Saymaz: 12 Eylül davası iki paşanın kısıtlı ömrüne sığdırılmamalı
Mayıs 2002’den beri Radikal Gazetesi’nde insan hakkı ihlalleri üzerine haber yapan İsmail Saymaz’ın 12 Eylül’ün insanlık suçlarını konu alan ‘Oğlumu Öldürdünüz Arz Ederim’ isimli kitabı piyasaya çıkar çıkmaz dikkat çekti.
Kitapta beş ayrı dosya işleniyor. İlki, İzmir’de 12 Haziran 1980’de ÖSS’den bir gün önce İnciraltı yurdundaki şenlikte beş öğrencinin katli… Kars’ta Cemil Kırbayır’ın kaybedilmesi ve Kırbayır’ın yanı sıra Mahmut Kaya’nın kaybı, Oruç Korkmaz ve Turan Sağlam’ın işkencede öldürülmesi… Artvin’de öğretmen Cengiz Aksakal ve Şavşatlı gençlerin öyküsü. Bilhassa 23 Temmuz 1979’da dört yurttaşın öldürüldüğü Şavşat katliamı… İstanbul’da Nurettin Yedigöl’ün kaybedilmesi; Maraş’ta Ali Ekber Yürek, Mehmet Ceren, Cennet Değirmenci ve Fehmi Özaslan’ın öyküleri…
Kitapta; dava dosyaları, dönemin basın taraması, meclis tutanakları, oğullarını, kardeşlerini ve eşlerini arayanların dilekçeleri var. Keza bir anne, üç kardeş, bir eş ve iki evlat, bir işkence mağduru, bir işkence sanığı, bir sıkıyönetim komutan yardımcısı ile görüşülmüş.
İsmail Saymaz’ın geçen mart ayından beri bugün kitaba taşıdığı 12 Eylül kurbanlarıyla ilgili haberlerini ve söyleşilerini okudum. Nihayet kitabı yayımlanır yayımlanmaz kendisine ulaştım ve Saymaz ile kısa da olsa söyleşi yapma şansım oldu.
Saymaz’ın Erzincan Davası’nı konu alan ‘Postmodern Cihad, Devrimci Karargah Davası’nı inceleyen ‘Hanefi Yoldaş’ ve Malatya Zirve Yayınevi Katliamı’na odaklanan ‘Nefret /Malatya: Bir Milli Mutabakat Cinayeti’ isimli üç ayrı kitabından zaten haberdar olduğunuzu düşünüyorum.
Saymaz, yaptığı haberler ve hakkında açılan basın davaları nedeniyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce verilen Başarı ve Basın Özgürlüğü Ödülleri’ne, İHD Ayşenur Zarakolu Düşünce Özgürlüğü Ödülü’ne, Metin Göktepe ve İstanbul Tabipler Odası Ödülleri’ne layık görülen, Türkiye’de basın denilince önemli bir boşluğu dolduran, güçlü bir kalem.
Saymaz, Ali Ekber Yürek ile ilgili bilgi toplayarak başlamış bu kitaba. Kitabın kapağında gördüğünüz fotoğrafı 2011’de Tunceli’de Ali Ekber Ürek’in mezarının açılışında çekmiş. Ali Ekber Ürek’i sorduğumda , “ 1981’de Afşin’de sıkıyönetim komutanlığının kullandığı bir yerde parkasını kullanarak intihar ettiği iddia edilen 24 yaşında bir öğretmendi” dedi. Yürek gibi Maraş kurbanı olan
Mehmet Ceren, Fehim Özaslan ve Cennet Değirmenci’yi yazmış sonra. Emekli Tümgeneral Yusuf Haznedaroğlu ile işkence mağduru Hamit Kapan’la görüşmüş. Ardından Cemil Kırbayır’ı yazmış. TBMM alt komisyon tutanaklarını incelemiş. İnciraltı Katliamı’na dair iki yıl önceye kadar detaylı bilgisi olmadığını belirtti. Geçen ekim ayında o dosyanın tümünü almış ve yine bu süreçte, daha önce haklarında haber yapmış olduğu Nurettin Yedigöl ve Cengiz Aksakal’ın dosyalarını edinmiş. Bu arada kütüphanede TBMM tutanaklarına dalmış, gazete arvişlerine girmiş, eski Nokta ve Tempoları toplamış.
En son, ailelere ve taraflara ulaşıp söyleşi yapmış. Bunlar arasında bir işkence sanığı da olduğunu söyledi. Bu konuları araştırırken öğrendiği ve edindiği başka dosyalardan da bahsetti. Mustafa Hayrullahoğlu’nun,Diyarbakır’da ve Bingöl’de bir gencin hikayelerinin detayını öğrenmiş ama onlara kitapta yer verememiş.
“Belki o bilgilere yeni bir kitapta yer verirsiniz?” diye sordum…
“Kitaba dönüşür mü bilmiyorum; çünkü bu kitap nedeniyle ara verdiğim bir ay sonra başlayacağım yeni bir kitap çalışmam var. Şimdi kaldığım yerden ona devam edeceğim…” dedi. Kitabın ne hakkında olduğunu sorsam da şimdilik açıklama yapmak istemedi.
Yaptığınız çalışmalar ile basında bir boşlugu doldurduğunuzu düşünüyorum, ne dersiniz?
Emin olun, öyle bir iddiam yok. Ben merak ettiğim konuları okuyorum, onlarla vakit geçiriyorum. Akşamları o dosyalarla meşgul oluyorum. Önce ben merak ediyorum, sonra o notlar kitaba evrilmeye uygunsa evriliyor, ilgilenmiş olduğum alan esasen çok cazip ve ilgi çekici olmadığı için ve taraflardan birinin sürekli devlet oluşu, gazetelerin bu alana ilişkin eleman istihdam etmemesi gibi sebeplerle olsa gerek, gerçekten bir boşluk olduğu görülüyor. O boşluğu, bu alanda zaten çok kişi olmadığı için ben doldurmuş gibi görünüyorum, biraz manzara böyle.
“12 Eylül davası, iki paşanın kısıtlı ömrüne sığdırılacak, üç kişilik bir heyete bırakılacak bir dava olarak kalmamalı…”
Bugünkü 12 Eylül davasını nasıl yorumluyorsunuz?
Çok sembolik bir dava, zaten şöyle bakmakta yarar var: Ceza davalarında sanık ölürse dava düşer. Bu davanın da iki sanığı var, ikisi de gerçekten yaşlı, dolayısıyla dava sürse bile sonunu görmeyebilirler. Muhtemelen de görmeyecekler. Bu bağlamda, sanık sayısının iki olması başlı başına bir sorun… Bir diğeri şu: Darbe yapıp yapmadıklarına odaklana bir dava, teorik tartışmada boğulacak, oysa aslolan insanlık suçu çerçevesi olmalıydı. Bu çerçeveden bakıldığında, suçlamalar daha fazla, sanık miktarı daha çok, yüzleşme daha derin olacaktı.
Bu yine de davanın önemini küçültmez sanıyorum…
Elbette ki bu dava sembolik de olsa önemlidir ama kanımca eksik kalacak…
Referandum sonrasında kitabınızda konu ettiğiniz tüm olayların yargıya taşındığını ama hepsinin kapatıldığını açıkladınız, biraz açar mısınız?
Tabii, referandumdan sonra, 48 ilde 300’ü aşkın suç duyurusunda bulunuldu.
Bunlardan yalnızca, bildiğimiz kadarıyla Afşin Savcılığı, ki 31 yaşındaki genç bir savcı olan Mehmet Kuş’un özverisi sonucu, Ali Ekber Yürek’in dosyası yeniden açıldı, mezarı açıldı, kimi tanıkların ifadesi alındı ama orada da maalesef süphelilerin ifadesi alınmadı.
Kars’ta, TBMM’nin baskısıyla, Cemil Kırbayır’ın kaybına ilişkin bir dava açıldı, birkaç yazışma ve tanık ifadesi dışında dosya rafta kaldı. Aile AİHM’e başvurmak zorunda kaldı. Yalnızca geçen hafta Gaziantep’teki bir işkence savına ilişkin bir polisin şüpheli sıfatıyla ifadesi alındı.
Diğerleri ne oldu?
O tarihte yasalarda, “insanlık suçu” diye bir kavram olmadığı için zamanaşımı gerekçesiyle ya takipsizlik kararı verildi ya da 1980’den sonraki bir tarihte bir soruşturma açıldı. Yeni delil çıkmadığı için ikinci bir soruşturma açılamayacağı sebebiyle bazı davaların çoğu tekrar kapatıldı. Kapatımayanlar da hiçbir işlem olmaksızın beklemeye alındı. Manzara böyledir… Evren ve Şahinkaya’ya dava açan Ankara Savcısı illere yazı yazdı ve dedi ki: “Bir insanlık suçu vardır ve burada zamanaşımı yoktur. Dolayısıyla her şikayetle ilgili soruşturmalar hızla başlatılmalıdır ya da derhal işlem yapılmalıdır” ben de böyle düşünüyorum…
Siyasi irade?
Tabii ki siyasi iradenin de yeltenmesi ve irade koyması gerekiyor. O iradenin mevcut olduğunu sanmıyorum.
Medyanın da bunca cinayete hizmet ettiğini düşünenler var…
Medyanın aldığı pozisyonu, bir ceza yargılamasına değil de kamuoyunun vicdanına bırakıp orada değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ortada generaller, polis şefleri, onları onaylayan yargıç ve savcılar ve kamu görevlileri varken, esasen bir darbeye boyun bükmüş ya da ona sempatiyle bakmış kalem erbabına yönelmek doğru bir bakış açısı olarak görünmüyor.
12 Eylül sürecini anlamak adına önereceğiniz kitaplar var mı?
Elbette, Erbil Tuşalp’in ‘Bin Belge Bin Tanık’ isimli kitapları şimdi unutulmuş olsa dahi 12 Eylül’ün hemen ardından sıcağı sıcağına ve cesaretle yazılmış kitaplardır. Buna yine Tuşalp’in ‘Eylül İmparatorluğu’nu ekleyebilirim. Keza umag’dan çıkan ‘Neden öldürüldüler?’ serisi de çok değerli bir kaynak.
Peki, memlekete dair en çok ne dertlendiriyor sizi?
Ben müzmin bir muhalif değilim, gazeteci eleştirelliği sınırlarında kalmayı tercih ederim. Dolayısıyla iktidara AKP olduğu için değil, iktidar olduğu için eleştirel bakarım. Bugün AKP, yarın bir diğeri, fark etmez… Ne var ki, bu döneme mahsus bir tespiti söylemek zorundayım: Çevremde gözlemlediğim kadarıyla, insanlar dünden farklı olarak bugün, devletin tarafsızlığına dair kabullerini yitirmiş haldeler, iş ararken de böyle, sınava girerken de…Ben herhangi bir adrese başvurduğumda “devlet, acaba herhangi bir eğilimim, yönelimim veya kimliğim nedeniyle bana ayrımcılık uygular mı?” sorusunu eskisinden daha fazla soruyorlar diye düşünüyorum. Bunu da çok can sıkıcı buluyorum.
Son soru: Normal bir ülkede doğmuş olsanız, başka bir meslek seçer miydiniz?
Hayır, ben küçük yaşlardan beri kağıt kokusunu severim. En büyük oyunum, kendime gazeteler çıkarmaktı. İlk yazım 14 yaşındayken bir mahalli dergide çıktı. O tarihten sonra Rize’de çıkan hemen hemen her yayında yazılarım yayımlandı. Ben sanırım başka bir iş yapamazdım.
(T24)