Aylin Tekiner: İkna edilmeye ihtiyacım var!
Bugün, hukuk adamı, siyasetçi Mehmet Zeki Tekiner’in öldürülüşünün 32. yıldönümü.
Geçen yıl Özgür Mumcu yazmıştı: “Tekiner’i öldüren maşa, biraz hapiste yattı, sonra cezası affa uğradı. Bugün aramızda yaşıyor. O maşayı cinayete azmettiren, zamanının kudretli ülkücü şefi Ömer Ay da öyle. Onlara cinayet emri veren ağababaları ise hiç bulunamadı. Zaten dava dosyası da kayıp.
Tekiner’in ölüm emrini verenler derhal bulunsaydı, valisi, emniyet müdürü el ele cinayetin üzerini kapatmaya çalışmasaydı, emin olalım ki bambaşka bir ülkede yaşıyor olacaktık.”
Babası 17 Haziran 1980 günü katledildiğinde henüz iki yaşında olan Aylin Tekiner, bir süredir New York’ta yaşıyor. Kendisi ile T24 için görüştüm.
İlk olarak, anne ve babasının nasıl tanıştıklarını sordum…
“Babam Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra avukatlık yapmak üzere Nevşehir’e gitmiş. Annem de aslen Nevşehirli. Bir yaz ayında dayısının yanına giden annemin diş hekimine ihtiyacı olmuş. Diş hekimine gittiğinde, babamla orada tanışmışlar. Nevşehir küçük yer olduğundan, aileler de oldukça iyi tanıyorlar birbirlerini ve sonrasında evlenmişler” dedi ve babasına dair annesinin çok severek anlattığı bir hikâyeyi anımsadı: “Babam, nişanlıyken, anneme demiş ki: “Her gün köylere gidiyorum, oradakiler benim dostlarım, aynı kaptan yemek yiyoruz. Aynı kaba batırıyoruz çatalımızı, kaşığımızı. Sakın kibirli olma.” Annem babamın bu sözlerini bize hep çok keyifle anlattı. Aralarında 19 yaş farkı olmasına rağmen uyum içinde on yıl süren bir evlilik bizimkilerinki. Üç kardeşiz. Çok mutlu bir aile, feci olay yaşanana kadar…”
‘Babam, içini doldura doldura bir halk adamı’
“Babamla ilgili önceden çok daha sınırlıydı bildiğim şeyler. İki yaşındaydım, babamı hiç hatırlamıyorum. Annem çok güzel anlatırdı, ben de her gün süsleyerek anlatmasını isterdim, beni içine dâhil etmesini istediğimden merakla sorardım babamı. Sonrasında babamı biraz daha tanımak istedim. Bir belgesel yapmaya karar verdik. Babamın hayatta olan arkadaşlarına ulaştım, her biri ile röportaj yaptım. Hitabet konusunda çok iyi olduğu ve fıkra ustası olması (özellikle Bektaşi fıkraları) hususunda arkadaşları adeta hem fikirler. Siyasetini de bunun üzerinden yaptığını söylüyorlar. Herkes onu keyifle, neşeyle aynı zamanda hüzünle anlatıyor.
O günün Adalet Bakanı çok yakın arkadaşıymış. Bir gün Nevşehir’den bir arkadaşıyla beraber Meclis’ten çıkınca, “Adalet Bakanı’nın yanına bir gidelim demiş. Ankara’da yürüyorlar, Adliye Bakanlığı’na gidiyorlar. O dönem Adalet Bakanı Selçuk Erverdi. Erverdi diyor ki; “Zeki, buraya müsteşar olarak gel, hukuk üzerine olan bilgin, birikimin burada çok işimize yarayacak.” Babam demiş ki, “ben ceket iliklemeyi sevmem”, o da demiş ki, “tamam o halde ceketini ilikleme.” Babamın yanıtı net: “O da benim ahlak anlayışıma sığmaz.” Bakanlıktan çıktıktan sonra arkadaşı, “yahu sen deli misin, sana müsteşarlık teklif ediyorlar nasıl kabul etmezsin?” diye şaşırıp sormuş. Babam, “sen beni anlayamamışsın, ben ceket iliklemeyi sevmem” demiş. Belgeselde bir kere daha fark ettim ki, yöre insanları hep yakın çevresi olmuş, hepsiyle çok yakın. Babamın milletvekili olduğu dönemde kendisini eleştirebilen, beraber içki içebilen, beraber her türlü derdi paylaşabilen insanlarla zor bulunan dostluklar yaşamış. Elitist bir tavır sergilememiş, o toprağın çocuğu olarak oraya geri dönmüş. Yaşamının sonuna kadar da ilk vurulma sonrası dahi orayı terk etmeyi düşünmemiş. Orada olmayı çok önemsemiş.”
Belgeseli izleyebileceğimiz bir adres var mı?
Belgeseli Toplumsal Bellek Platformu’nun sitesine kısa süre sonra koyacağız.
Babanız geçen yıl memleketinde ilk defa anıldı. Neden?
12 yıl öncesinde bir CHP Nevşehir İl Başkanı anma programı yapmıştı aslında. Anma geleneği aslında daha çok 90’lı yıllarla beraber başladı. Toplum olarak özellikle Uğur Mumcu cinayeti sonrasında kendi değerlerini anmanın önemini kavradık. Aile olarak anma programları yapmayı hep istedik ama bunu “Nevşehir’de mi, Ankara’da mı yapmalıyız?” diye arada kaldığımız çok olmuştu.
Dönemin Nevşehir’i?
Nevşehir, babamın döneminde de olmak üzere her zaman muhafazakâr bir şehirdi. Babam, tüm halk kesimini kucaklayan birisi olduğu için, davalara parasız girdiği için ve muhafazakârlar, sağ kanattakiler de babamı çok sevdiğinden, babamın oradaki CHP’yi veya solu örgütlemesi daha kolay olmuş. Nevşehir gibi bir şehirden babamın Meclis’e gitmesini açıklar bir durum bu. Babamdan sonra Nevşehir, sol örgütlenmede güçsüz kalmış, o dönemler şehir, MHP’nin kalesi iken bugün İslami dozu artmış bir milliyetçi kanadın kalesi.
Bu yıl için anma programı yapıldı mı?
17 Haziran’da yine aynı yerde anma programı düzenlenecek ve aynı zamanda bir fotoğraf sergisi olacak. Belgesel gösterilecek. Her ne kadar babalar gününe bir paye biçmesek de, bu yıl da neredeyse her yıl gibi ne yazık ki babalar gününe denk geliyor. Babamın dostları, canları Nevşehir’deki anma organizasyonunda olacaktır. Umudum, gençlerin de orada olabilmesi. Ahlaklı siyaset yapmanın ne demek olduğunu biz babamın yaşamından öğrendik, bunun Nevşehir’de yaşatılmasını istiyorum. Anmanın anlamının içini iyi doldurmak adına doğru düzgün bir hoşgörünün, siyasetin, ahlaklı olmanın her şeyden önemlisi iyi bir insan olmanın duygusunu biraz olsun hissettirebiliriz belki. Tabii kızı olarak sübjektif olabilirim bunu söylerken ama hiç kimseden de tersini duymadım. O nedenle inançla söylüyorum. Umuyorum ki bir daha bunlar yaşanmaz ve bir gün devlet bu güvenceyi bize hissettirir. Ve umarım daha fazla yanmayız. Hrant Dink davasında yandığımız gibi, geçen yıl Kemal Türkler’in davasının zaman aşıma uğradığında yandığımız gibi.
Özellikle vurgulamak istediğim başka bir şey ise, babamın hiç bir zaman kült kimlik olarak anılmasını istemememiz. Çünkü faili meçhul cinayetlerle ilgili sorunu oturup tartışmazsak, sadece anma ile bırakırsak hiç bir yere varamayacağımızı biliyoruz. Geçen yıl panel düzenlememizin nedeni de oydu.
Süreci tartıştık. İlerleyen yıllarda bunu akademik düzeyde, hukuk ve toplum ayağını, yeri geldiğinde medya ayağını tartışabileceğimiz, şiddetin bütün anatomisini masaya yatıracağımız bir panele dönüştürmeyi çok istiyoruz.
TBMM Adalet Komisyonu’nda, Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı kabul edildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
“Toplumsal Bellek Platformu” çatısı altında 28 aile bir araya gelerek, Meclis’e 16 kez gidildi, yetkileri genişletilmiş araştırma komisyonu teklifimiz iktidar partisi tarafından her seferinde reddedildi. Şimdi de bu sürecin ardından önce12 Eylül hikâyeleri, sonrasında da devlet sırrı kanunu gündeme geldi. Bizim dile getirdiğimiz ve sol kesimin dile getirdiği şeyleri iktidar partisi başka türlü dile getirir oldu. Toplum içerisinde bir kesim umutlandı, “önemli olan bu gibi şeylerin tartışılıyor olması” dediler ama ne yazık ki o kadar manupilasyona açık zeminler yaratıldı ki, 12 Eylül hikâyesinde medyadaki adabı aşan tavırlarla süren tartışmalar sırasında hepimizin canı yandı, sürekli mağduriyet hikâyeleri dinledik ve samimiyet arayışına daha da ihtiyaç duyar olduk. Bugünlerde devlet sırrı kanun tasarısı sunuldu. Bizim yıllardır söylediğimiz şey, “devlet sırrı” elimizi kolumuzu bağlayan bir kavramdı. Dosyalarımızın devamını bulamıyorduk, hep sınırımız, limitimiz vardı. Bu hukuk düzeni içerisinde bize ne kadar verilirse o kadarla yetinmek zorunda bırakıldık. Bizim dillendirdiğimiz şeyi masaya yatırdılar ama nasıl yatırdılar? Başbakan’ın başkanlığında dört bakandan oluşacak kurul ile devlet sırrının ne olduğuna karar verilecek. Bu anlaşılır bir şey değil. Dünyanın hiç bir yerinde görülecek şey değil. Bir iktidar partisi olarak, devlet sırrı kavramını neye göre tanımlayacaksınız, siz bu kavramı neye göre belirleyeceksiniz? İdari yetkiyi iktidara verip siyasi olarak konuya hâkim olduklarında nelerle karşılaşacak bu ülke? Bu ülkenin özgürce yazamayan, çizemeyen ve büyük baskı altında olan gazetecileri neyi yazacak neyi çizecek? Bütün bu sorularla her gün daha çok boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Yenice, Emniyet, 50 yaşını doldurmuş tüm arşivini Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne devretti. Basında heyecan yarattı bu gelişme. Nasıl yorumladınız?
Devlete karşı ciddi bir güvensizlik taşıyorum. Ne yazık ki buna zorunlu bırakıldık. Devlete güvenimizi sağlamlaştıracak çok ciddi garantilere ihtiyacımız var. Bu belgelerin hangi birine ulaşacağımız konusunda şüphelerim var. Kimin hangi belgeye ne için ulaşacağına dair kuşkularım var. Tek parti dönemini sorgulamak için arşivlerin açılmasını kısır buluyorum. İyi niyetli bulmuyorum. Yalnız şunun iyi anlaşılmasını isterim; bu ülkenin bütün gizlerinin, karanlıklarının açığa çıkmasından yanayım. Ama bir karanlığı açacağız derken bir başka karanlığa kürek vuruyorsanız ki, ben öyle olduğunu hissediyorum, orada benim için bir sorun var. Mücadelemizi çok daha kararlı bir şekilde sürdüreceğimize olan inancım daha da artıyor.
‘İkna edilmeye ihtiyacım var…’
“Meclistekiler istedikleri zaman birlik içine giriyorlar. 12 Eylül öncesinde gerçekleştirilen siyasi cinayetlerin katilleri için bir af maddesi MHP’nin isteği üzerine yargı paketine eklendi. Bahçelievler Katliamı sanıklarından Bünyamin Adanalı, yine Bahçelievler ve Balgat Katliamı sanıklarından ve aynı zamanda Kemal Türkler’in katil zanlısı Ünal Osmanağaoğlu, babamın cinayetinden çok kısa bir süre önce öldürülen CHP Kayseri İl Başkanı Kulkuloğlu, Adana CHP İl Başkanı Ahmet Albay ve platform ailemizden Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un katili Muhsin Kahya için yeni bir af paketi gündemde. İstedikleri zaman nasıl da güzel uzlaşıveriyor ve paylaşıveriyorlar. Bu ülkenin çocuklarına, geleceğine nasıl temiz bir yaşam bırakacağına dair bir endişe taşınmıyor. Bizim yetkileri genişletilmiş araştırma komisyonu isteğimizi reddetmeleri de bu yüzden. “Bu araştırma komisyonunun devlet arşivine girerek belgelere ulaşma yetkisi olmalı” diyoruz. Zaman aşımı kavramının ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Bunu yapacaklarına dair hiçbir inanç taşımıyorum ne yazık ki. Umuyorum bir gün hukuk üzerinden konuşmayı öğrenerek gelirler.”
(T24)