O kendini geliştirmekten asla yorulmayan biri!

O bir 3D animator… O bir bilgisayar programcısı… O bir mimar… O bir seslendirmeci, yönetmen, reklam, dizi ve sinema oyuncusu… O kendine münhasır bir komik adam: Murat Serezli 

Hikaye bir TV kanalında geçiyor. Serezli, kanalın talkshow (sohbet programı) yıldızı Yıldırım’ı oynuyor ve sabah programları yapan eşi ile iki çocuklu bir aileleri var. Her bölümde senaryo ile ilerleyen sitcom kısmı dışında, bir yerden sonra Yıldırım’ın talkshow’u başlıyor. Serezli, Talkshow’a yani dolayısıyla diziye her hafta konuk olan bir ünlü ile bu sefer doğaçlama bir performans yapıyor. Yetiştirebildikçe de her hafta talkshow’unun başında kısa bir tek kişilik gösteri gerçekleştiriyor. İlk iki bölümün çekimlerini geçen gün tamamlamışlar. Üçüncü bölüme de hafta sonu başlayacaklar.

Ayrıca bir dizide daha Serezli’yi izleyebileceksiniz bu ilkbahar. O da Gani Müjde’nin yazdığı “Teyzanne”. Star’da yayınlanacak o dizi de mart ayının son haftasında çekimlerine başlıyor. Orada da dizinin iki ana erkek karakterinden biri olan, medikal cihazlar pazarlayan tatlı çapkın bir iş adamını oynuyor.

Başarıdan başarıya koşan Murat Serezli ile Turkish Journal için görüşme şansı yakaladığımda, binlerce soru geldi aklıma. Karşınızdaki kişi on parmağında on marifetli olunca sorular da binbir çeşit oluyor. Murat Serezli ile oyunculuktan çağdaş sinemaya, dijital sanatlardan reklama birçok şeyi konuştuk…

İlk story-board denemeleri…

Babasının 8mm bir film makinası varmış. Onunla aile anılarını çeker, İngiltere’ye banyoya gönderir, bir ay sonra da filmler gelince, filmleri küçücük bir filmcutter ile montajlar, A4 kağıtlara font kitaplarından harfleri kopya çekerek yazdıkları ve suluboya ile boyadıkları yazıların filmlerini çekerek de kapak yazılarını yaparlarmış. Serezli: “Ben başlarda izleyici olarak babamın yanında yer alırken, sonraları önce yazıları yazıcı, sonra da montaj operatorü olarak daha ciddi görevler almaya başladım. O zamanlar ilkokuldayım. Babam da oyunculuk dışında reklam yönetmenliği yapmaktaydı. Onunla beraber şahane saatler geçirerek kurguyu öğrenmeye başladım. Kendi film hikayelerimi hayallemeye başladığımda bunları tarifle yazmanın bana yetmediğini ya da çok uzun sürdüğünü, görsel düşünce yapımın sonuçlarını ancak çizerek ve kamera hareketlerini, açıları ve ölçekleri story-board denen ama benim daha en az 15 yıl adını öğrenmeyeceğim çizgiroman kareleri ile anlatabileceğimi farkettim.”

Ortaokul boyunca da, o zamanların en harika bilim-kurgu dizisi olarak adlandırdığı, çok büyük hayranı olduğu Battlestar Galactica’nın onlarca maceralık çizgiromanlarını defterler dolusu çizerek storyboard konusuna paralel bir çalışma içinde bulunmuş. Üniversitede o güne kadar yazdığı en detaylı maceranın çizim ve hikaye çalışmaları sırasında yavaş yavaş çizgi roman çizmekten kopmuş ama o çizim yeteneği onu hiç bırakmamış.

İlk video kamerasını babası Kıbrıs’tan getirmiş. VHS-C denen bir formatmış. “Bant kalınlığı VHS ile aynı ama kaset kutusu minicikti” diyor Serezli ve ekliyor: “ Onunla mahalleden arkadaşlarla ve kardeşimle bir sürü şey çektim. Komik absurd reklamlar, skeçler, karate filmleri. Ama en detaylı çalışmam lisedeyken tek başıma el kamerasıyla çektiğim yarışma programı oldu. Sunucuyu, dört yarışmacıyı ve iki juri üyesini teker teker kılık değiştirerek kendim oynadığım bilgi yarışması.
O görüntülerin hamları şu anda hala aynı VHS-C master kasetlerde duruyor. Ama montajı bitmiş olan kaset, montaj aşamasındaki aktarımlardan dolayı sağlıklı izlenemez bir Betamax. O zamanlar iki video’m vardı. Ev videosu. Onları RF TV kablosu ile birbirine bağlamış ve birinden görüntüyü yollarken, diğerinde tam zamanında kayda giriyor sonra pause tuşuna basıp hemen bir sonraki görüntünün yerini arıyordum. Zorlukların bini bir paraydı. Aklımda kalan iki detay şu. Kayda gir dediğimde kaset yarım saniye sonra giriyordu. Yani player video doğru yere gelmeden yarım saniye önce kayda girmeliydim. Ve kayıttan pause ile çıktığımda video kendisini bir saniye geri alıyordu. Yani recorder’ın çıkmasını istediğim zaman bir saniye daha beklemeliydim. Üstüne üstlük, bir sonraki monte edeceğim görüntüyü bir dakika içinde bulamazsam, pause durumunda bekleyen video kasedi korumak için kapanıyordu. Gerçek bir ıstıraptı. Bu nedenlerden dolayı o montajı hiç bir zaman içimde istediğim gibi bitiremedim.”

“O görüntüye ulaşmamız mümkün mü?” diye soruyorum…

“Star TV’de çalışırken, master VHS-C kasetlerden tüm görüntüleri bilgisayara alıp, tekrar bir montaj yapmayı düşündüm ama hiç hayata geçiremedim. Bunu hala birgün yapmayı istiyorum aslında. Ama VHS-C kasetleri en iyi şekilde dijitize etmem ve buna zaman ayırmam gerekli. Yani o zamana kadar, ben montajı tadında tekrar bağlayana kadar o görüntülere ulaşmanız mümkün değil” diyor.

Oyunculuğunuz, sezgi yeteneğinizi ve gözlem gücünüzü yansıtıyor. Nereden besleniyorsunuz?

Herşeyden. Başta insanlardan tabii. Durumlardan, olaylardan, bakış açılarından, fikir farklılıklarından. İnsanların nelere güldüğü üzerine kafa yormayı çok severim. Düşünce ve davranış yapıları üzerine de. Hareketlerinde bilinçlerinde olan yani niyetli, ya da kendilerinin bile farkında olmadığı psikolojik nedenleri tahmin etmeye çalışırım. Sosyal psikoloji üzerine hep düşünürüm. Ve detaylara çok dikkat ederim. Bakışlar, mimikler, gülüş şekilleri, yürüyüş şekilleri.

“Hayatboyu her zaman sevdiğim işi yapmayı seçmişimdir”

Bu sektörde yetenek kadar ısrar ve istikrar da çok önemli kuşkusuz. Başarınıza sebep olan ısrarlı hallerinizden bir kaç örnek verebilir misiniz?

İnanmadığım hiçbir işi kabul etmem. Amatör bir kısafilm bile olsa. Ses getirecek bir rol de, maddi geliri çok iyi bir reklam da olsa. Bu konuda çok ısrarlıyımdır mesela. Uzun zamandır oynamıyor da olsam, sıkıntıdan patlıyor da olsam bana doğru gelmiyorsa kabul etmem. Sonra, kesinlikle çalışmayı kabul etmeyeceğim markalar, kanallar, temalar vardır. O konularda bana o işi kabul ettirebilecek bir rakam yoktur. Prensiplerimin aykırı düşmediği işlerde de, o işin hislerime ters düşmemesini isterim. İş seçme konusunda duygusal bir yapım vardır. Maddiyat belki onuncu sırada gelir. Başka ısrar ettiğim konular ise kendi yapacaklarımla ilgilidir. İş alanlarımın her türünde çok mükemmelliyetçiyimdir. Birileri işi parmaklarının ucuyla tutuyorsa buna kızarım. Profesyonel çalışma düşüncesi, iş ahlakı, disiplin, yapabileceğimin en iyisi yapma zorunluğu, daha önce yapılmamış birşeyleri bulma ve uygulama hedefi (ki bu yaratım dönemimde doğum sancıları çekmeme ve stresli olmama yol açar ama elimde değil) olmazsa olmazlarımdır. Ayrıca eğlendiğim, eğleneceğim işleri hisseder, seçer, ya da eğleneceğim hale getiririm. Mutlu bir çalışan olmayı severim.

Oynadığınız karakterlere nasıl çalışıyorsunuz?

Karaktermin hikaye içindeki repliklerini, mesleğini, kişiliğini, diğer karakterlerle hukuğunu, ilişkisini ve filmin/dizinin hikayesinin tamamında neye hizmet ettiğini düşündükten ve çözdükten sonra karakterin nasıl yürüyeceğini, nasıl bakacağını, nasıl konuşacağını, nasıl mimikler yapacağını, ne gibi limitleri olacağını düşünmeden önce kendimi kendi halime bırakıyorum. Karakterin değişmezleri kafamda dolanırken bir ilham gelmesini bekliyorum. Erken kesinleşen kararlar almak istemiyorum. Bu düşünceler kafamdayken etrafıma bakıyorum, filmlere dizilere bakıyorum. İnsanlara bakıyorum. Bazen bir türlü farklı birşey bulamadığım için ama zamanım azaldığı ve elimde hiçbirşey olmadığı için geriliyorum. Sonra birden bir fikir geliyor. Onu hikayenin içinde deniyorum. Uyan yerleri ile uymayan yerlerini törpülüyorum. Ortaya başka birşey çıkıyor. Benden olan bazı özellikleri katmaya çalışıyorum.
Hazırlanma sırasında kesinlikle bugüne kadar benzer neler yapıldığına bakıyorum. Karakterimin mesleğinden insanları düşünüyorum. Çekim anları dışında da zaman zaman o karakter gibi davranıyor, konuşuyor, düşünüyor ve pratik yapıp daha organik olmasını sağlamaya çalışıyorum. Biraz sancılı ama kesinlikle çok eğlenceli bir proses bu.

Sizin başarı formülünüz ne?

Yapabildiğinin en iyisini yap. Her zaman farklı ol. İşine kendi ruhunu yansıt. Dürüst ol. Akıl kullanmayı bırakma. Anlayışlı ve nazik ol. Erdemli ol. Etrafındakilerin iyi özelliklerini kendine katmaya çalış. Yapılmamışı yap. Takdir etmeyi bil. Şımarma.

1AD:”O” Kamera Arkası görüntüleri çok eğiticiydi. Buna benzer gözümüzden kaçan başka paylaşımlarınız var mı?

Onu yapmak için içimde ciddi bir istek uyanmıştı. Gençlere belgeselin yüzeyinde görünen ve alt-metninde gizli olan bir çok mesaj vermek istedim. O sıralar işlerim hiç yoğun değildi ve ortalama 1,5 ay gibi bir süre 1AD:”O” ve 1AD:”O” Kamera Arkası ile uğraşıp, Internet ortamında paylaşıma açtım. Yüzlerce pozitif geribildirim aldım. Gençlere ileti yardımıyla fikirler verdim, yorumlar yaptım işlerine. Bir çok genç o çalışma sayesinde bu işe yöneldiğini, ya da daha çok düşünmeye ve çalışmaya başladıklarını hatta o belgeseli seyrettikten sonra azmedip bu işle ilgili bir üniversiteye girdiklerini söylediler bana. Bu iletilerin hepsi sakladığım en değerli iletiler. Sadece 1AD:”O” KA sayesinde hayallerini şekillendiren, hatta yurt dışına gidip orada okumaya başlamasının benim yaptığım o filmciğin içindeki yaklaşım ve bakış açısının verdiği ilham olduğunu söyleyen sanal arkadaşlarım oldu. Çok gurur duyuyorum bu durumdan.
Henüz o tarz bir kamera arkası belgeseli yapmadım başka. Zaten efektli bir kısafilm de çekmedim sonrasında. Ama kendi ticari filmlerimi çektiğimde, DVD’sinde bu detayda kamera arkaları olacağından emin olabilirsiniz.

Kısafilmcilere her zaman destek verdiniz. Benimsinemalarim.com çalışması müthiş başarılıydı bence. Devam etmiyor sanırım, yanılıyor muyum? Neden?

Benimsinemalarim.com’a hem forumda bilgi paylaşımımla, hem kısafilmlerimle, hem de film editörü olarak iki yıl kadar destek verdim. Sonrasında ise işlerim dolayısıyla zaman ayıramaz oldum. Ama kısafilmcilere desteğim her zaman sürüyor. Profesyonel oyuncularla çalışma şansına sahip olmaları çok önemli onlar için. Eş, dost, akraba oynatarak kamera yönetim becerilerini geliştirebilirler. Ama iyi sinema yapmanın birinci yolu hikaye ve oyuncu yönetiminden geçer. Zamanım elverdiğince ve prensiplerimle ters düşmediği sürece her zaman kısafilmcilere, sinema öğrencilerine teorik olarak, fikir olarak ya da oyuncu olarak destek vermeye devam ediyorum.

Bilgisayar grafiklerinde, özel efekt konularında bilgili biri olarak bugün Hollywood’un da kullandığı özel efekt programlarını nasıl yorumluyorsunuz?

Hollywood teknoloji üretiyor. Filmlerini daha heyecanlı yapmak için ya da daha farklı bir görsel etki yaratarak daha çok pazarlamak için de bu teknolojiyi kullanıyor. Farklı merceklerden laser tarayıcılara, animasyon yazılımlarından performans yakalama kameralarına kadar her tür teknolojiyi sürekli geliştiriyor. Pixar ya da Dreamworks’de mesela bizim burada ticari olarak bulabildiğimiz 3D programları dışında hep in-house-software denen, o firmanın kendi geliştirdiği yazılımlar kullanılıyor. Bu yazılımlar bazen ticari olarak satılmaya da başlıyor. (Pixar’ın render motoru olan RenderMan’ın ikibinli yılların başında her tür 3D programda kullanılabilir dış bir eklenti olarak çıkması gibi. Ya da bugün herkesin kullanmayı bir şekilde bildiği PhotoShop aslında George Lucas’ın ILM firmasında yazılmış bir in-house-software idi.
Dolayısıyla Hollywood’daki özel efekt programları hiçbir zaman durmuyor. Sürekli ihtiyaca göre geliştirilmeye devam ediyor. AntZ filminde karıncaların yuvasını su basacağı için, su dinamiklerini hesaplayabilen prosedürel animasyon metodları içine dahil ediliyor, Bug’s Life’de böceklerin dünyasından bakacağımız için nesnelerin gölgelere karşı yarı şeffaflığını hesaplayabilen algoritmalar render motoruna katılıyor, Incredibles’da insan saçları konusu çözülüyor, Monsters Inc.’de tamamen tüyler üzerine gidilip, yaratık tüyleri, bunların ıslak hali, üzerinde kar tutmuş hali gibi alternatiflerin altından kalkabilen efekt animasyonlarına uygun programlar yazılıyor. Sonra bu programlar olası başka projelerde de kullanılıyor.
Sürekli yenilenen, ihtiyaca göre geliştirilen ve makinaların CPU güçlerinden ve insan hayalinin sınırlarından (ve tabi ki kapitalden) başka sınır tanımayan bir sektöre hayranlık duymamak olanaksız. En son Beowulf’taki görüntüler bir render kalitesi açısından dehşet vericiydi. Transformers ise ile defa mekanik animasyonda gerçek ile yapayın ayırt edilemediği bir noktaydı.

Özel efekt ve görünmeyen efektle çağdaş sinemanın geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz?

Özel efektler hakkında iki görüşüm var. Birincisi özel efektlerin sinema için muazzam bir oyuncak olduğu. Kesinlikle her filmi eğlenceli hale getiriyor. Çünkü özel efekt gerçekte olamayacak, gerçekte göremeyeceğimiz birşeyleri en gerçek zannedebileceğimiz görüntüsüyle karşımıza çıkarıyor. Görmek inanmaktır. Hayal de olsa. Yeteri kadar gerçekse heyecanlanırız, duygulanırız. Araba karakterlerin bile arkasından ağlarız. Köpeklerin konuştuğuna, fikirleri olduğuna inanırız. İşim olmasa da her zaman zevk alırım efekt filmleri izlemekten.
İkinci görüşüm ise, ustalıkla da yapılsa acemice de yapılsa dijital efektlerin mutlak egemenliğinde olan sinemanın (tamamen 3D olan filmlerden bahsetmiyorum) filmlerinin bana çok sentetik gelmesi. Digital grafiklerin soğuk ve yapay bir yanı vardır. İçinden atılamayan. Mükemmelliklerinden gelen belki de. Bir bilimkurgu filminde çok zamandır maketlerle çekilen uzay gemisi efektleri görmedim. Hep 3D ile yapılır artık. Ama ben Star Wars Original Trilogy’nin maketler ve hareket kontrollü robot kollar ile canlandırılmış uzay gemilerini, stop-motion AT-AT’lerini, Blade Runner’ın Skimmer’ını, Aliens’ın detaylı uzay gemisi ve DropShip modellerini değişmem hiçbirşeye.
Çağdaş sinemada efekti nasıl gördüğüme gelirsek, çok kısa özetleyeceğim. Efektli filmleri seviyorum ama dramaları güçlüyse. Hikaye iyi değilse, iyi oynanıp iyi çekilmediyse, sadece efektler bir filmi iyi yapmaya yetmez. O güne kadar yapılmış en özel, en muazzam efektler, en farklı görsellik bile olsa. Efektler amaç değil araç olarak kullanıldığı sürece efektli filmlerden sıkılmam. Ama sinema bir hikayedir. Efekt sizin için hikaye anlatmaz, hikayeyi anlatabilmenize yarar.
“Görünmeyen Efekt” ise bambaşka birşey. Bu tabir iki anlamda kullanılır. Birincisi, yaygın olanıdır. Efektçiler arasında, bir efektin muazzam derecede gerçekçi göründüğünü, onu yapaylıktan uzaklaştıran herşeyin düşünüldüğünü, eğitimli gözlerin bile orada bir efekt olduğunu düşünmediği durumları ifade etmekte ve genellikle övgü anlamında sarfedilir. Bir efekti “görünmezlik” noktasına getirmek gerçekten çok fazla zaman ve bilgi gerektirir. En ufak hata, en eğitimsiz gözün bile efekti farketmesine neden olur. Ki zaten dünya dışı birşey yapıyorsanız işiniz en baştan zordur. İkinci kullanılışı ise dünyadışı birşey yaratmak değil, mevcut görüntünün etkisini güçlendirmek için yapılan özel efektler içindir. Bir planda gökyüzünü değiştirmek, fondaki ağaçları silmek, arkadaki duvardaki lekeleri almak, görüntünün renklerine degrade atmak gibi.

Son dönemde Türkiye’de yapılan animasyon alanındaki çalışmaları nasıl yorumluyorsunuz?

Geleneksel CEL animasyonu olan çizgi film dünyasında pek gelişme hissetmiyorum. Reklamlar ise 3D animatörlerimizin seviyesini en rahat gözlemleyebileceğimiz yerdir. Çünkü reklamda hem bütçeler yüksektir, hem kısa bir zaman dilimine animasyon yazılır ama yapım süresi genellikle oldukça uzun tutulur ve her detayına kadar üzerinde oynanır. Animatörler iyi kazanırlar ve yeni şeyleri hep sunmak zorundadırlar. Türk animatörlerin yaptıkları işleri dünyadaki benzerlerinden hiç de geride bulmuyorum. Aynı teknoloji ve beceri bizde de tamamıyla mevcut. Pixar’ın kendine has programı burada olmasa da, çok yetenekli ticari animasyon paketleri herşeyi yapabilmeye olanak sağlıyor. Ama her zaman animatör arkadaşlarıma şunu söylerdim bu işte çalışırken. Onları motive etmek için değildi bu. Gerçekten böyle olduğunu düşünüyorum: “Bir animasyon planını harikulade hale getiren, ne yetenektir ne bilgi. Sadece o plana ne kadar kişinin ne kadar zaman harcadığıdır.” Tabi bu da o plana yatırılan kapital anlamına geliyor. Çünkü zaman ve iş gücü, para demek. Starcraft 2’nin trailer animasyonuna bir bakın. Ya da son World of Warcraft giriş animasyonuna. Her tarafı detay ve uğraş dolu. Dünyanın dört bir yanından animatörlerin kiminin bir hafta boyunca sadece plandaki baltanın modelini, kiminin 3 gün boyunca adamın sadece zırhının dokusunu hazırlaması yüzünden. Bugün Amerika’da iyi bir 3D sinema filmi 80 milyon dolar civarında bir bütçeye çıkıyor. Dünyanın her yerinden binlerce kişi, en az 2 yıl çalışıyor o filmin üstünde. Tek bir plan üzerinde onlarca kişinin emeği ve yaratımı bulunuyor.

“Türkiye’de animasyon kültürü kullanım alanı çok dar veya arz çok az” deniliyor. Bunun sebepleri hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bence talep az. Eğer yaptığınız bir animasyon filme 20 milyon kişi giderse bu yapımcının eline en az 40-45 milyon dolar geçecek demektir. O zaman tüm dünyaya da satabileceğiniz standartlarda bir animasyon filmi yapabilirsiniz ve tüm “Dünya” gişesini değerlendirebilirsiniz. Dev animasyon stüdyolarının yaptığı gibi dünyanın her yerindeki animatörleri, teknik yönetmenleri, modelcileri, doku boyacılarını 2 yıl çalıştırabilirsiniz demektir. Ama ülkenizde en çok izlenen filminiz 4,5 milyon gişe yaptıysa ve en iyi filmlerinizin gişe ortalaması bir milyon civarındaysa haddinden fazla riskli bir hareket olur animasyon film yapmak. Bu işi ucuza yaparsanız da dünyaya izletmeniz bugünkü şartlarda imkansız.
Kaldı ki erişkin Türk izleyicisinin animasyona duruşu hep mesafelidir. Lisedeyken ben çizgi filmler izlerken bırakın arkadaşlarımı kaset kiraladığım video kulüpteki adam bile benle dalga geçerdi. Mesela Japonya her yıl onlarca uzun metrajlı manga animasyon film yapar. Muazzam işler çıkarırlar. Onların yetişkin seyircisi sinemaya bu çizgi filmleri izlemeye sıklıkla gider. Severler, takip ederler. 20 dakika görüntü içermesine rağmen OAV (sadece video için anime edilmiş) olarak çizgidizi bölümlerinin kasetlerini satın alarak diziyi ev videosu sistemiyle takip ederler. Kültür meselesi. Halk ilgili olduğu için sektör büyüyor. Sektör büyüdüğü için kültür yayılıyor ve bugün Japanimation diye tanınıyor ve tüm Dünyaya animasyon satıyorlar. Bizde ise genellikle çizgi filme yetişkinler, çocuklarını götürürken giderler. Artık en azından Pixar’ın, Sony’nin, Dreamworks’un animasyon filmlerinde büyüklere de yönelik bir çok tema ve espri olması sayesinde yetişkinler de animasyon filmlere yanlarında çocukları olmadığı halde gidiyorlar.

“Dijital Sanatlar” alanında dikkat çekip, o yönde projelere imza atacağınızı düşünüyordum. Reklam filmi ve dizi oyunculuğu bir geçiş süreci mi?

Dijital sanatlar her zaman ilgi duyacağım, üzerinde de çok kafa yorduğum ve profesyonel olarak çalıştığım bir alan. Çektiğim ilk film değil ama umarım ikicisi efekt ağırlıklı bir film olacak. Şu anda ise sadece birşey beni çok eğlendirirse ya da merak edersem veya kendi projemse özel efekt programlarımı açıyorum. Yönetmenlik ve oyunculuk zamanımın daha büyük bir kısmını alıyor ve artık bir dijital animatör olarak sandalyeye oturup, küpü küreyi modellemeye başlayıp, orasını burasını çekiştirerek ondan bir karakter yapmaya zaman harcayamıyorum.
Efektli bir filmde supervizörlük yapabilirim, animatör takımını idare edebilir, herhangi bir efekte hangi efekt tekniğiyle yaklaşabileceğimizi seçebilir ve onu sonuna kadar takip edebilir ya da geliştirebilirim. Ama bilfiil bilgisayar önünde günlerce uyumadan modelleme ve animasyon yapabilecek enerjimi galiba kaybettim. Yeni plug-in’leri merak etmiyorum mesela. Belki yaşımın getirdiği bir durum bu, belki de hedefimdeki asıl işe kanalize olmak için değişen önceliklerimin bir sonucu.
Oyunculuk benim için bir geçiş süreci değil asla. Ama daha önce yaptıklarım oyunculuğa bir geçiş süreciymiş demek ki. Oyunculuk yapmayı çok seviyorum. Yaşadığımı hissediyorum çalışırken. Her zaman böyleydi aslında. Ama oyunculuğu meslek olarak seçme konusunda çok kararlı değildim. Özel efekt ve animasyon ilgimi hep üzerinde tuttu. Beni oyunculuğa yönlenmekten alıkoydu.

Teknik ve formasyonel bilgi sahibi birisi olarak sizin aslında olmak istediğiniz yer neresi?

Yönetmenlik ve oyunculuk. Mesleki tutkularım bunlar.

Başrolü oynadığınız reklamlar üstüste 3 senedir “Kristal Elma” kazandı. Yakında başka reklamlar var mı izleyeceğimiz?

Reklam çekmeyi çok seviyorum. Mükemmelliyetçiliğin peşindeki ruhuma tam anlamıyla ilaç oluyor çünkü. Türkiye’de ne sinemada ne dizide özen seviyesi reklamdaki kadar değil. Saniyeler büyük paralara denk geldiği için herkes en ince ayrıntısına kadar işin iyi olması için çalışıyor. Büyük bütçeli Amerikan filmlerindeki gibi çalışılıyor. Bir çok kere çekiliyor her plan. En iyi cihazlar kullanılıyor. Yeni birşeylerin arayışı hep sürüyor. Dizinin ya da sinemanın aksine, bir tek gün sadece 30 saniyelik görüntü için uğraşıldığından kendimi Amerikan standartlarında film çekiyor gibi hissediyorum. Bitmiş işin en üst kalitede olması için herkesin canla başla çalıştığını hissediyorum.
Reklam işinde çekim aşamasına gelindiğinde herşey düşünülmüş ve kararlar verilmiş olmasına rağmen, çoğunlukla birşeyler katmayı başarıyorum. Teklif ettiğim şeyler çoğunlukla kabul ediliyor. Sanırım reklam dünyasını tanımam ve reklamcı gibi düşünen bir oyuncu olmamdan kaynaklanıyor bu. Senelerce Star’da tanıtımcılık ve reklam yapmamın kazandırdığı bir bakış açısı.
Son birkaç yıl içinde, oynadığım ve birşeyler kattığımı samimiyetle söyleyebileceğim gerçekten çok başarılı reklamlar oldu.. Profilo ‘Lüzum Yok’ (2006), Axess ‘Komiser Kemal’ (2007), Revivogen ‘Tarak’ (2008) reklamları Kristal Elma kazandılar.

Önümüzdeki zamanlarda beni farklı kılıklarda yine çeşitli reklamlarda izleyeceksiniz. Sütaş Yoğurt için çektiğimiz 3 reklamda Bolulu bir ustayı oynuyorum, göbekli, bıyıklı. Yeni bir cips firması için de 2 teaser ve bir ana reklamdan oluşan 3 parçalık bir seride beyaz deli profesör saçlarım ve kalın gözlüklerimle bir profesör tiplemesi yaptım. Oldukça uzun zaman önce çektiğimiz bu reklamlar hala yayına girmedi ve ne zaman gireceği konusunda bir fikrim yok. Sanırım krizin azizliği yüzünden gecikiyorlar.

Peki ya yönetmenlik? Bu çalışmaların arasında yönetmenliğe zaman kalıyor mu?

Pek boşta bırakmıyorum kendimi. Ya okumalı, ya da birşeyler üretmeliyim. Grafik animasyonla uğraşmıyorsam, oynamalı, oynamıyorsam birşeyler yazmalı ya da birşeyler çekmeliyim. Sonbaharı ve kışı bir kaç sinema filmi hikayesi üzerinde çalışarak geçirdim. Alp Kırşan ile beraber oynayacağımız bir komedi filmi yazıyoruz uzun zamandır. Raşit Çelikezer ile de bir sinema filmi üzerinde çalışmaktaydık ama şu aralar biraz ara verdik.
Yönetmenlik konusunda en son çalışmam, geçtiğimiz yaz Derman dizisinde oynamaya başlamadan hemen önce, Kıbrıs’ta çektiğim AJAN MURAT VE HOCASI. Cem Kılıç ile beraber oynadığımız bu komedi filmciklerini hem yazdım, hem yönettim, hem de montajladım. İkişer dakikalık 5 komedi skecinden oluşan bu çalışmada bir özel ajanın (Murat) eğitim yıllarına tanık oluyor ve akıllara zarar hocasından aldığı beş ayrı dersi izliyoruz. Gurur duyduğum bu çalışmaları izlemenizi ve yorumlamanızı çok isterim. Beş maceranın da bir arada bulunduğu montaj Facebook’taki profil sayfamda. (Facebook’a login yapmanız gerekecektir.) www.facebook.com

Yeni başlayan arkadaşlara hangi önerilerde bulunursunuz? Kendilerini nasıl geliştirmeleri, hangi yolları izlemeleri gerekli?

Başarınıza giden yolu bir başkası tarif edemez. Kendi yolunuzu kendiniz çizmelisiniz. Sürekli izleyin, sürekli okuyun, sürekli düşünün.

Bir röportajınızda “Amerikan sitcom’larının ve dizilerinin her bölümünü izler, kaydederek arşivlerim” demişsiniz. Favori diziniz veya dizileriniz hangisi? Peki favori filminiz? 

Sitcom’larda Friends’i tek geçerim. According to Jim, Drew Carey Show, Malcolm in The Middle, Everybody Loves Raymond, Scrubs, Married with Children en favorilerim. Dizilerde ise 24, Alias, Lost, CSI’lar, Dexter, Galactica TOS. Sinema filmlerinde genellikle macera ya da bilimkurgu filmlerini severim. Indiana Jones, Star Wars serisi, Aliens, Toy Story en sevdiğim fantastik filmlerdendir. Duygusal filmler de zaman zaman seyrettiğim filmlerdendir, romantik komediler de, gençlik filmleri de, komediler de. Çok tür ayırt etmem. Moulin Rouge en etkilendiğim filmlerden biridir. Gerçek bir mükemmelliğin sonucudur bence. The Notebook sanırım en beğendiğim aşk filmi oldu. Pink Panther serisine bayılırım. ZAZ filmlerine de. Naked Gun’lar, Hot Shots’lar, Airplane’ler. Top Secret herhalde en çok güldüğüm film olarak bir kült. 3D animasyon filmlerin hepsine hayranım. Koleksiyonunu yaparım. Toy Story 2 başta olmak üzere, Cars, Ice Age, Ratatouille, Final Fantasy, Monster House, Madagascar, Beowulf en iyilerinden aklıma gelenler. Korku filmlerini de yıllarca çok sevmişimdir. Nightmare on Elm Street serisi favorimdir. Son yıllardaki korku filmlerinin hepsini takip edemiyorum ama Scream serisi ve SAW serisi inanılmaz. Yeni dönem Türk filmlerinden Sınav’ı ve Devrim Arabaları’nı çok beğendim. Ömer Faruk Sorak’ı, Derviş Zaim’i, Ali Taner Baltacı’yı, Tolga Örnek’i çok başarılı buluyorum.

Mevzu film olunca neye “lüzum yok”? 

İçinizdeki çocuğu büyütmeye. Sakın ha!

Son olarak; “Murat Serezli kimdir?” sorusunun cevabını sizden alabilir miyiz?

Kendini geliştirmekten asla yorulmayacak olan, sürekli kötü huylarını bulup çıkarıp yontan, kim olduğunu bulmaya çalışan biri sanırım. Bilmiyorum, tanımıyorum.

 

(Turkish Journal)

Become a patron at Patreon!