan’ın Los Angeles’te vurulmasına ve hatta çok öncesine kadar gider. O zamanlar yapılan ve çok ses getiren çalışmalarımız, toplumumuzun verdiği tam sayfa gazete ilanları, tutulan uçaklarla LA üzerinde Türk mesajlarının uçurulması, Ermenilerin bastığı basın toplantılarımız, radyo, TV ve gazetelerdeki etkinliklerimiz bugün birçok insanımız tarafından hiç bilinmez. Son 30 senedir yapılan bu çalışmalarla ilgili bilgi ve belgeler, evimin garajını dolduran kutular içinde gün ışığına çıkacağı, kitaplaştırılacağı, gençlerimizin hizmetine sunulacağı günleri beklemektedir. Ama kitap için en ciddi çalışmalarım 2003 yılı Mayısında, “Ethocide” sözcüğünü İngilizce’ye ve karşılığı olan “ahlakkırım” ı da Türkçe’ye hediye etmemden hemen sonraya denk gelir. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır ve ne yapılacaksa hemen yapılmalıdır düşüncesi ile, sadece son 3-5 sene içindeki çalışmalarıma ağırlık veren bu kitabı derlemeğe ve yazmağa başladım. Gerisi ileride gelecek umudunu taşıyorum.

“Tüm bu bilgi hazinesi genç kuşaklarımızın emrine verilmeli.”

Son 30 yıl içinde anti-Türk yayınlar arttı, benim ve Türk-Amerikan toplumunun gösterdiği tepkiler o kadar fazlalaştı ve çeşitlendi ki, bu bilgi, belge ve deneyimlerin yeni kuşaklara aktarılmaması çok büyük bir ihmal ve hata olur düşüncesi bende yer etti. Hatta saplantı haline geldi diyebiliriz. Bu kadar çalışma, binlerce mektup, yüzlerce kampanya, eğer kendi gençlerimiz tarafından dahi bilinmiyorsa, kimin işine yarardı ki? Halbuki anti-Türk iddialar onyıllardır belli olduğu halde bunlara verilen tepki ve cevaplarımız gün geçtikçe daha etkili, ayrıntılı, ve belgeli hale gelmeye başlamıştı. Bu gidişat (trend) belgelenmeliydi. Aksi halde, biraz abartma ile, “hamamda tek başına şarkı söyleme” hissine kapılmanın verdiği derin hayal kırıklığı ve üzüntüsüne, genç kuşaklarımızın kendi tarihimiz hakkındaki ilgisizliği ve bilgisizliği karşısında hiçbirşey yapmamanın suçluluğu da eklenebilecekti. Çalışmaları belgeleme ve ileriye dönük bir bilgi bankası oluşturma işini ben şahsen kendim için bir milli bir görev kabul etmekteyim. Aynı askere gitmek, vergi vermek gibi, vatani bir görevimi bu kitabı yazmakla yerine getirmiş oluyorum. İç huzurumu bu şekilde buluyorum. Kitabımı kim nasıl kullanır, bunlarla şu aşamada pek ilgilenmiyorum. Ben yazayım, bilgi ve belgeleri orta yere çıkarayım, ondan sonrası genç kuşaklarımızın vatan sevgisine, tarihimize ve kültürümüze olan saygısına, gerçeklere olan inancına özgüvenine, ve sosyal becerisine kalsın. O konularda da ileride bazı çok önemli gördüğüm çalışmalarımın da olacağı tabiidir.

Kitap ne zaman okuyucularla buluşacak?

İlk etapta İngilizce olarak 2007 yılının ilk yarısında basılacak ve bin sayfanın üzerinde olacak. Tek bir kitap değil, bir seri olarak düşünülmüştür çünkü söylenecek çok sözümüz verilecek çok mesajımız var.

Okuyucuları nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Bu kitap ile bir konferansa, panele katılan bir gencimiz, sadece kitabı yanında bulundurmakla veya soru sorarken havada sallamakla bile inandırıcı olabilecek ve müthiş bir etki yaratabilecekir. Çünkü binlerce sayfalık bir kitapta ya da seride yer alan bilgilerden tamamen habersiz olmak, bir Amerikalı’ya da ters gelecek, onu düşünmeye sevkedebilecektir. Belki Türk düşmanlarını pek etkilemeyecek ama ortadaki Amerikalıları önyargılarını aşmaya, adil olmaya, konunun öbür yanı ile de ilgilenmeye davet edebilecektir. Türk düşmanları ise kitabı yerden yere vuracak, ne yalancılığımı, ne sahtekarlığımı, ne Türkiye devleti ajanlığımı, ne paralı lobiciliğimi, ne rüşvetçiliğimi bırakacaktır. Bunlar beni yıldırmaz. Güzel bir atasözümüz vardır: “Hamama giren terler.” Ben terlemeye hazırım, yeterki genç kuşaklarımız şu üzerlerindeki “ölü toprağını” artık lütfen atsınlar. Çünkü kimliği, tarihi, kültürü, benliği hergün kışkırtmasız ve haksız hakaretlere uğrayan birisi, mesleğinde başarılı olmuş ya da olmamış, çok para kazanmış ya da kazanmamış ne fark eder ki? Başı dik gezemedikten sonra?

Kitabın içeriğinden, konusundan biraz bahsedebilir misiniz?

Türk toplumunun bir mikrokozmu olan kendi ailemin hazın tarihini ve annemin, babamın acı dolu yaşam hikayelerini öne çıkarıyorum. Bu hikayeleri 72 milyonla çarpın, ortaya Türkiye’mizin çektiği açılar dökülür mesajını veriyorum.

Kitabın yazarları verilen her mektupla birlikte anılmıştır. Son 30 yılda yazdığım 5.000 in üzerinde mektuptan, yerimin kısıtlı olması nedeiyle, sadece yüz kadarını seçebildim. Ancak Türk öğrencileri, profesörleri, işadamları, dostları ve yerli yabancı araştırmacılar tarafından yazılan birçok mektup ve esere de yer verdim. Bu bakımdan, bu kitap bir derleme olarak da kabul edilebilir. En önemli mesaj, “Soykırım değil, ahlakkırım” sloganıdır. İçeriği batı’nın kendi değerlerine önem verdiği halde, mesele Türk-Ermeni anlaşmazlığı olunca o değerleri nasıl görmezden gelebildiğini önyargılı Batı davranışlarına nasıl tepkiler koyduğumu (zu) ve bu tepkilerin nasıl ses getirdiğini (veya sansüre uğradığını) gözler önüne seren somut örneklerdir.

ABD de doğup büyüyen Türk-Amerikalı yeni kuşağa yön, moral ve motivasyon vermek ve onlara yardımcı olmak için yazıldığından, oldukça kapsamlı, kalın bir referans kitabı, bir bilgi bankası olarak da düşünülmüştür. Çok sevilen bir atasözümüz vardır: “Atı zorla suya götürebilirsin ama ata zorla su içirtemezsin.” Ben bu kitapla tüm atları suya getiriyorum. Su içmek okurlara kalmıştır.

“Bu kitap, benliksiz ve kimliksiz bazı yazarlarımıza koyduğum en samimi bir tepkimdir.”

Milletimiz, husumetler unutulsun, tek bir millet olalım, barış içinde güzel bir geleceğe doğru hep beraber yelken basalım diye, çekilen korkunç acıları bile gururlu bir sessizlikle içine atma kültürüyle, ailelerinin trajedilerininden söz etmez. Hoş etse ne olur ki? Çünkü komşusu da aynı insanlık dramını yaşamıştır, komşusunun komşusu da. Bu konular Türkiye’de deşilmez, kitapları yazılmaz, filmleri yapılmaz. Hatta ben bile ABD’ye ayak basana kadar kendi ailemin yaşadığı dramları bir tek defa bile dillendirmiş değildim.

Eğer dillendirmiş olsaydım, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan, yaşamı boyunca el bebek-gül bebek büyüyen, bir tek gün bile çalışmayan, tam bir İstanbul efendisi olan sınıf ve sıra arkadaşım Orhan Pamuk, bilgisizce ettiği o talihsiz sözlerle, kendi insanının sessiz gururunu, şerefini, tarihini, kültürünü, ve kimliğini ayaklar altına almazdı; milletine basarak ödüle uzanmazdı. “Senelerdir yanı başında oturan sınıf arkadaşının soyadının anlamını bilseydi kalemini satmazdı BDS da verdiğimiz 2.5 milyon kaybı; bunlardan Ermeni komitacılarının elinde ölen 523.000 Türk’ü; Ermeni isyanlarını, terörünü, ihanetini; Fransız ve Rus üniformları altında Müslüman komşusunu kesen bazı Ermenileri; Türk’ü insanaltı bir hayvan olarak gören ve Türk’e zulüm, öldürülme veya sürülme seçeneklerini öngören bazı Batı planlarını yok saymazdı. Yazardır, hayal eder yazar, iyi yazarsa da ödül alır. Bunlara diyeceğim yok, olamaz da. Ama bir yazar ille de ödül alacağım diye kendi insanını aşağılamaz diye de düşünüyorum. Aradan geçen bunca seneye rağmen, bu ve bunun gibi Batı alkışçısı bir kısım özgüvensiz yazarımızın kendi acı tarihini bilmeden (veya daha da kötüsü bildiği halde aldırmadan) hiç gerekmeden, bir kışkırtma olmadan, tamamen bireysel beklentilerle kendi tarihlerini lekelemelerini hala hazmedemiyorum… Alışamıyorum…

Ben 30 yıldır ABD’de yaşayıp da benliğimi koruyan, kimliğimle gurur duyan biriyim. Bunlar Türkiye’de yaşadığı halde Batı hayranlığı ile, mesleklerinde bir adım öne çıkabilmek, tanınabilmek, ödül alabilmek için kalemlerini, kimliklerini ve milletlerini kolayca satabilen birkaç yazarımız. Ben bu kadar söyleyeyim, siz gerisini anlayın artık. Bu kitabım, iste böylesine yazarlarımıza bir Türk’ün verdiği gururlu, şerefli ve kalpten bir yanıttır.

Ermeni görüşleri ve hisleri kitapta yer alacak mı?

Ermeni tarafının hissettikleri de kitapta yer alıyor. Birinci ciltte, ikinci bölümünde “Gelndale” kenti tanıtılıyor. Burası Küçük Ermenistan gibi birşey. Burada yayınlanan GNP (Glendale News Press, Los Angles Times’in bölgesel bir yayını) tamamen ve sadece Ermeni görüşlerini verir. Ben bu gazete ile 2001 yılında bütün bir yıl tartıştım. Ermeni makale ve mektuplarına 15-20 kadar cevabım yayınlandı. Sonunda Emeniler gazeteye baskı yaptılar ve beni kara listeye koydurttular. Benim ve benim gibi düşünenlerin mektuplarının artık yayınlanmayacağı bana bir emaille bildirildi. Bunun “ifade hürriyetine” aykırı olduğunu belirtmeme ve editörün müdürlerine ve hatta LA Times’ın en yüksek makamlarına kadar kademe kademe şikayet ettiğim halde “Editörün hürriyetidir” diyerek benim görüşlerime 2002 yılından itibaren sansür uygulandı. Bugün hala bu sansür geçerlidir ve maalesef daha da yaygınlaşmıştır. Bu sansür kervanına 2003’te The Boston Globe, 2004’te The New York Times ve Nationa Geographic, 2005’te LA Times katıldı. Eskiden “sözde” Ermeni Soykırımı diye yazarlar, Tyrk tarafının cevap ve paralı ilanlarını basarlardı. Şimdi bütün bunlar kalktı. Bir mahkeme kararı olmadığı halde, sanki bütün editörler bir ağız birliği yapmışçasına, Türk cevap, ilan, ve görüşleri tamamen kesildi. Buna PBS TV’nin de büyük bir bölümü katıldı. Bizim Türkler pek mektup yazmadıkları için sansür edildiklerinin henüz farkına bile varamadılar. Kitapta bu sansür çeşitli cepheleri ile gözler önüne serilmektedir.

Sorunuza tekrar dönersek, Ermeni resmi görüşü kitaptaki Ermeni mektuplarında fazlasıyla ve defalarca yer alıyor. Zaten bugün etrafımızda sadece ve sadece Ermeni görüşleri var. Gazetelerde onlar; TV de radyoda onlar; müzelerde, koşnerlerde, sergilerde onlar. Kesinlikle Türk görüşleri yoktur, bulunmaz. Bulunursa da “İnkarcı Türkler şöyle diyor” şeklinde aşağılanarak verilir.

“İsyanım da bu önyargılı ve haksız yaklaşımadır”

ABD güya “ifade özgürlüğü” cenneti. Bu özgürlük, “konsensüs” a karşı yazınca, yaygın olarak inanılan görüşlere karşı çıkınca, derhal ayaklar altına alınabiliyor. Bunu okurların taktiri için kitapta gözler önüne seriyorum. Boğazımıza kadar Ermeni görüşleri içine gömüldüğümüz halde, Ermeni görüşlerine kitabımda tekrar ve genişçe yer vermem belki biraz yadırganacak ama dengeli ve adil olmak adına bunu da yaptım.

Kitapta Türk-Ermeni tartışmaları mektuplar halinde ve çok ayrınıtlı olarak verilmiştir. Kitaba her iki görüşün de verildiği ama şu ana kadar pek duyulmamış ve/veya kullanılmamış Türk görüşlerinin ve kaynaklarının eklendiği düşünülürse, kitabın kısmen savunma değil bir “mantık, denge ve adillik” kitabı olmasına özen gösterdim. Hiç kimse “Ermeni görüşlerine yer verilmemiş” diyemeyecek çünkü onlar da var.

Ermeniler tarafından soykırım’ın siyasi dayanak haline gelmesinin sebebi nedir?

Bu da kitapta var. Ermenilerin soykırım plani, kendi yazılı belgelerine göre, dört safhada gerçekleştirilecektir:

1- Türkiye’ye soykırımı kabul ettirmek

2- Türkiye’ye soykırım için özür diletmek

3- Türkiye’den soykırım kurbanlarına para tazminatı almak

4- Türkiye’den Doğu Anadolu topraklarını almak ve Büyük Ermenistan’ı kurmak.

Ermeniler, şu ana kadar yaptıkları çalışmalar ile birinci safhayı tamamlamak üzere olduklarını düşünmektedirler. İkincisinin çabuk geleceğini ve esas üçüncüsü için hazırlandıklarını belirtmektedirler. Dördüncü ve son safhada ise, bazı Ermenilere göre Trabzon’dan Adana’ya çizilen bir hattın doğusu Ermenistan topraklarıdır ve Türkiye’den koparılacaktır. Türkiye ABD ve Avrupa Birliğinin etkisi altında olduğu sürece bu son safhayı da birkaç eksiği ile de olsa tamamlayabileceklerini düşünmektedirler. Ermenilere göre bütün bunların birinci adımı dünyayı soykırım olduğuna ve Ermenilerin topraklarının zorla elinden alındığına inandırmaktır. Onlara göre Türkiye tek başına bütün dünyaya karşı gelemez ve kaybetmeye mahkumdur. Türklerin kayıplarından söz edilmemesinin nedeni budur. Eğer dünya Türklerin daha fazla acı çektiğini ve kayıp verdiğini öğrenirse bütün bu 4-safhalı plan suya düşer. Başbakan Erdoğan’in 2005 yılında yaptığı “ortak bir tarihçiler komisyonu kurup tüm arşivleri, iddiaları ve sorunları araştıralım” önerisine Ermenistan’ın soğuk bakmasının nedeni budur. Onlara göre soykırım savaşı kazanılmıştır, şimdi Türklerle neden baştan tartışmaya açalım diye düşünmektedirler. Halbuki gerçekler Ermeniler istedi diye değişmez. Olmayan soykırım Ermeniler istedi diye olmuş gibi gösterilemez. Bu kitap bütün bu Ermeni çalışmalarını ve propagandalarını gözler önüne serer.

Ermeni dostlarınız olduğunu düşünüyorum. Onların da bu çalışmaya referans kitabı olarak bakacağını düşünüyor musunuz?

BDS öncesi, sırası ve sonrasında çekilen tüm açıları tek taraflı olarak Türklere yıkmak kolaycılığından ve sahtekarlığından rahatsız olanlar, Ermeniler bu çalısmamı bir referans kitabı olarak kullanabilir. Ama son 90+ yıldır Diaspora Ermenilerinin yaptığı anti-Türk propagandaları ve yazdığı yüzlerce ve hatta binlerce çarptırılmış kitabı göz önüne aldığınızda, benim bir tek kitapla bütün bu olayların akışını değiştermemi beklemek gerçekçi olmayabilir. Onların bu kitabı kullanıp kullanmaması da o kadar önemli değildir zaten. Önemli olan, Ermeni olmayan ve Türk-Ermeni sorunu üzerinde henüz bir soykırım yanılgısına saplanmamış olan yüzmilyonlarca insanın bu mesajı duymalarıdır. Onların bu kitabı referans olarak kullanması herşeyden daha önemlidir.

“Türk tarafını boşver, sadece Ermenileri dinle, yeter gibi bir yaklaşıma isyandır benim kitabım.”

Kavgalı olan halklar, toplumlar arasında gereken tek şey uzlaşma niyeti. Sizce uzlaşıp barışçıl sonuca ulaşmak için neler yapılabilir?

Herşeyden önce meseleyi “dürüst” bir şekilde ortaya koymalıdır. Türk tarafının çektiği acılar, verdiği ölüler göz ardı edilmemelidir. Türk görüşleri aşağılanmamalıdır. Benim acıma “Haydi canım sende” diyen bir insanın çektiği acıya ben nasıl saygı gösterebilirim? Eğer benim çektiğim acıyı onlar da anlar acıya onlar da üzülürse, o zaman ben de onların acısına üzülebilirim ki doğru olanı da budur ama o zaman da karşılıklı acılar söz konusu olacağı için bir soykırımdan söz edilemez. O zaman bir iç savaştan söz edilebilir ki bizim de dediğimiz zaten budur. Türk tarafının ölülerini tamamen yok sayarak soykırım sonucuna varmak, ilk önce dürüst olmayan ama daha da önemlisi ırkçı olan bir davranış olur. Yani barışa giden yol önce tarafların olayı doğru anlaması ve anlatmasında geçer.

İkinci ve üçüncü ciltlerde Batı’nin Türk-Ermeni sorunu konusunda diğer önyargılı ve haksız davranışlarını objektif düşünen insanlar için belgeliyeceğim. Türkiye’nin ve Türklerin 90 yıldır nasıl bir propaganda tezgahı ile karşı karşıya olduğunu, nasıl hep tepkisiz, etkisiz kaldığını, nasıl bugünlere gelindiğini, ve buradan nasıl çıkılacağını irdeleyeceğim. Son kararı tabii ki okurlar verecek.

ERGÜN KIRLIKOVALI kimdir?

31 Ekim 1952 de İzmir’de doğdu. İlk ve orta eğitimini İzmir’de, lise eğitmini ise İstanbul’da Robert Kolej’de tamamladı (1966-70). Sonra Boğaziçi Üniversitesine girdi ve Kimya bölümünden 1974 yılında mezun oldu. Kimya lisans derecesi için gereken araştırma stajlarını polimer tutkallar üzerine Chemie Linz’te (Linz, Avusturya, 1973) ve polietilen katalizörleri üzerine DSM’ de (Geleen Hollanda, 1974) tamamladı. Arkasından İngiltere’nin Machester kentindeki Üniversity of Manchester, Polymer Science, bölümünde lisansüstü çalışmalarını yaptı. (1975).

Eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndü ve askerlik hizmeti için Deniz Kuvvetlerine katıldı (1976-77). Tercüman olarak Almanya’ya gönderildi. O sıralarda ABD Türkiye’ye — Kıbrıs harekatı yüzünden ve Yunan lobisi baskısı ile — silah ambargosu uyguladığından gemi alma çalışmaları Almanya’ya kaydırılmıştı. Denizaltı ve destroyer eğitimlerinde bir yıl kadar simultane tercümanlık yaptı. TCG Gazi Hasan Paşa gemisinin Wilhelmshaven’den alınıp uzun bir deniz yolculuğu ile Gölcük’e getirilmesinde de ilk tayfada yer aldı.

Askerlikten sonra bir sene kadar İstanbul’da çalıştı ve üç ayrı işi denedi. 1978 ‘de Amerika’ya göç etti. Önce San Francisko körfez bölgesinde depreme dayanıklı beton yapıştırıcılar üzerine ürün geliştirme kimyageri olarak çalıştı (1978-1981). Arkasından Los Angeles’e transfer oldu ve uzay ve havacılıkta kullanılan grafit bazlı yapı malzemeleri geliştirme kimyageri olarak birbuçuk yıl çalıştı (1982). Sonra New York’a transfer oldu ve bir İngiliz sanayi gurubu için korozyona dayanıklı kaplama malzemeleri üretimini sağlamak üzere Long Island’da fabrika kurdu (1982-1985). 1985 te Los Angeles’e geri dönerek, sanayi ekipmanların bakım ve onarımında kullanılan, erozyon ve korozyona dayanıkllı polimer bazlı malzemeler üretimi yapmak üzere kendi şirketini başlattı. Halen bu şirketin kurucu başkanıdır.

Evli ve bir oğlu olan Kırlıkovalı, ABD ye adım attığı ilk günden itibaren kendini Türk kültürünü tanıtma ve savunma ihtiyacı içinde buldu. Bu amaçla, son 27 senede, yazılı – sesli – görüntülü medyaya beşbinin üstünde mektup yazdı. Bunların kücük de olsa bir kısmı yayınlandı. Radyo ve TV programlarına ve üniversite panellerine katıldı. Halen de mektup yazma işini sektirmeden sürdürmektedir. Güney Kalifornia Türk-Amerikan Derneği’nin 1982 deki başkanı; TADF’nın (Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu,New York) ilk halkla ilişkiler başkanı (1983-85); TADF Batı ABD bölge direktörü (1985-2005); ve ATAA (Türk-AmerikanDernekleri Kurulu,WashingtonDC) Batı ABD bölge direktörüdür (2005).

 (Turkish Journal)

Become a patron at Patreon!