ABD seçimini kadınlar mı belirleyecek?

ABD 60. kez başkan seçmek için bugün sandığa gidiyor. Sonuçları, dünyayı da etkileyecek bu önemli seçimde bir kadının ilk kez ABD Başkanı seçilmesi olasılığı az değil. ABD’deki kürtaj tartışmaları ve Trump’ın kadınları aşağılayan yaklaşımı da kadın konusunu seçimin en kilit konularından biri haline getirdi. Bazı gözlemcilere göre 47. Amerikan başkanının kim olacağına kadınların oyu karar verecek. Özellikle de bazı kritik eyaletlerdeki kadın seçmenler. Kadınların Amerikan siyasi tarihindeki yerini ve bugünkü seçime olası etkilerini, 20 yılı aşan süredir Amerikan politikasını ve seçimlerini takip eden, Amerika Bülteni’nin kurucusu Cemal Tunçdemir ile konuştuk. Amerika’nın en büyük iki partisinin mücadelesinin tarihini anlatan bir dizi yazı yazdınız yakınlarda. Merakla okudum yazdıklarınızı. Kadınların bu siyasi tarih ve bugünkü seçimdeki yerini merak ediyorum. Ama oraya gelmeden önce, son yazınızda yer alan “İki parti ‘Amerika’ derken aynı şeyi kastetmiyor” ifadesiyle ne demek istediğinizi öğrenmek istiyorum. Biraz açar mısınız? 

Aslında iki partiye ve bugüne ait bir ayrışma değil bu. Ülkenin kuruluşundan beri “Amerika nedir?” sorusuna genel olarak iki farklı yaklaşım var. 

Birinci yaklaşım Amerika’yı bir fikir, bir ideal olarak görüyor. Daha kapsayıcı. Etnik, dinsel, dilsel, cinsel çoğulculuğu ülkenin arızası değil olması gereken gücü görüyor. Vatandaşlık bu görüşün temeli. Fırsat eşitliğine değer veriyor. “Amerika göçmen ülkesidir”, “Amerika fırsatlar ülkesidir” gibi sloganlar bu görüşten yükseliyor. Bu yüzden eşitlik, adalet ve sosyal devlet gibi kavramları önceliyor. Bu görüş Amerika’yı mükemmel bir ülke olarak görmüyor. Halen devam eden ırkçılıkla, cinsiyetçilikle, gelir eşitsizliğimizle yüzleşmemiz lazım diyor. Amerikan tarihini de tertemiz bir tarih olarak görmüyor. İbret alınması için tarih kitaplarını, siyahlara, yerli Amerikalılara, kadınlara, göçmenlere, karşı ayrımcılık ve zulümleri de içerecek şekilde yeniden yazalım diyor. Geleceğe ise umut ve değişim perspektifinden bakıyor. İyi günler tarihimizde değil, yarınlarımızda bakışına sahip. Lincoln’un “daha mükemmel bir birlik” lafına sıklıkla atıfta bulunmaları bundan. Bu Amerikan ideallerini benimsemeyi, bu eleştirileri özümsemeyi, ülke politikalarını sorgulamayı asıl vatanseverlik olarak görüyor.

Diğer görüşün Amerika’sı ise bir fikir değil. Kültürel ve etnik olarak somut bir kimlik. Vatandaşlık değil, soy önemli. Tanrı tarafından belirlendiği için mükemmel olan, gelişmeye, ilerlemeye ihtiyacı olmayan bir kimlik bu. Amerika, tanrının üstün yarattığı seçilmiş kullarının, yani Avrupa kökenli Hristiyanların ülkesi. Bu etnik (Avrupa kökenli) ve kültürel değerlerin (Hristiyanlık) üyesi olmaktan gurur duymayı ve tarihi sadece gurur duyulacak bir öykü olarak görmeyi vatanseverlik olarak tanımlıyor. Siyahlara, Yahudilere, Müslümanlara, Asyalılara, Latin kökenlilere, eşcinsellere, hatta daha derine inildiğinde kadınlara bile güvenmeyen bir Amerika bu. Konjonktüre ve tehdit algısına göre bu gruplardan biri veya birkaçı etrafında komplo teorilerinin egemenliğinde paranoyak bir zihin sürekli aktif. Çoğulculuğu ve sosyal değişimleri yozlaşma olarak görüyor. Hakları ve eşitliği, kültürel nedenlerle marjinalliğe mahkûm edilmiş kimliklere de yayan kapsam genişlemelerini milleti içten yıkmak için gizli mahfillerin planı olarak görüyor. Amerika’nın altın çağının geçmişte olduğuna inandığı için geleceğe bakışı karamsar ve umutsuz. 

Peki hangi parti hangi Amerika’yı savunuyor? 

Bugün yüzeysel bakacak olursak Demokratların birinci görüşe, Cumhuriyetçi Parti’nin ise ikinci görüşe daha yakın olduğunu söylemek mümkün. Nüanslara girdiğimizde ise manzara bu kadar net olmaz. İki partinin çok sayıda ortak kesişim kümesini bulmak mümkün. Çünkü bu iki parti tarih boyunca bugünkü çizgilerinde olmadılar. Bazen Cumhuriyetçiler birinci Amerika’ya, bazen de günümüzde olduğu gibi Demokratlar birinci görüşe daha yakın durmuşlar. “Amerika göçmen ülkesidir” sloganını Demokrat Kennedy ünlendirdi örneğin ama en fazla kullanan Cumhuriyetçi Partili Reagan oldu. Reagan’ın göçmenleri kucaklayan konuşmalarını bugün Demokrat liderler bile yapmaya cesaret edemez. Yine 1800’ler boyunca kadınları ilk kez kurultay delegesi yapan, ilk kez oy hakkı veren Cumhuriyetçi Parti olmuştu. 

Ama kadınlar bugün çoğunlukla Demokrat Parti’ye oy veriyor ve dahası ikinci kez kadın başkan adayını da aynı parti çıkarıyor. Cumhuriyetçi Parti kadın desteği sağlamada neden başarısız?

Cumhuriyetçi Parti ağırlıklı olarak beyaz erkeğin partisi konumunda. Bu yıl Federal Kongre’ye gösterdikleri yaklaşık 450 adayın sadece 65’i kadın. Cumhuriyetçi Parti’ye, eğitimli, özgüvenli, kendi ayakları üzerine duran, ekonomik olarak herhangi bir erkeğe muhtaç olmayan kadını tehdit gören bir bağnazlık egemen. Trump’ın Başkan Yardımcısı adayı Senatör JD Vance Demokrat Parti’yi, dolayısıyla ülkeyi, kedi sahibi çocuksuz kadınların yönettiğini iddia edip bundan yakınabildi. Ona göre, bu öfkeli kadınlar, kendi tercihlerinin sonucu olarak sefil bir yaşam yaşama mahkûm oldukları için aynı sefaleti ülkeye de yaşatmaya ant içmişler. Vance’a göre ülkede doğum oranının düşmesinin sorumlusu da oturup çocuk yapacaklarına ülkeyi yönetmeye kalkan bu solcu kadınlar. Partinin North Carolina eyalet valisi adayının, “tanrı Calut’u yenmesi için Davud’a güvendi, Davude’ye değil”, “Hristiyanların erkek lideri olur”, “Ben, kadınların oy veremediği günlere dönmek taraftarıyım” türü cümleler sarf ettiği konuşmaları çıkmasına ve bu fikirlerini değiştirmemesine rağmen parti bu kişinin adaylığını hala destekliyor. Partinin ana yayın organı, bir kadının kocasının oy verdiği adaya oy vermemesini zina olarak niteleyebildi.

Ve elbette, Amerika’nın ironisi Trump. Düşünün ki, ülke tarihinde sadece iki kadın başkan adayı var. İkisinin de karşısında, kadınları aşağılama, taciz, tecavüz, karılarını aldatma konularında oldukça büyük bir arşive sahip aynı erkek, Trump var. Hakkında çok sayıda taciz, tecavüz davası açılmış, bazılarında oldukça yüksek tazminatlara mahkûm olmuş bir isim. Siyasi rakiplerinin bile politikalarını değil karılarını aşağılayarak yenmeye çalışan bir karakter.

Trump ve “maço olma” takıntılı takipçileri, Amerika’nın sorununun erkeklerin, tıpkı dedeleri gibi erkek olmasıyla, yani karılarını kontrolleri altına almasıyla çözüleceği zihnine sahip. Mitinglerinde “erkeklik” üzerine kurulmuş bir propaganda yürütüyorlar. Hulk Hogan, Trump’tan önce çıkıp kaslı vücudundan tişörtünü parçalayarak çıkarıyor. Trump’ın televizyon şovmeni olduğu günlerde gösteri güreşi programında rakiplerini yere yıktığı anlar defalarca izlettiriliyor. Harris’in Başkan Yardımcısı adayı Waltz’ın duygulandığı anlar gösterilerek erkekliği sorgulanıyor. 

Trump, kadınların desteğini kazanmak için, “ben kadınların koruyucusuyum” gibi konuşmalar yapıyor. Kadınlığı, erkek koruyucuya muhtaç eksik insan gibi gören bu sözlerine kadınların haklı tepkisi yükselince de “kadınlar istese de istemese de ben onların koruyucusuyum” şeklinde, özrü kabahatinden büyük bir karşılık verebiliyor. Julia Roberts’ın seslendirdiği bir siyasi reklamda kadınların kocaları ile aynı partiye oy vermek zorunda olmadıkları söylemine çok sinirlenip, bir kadının, kime oy verdiğini kocasına söylememesinin kabul edilemeyeceğini savunması gibi.

Trump’ın sosyal medyadaki benzeri söylemlerinin altı ise destekçilerinin, “kadınların oy hakkını geri almak lazım” türünden yorumlarıyla dolu. 

Bu mümkün mü? 

Tabii ki değil. Bunun için Anayasa’nın kadınların oy hakkının engellenemeyeceğini öngören 19. Ek Maddesi’nin değiştirilmesi lazım ki imkânsıza yakın. Ama tarihin derinliklerinde kaldığı sanılan bir söylemin hâlâ yaygın şekilde yaşadığını göstermesi açısından düşündürücü. 

Amerikan Anayasası, kimlerin oy kullanabileceğini genel olarak eyaletlere bırakıyor. Sadece siyahların ve kadınların oy hakkının engellemeye dönük yasa yapamayacaklarını belirliyor. Oy kullanmak için Amerikan vatandaşı olmayı zorunlu kılan ne bir anayasa maddesi ne de federal yasa var. 50 eyaletin tamamı da bunu şart haline getirdiği için sadece vatandaşlar oy kullanabiliyor. 

ABD’nin kuruluş döneminde ise biri hariç 13 kurucu eyalette de vatandaşlık şartı yoktu. “Mülk sahibi beyaz erkek” olmak tek şarttı. New Jersey eyaleti 1776 yılında kendi anayasasını yaparken kadınların da oy kullanmasına imkân yaratmıştı.

18. yüzyılda kadınlar oy kullanabiliyor muydu? 

Evet 1776’dan itibaren kısa bir süreliğine. Ve sadece New Jersey eyaletinde. Bazı tarihçiler, eyalet anayasasının yazımı sırasında ifade hatasının neden olduğunu düşünüyor. Ama sonuçta kadınlar da oy kullanmaya başladığında engel olmamışlar. Ta ki, kadınların önemli bir kısmının, kocaları veya babalarının desteklediği adaya değil de kendi istedikleri adaya oy vermekte ısrarlı olmasına kadar. 1807 yılında, “kandırılmaları ve manipüle edilmeleri çok kolay” diyerek kadınların oy hakkını geri almışlar.  

Kadınların kime oy verdiğini nasıl biliyorlardı? 

19. yüzyıl ortalarına kadar oy vermek yargıç huzurunda sesli beyan şeklinde yapıldığı için. İngilizcede “vote” sözcüğünün, “ses” anlamındaki “voice” sözcüğü aynı Latince kökenden gelmesinin sebebi bu. Bugünkü gibi resmi oy pusulası, 19. yüzyılın ortasında Avustralya’da icat edildikten sonra Amerika’da da kullanılmaya başlanacaktı. 

Kadınların oy hakkı mücadelesi de 19. yüzyıl ortalarında başladı, değil mi?  

Öncesinde bireysel talepler var tabii ki. Organize bir mücadele olarak ilk kez New York eyaletinin Seneca Falls adlı küçük bir kasabasında 1848’de toplanan bir kadın kurultayı ile başlıyor. Kadınlar, “Bağımsızlık Bildirgesi”ni tashih eden Duyarlılık Bildirgesi’ni yayınlıyorlar bu kurultayda. Aslında Bağımsızlık Bildirgesinin tıpatıp aynı metni bu. Sadece girişteki, “bütün insanoğlu eşit yaratılmıştır” cümlesini, “bütün insanoğlu ve insankızı eşit yaratılmıştır” şeklinde değiştiriyorlar. Kadınlar, bu ince tashihle ciddi bir eşitsizliği gündeme taşıdılar.  

1848 kurultayının nasıl bir etkisi oldu? 

Erkekler ve devlet üzerinde hiçbir etkisi olmadı. Aksine dönemin gazetelerine mizah malzemesi oldular. “Bunlar şimdi doktor da olmak ister” türünden alaycı başlıklar bile atıldı. Ne var ki her geçen gün daha çok kadın ve erkek bu talebe destek verip de ciddi bir kamuoyu gücü oluşunca, tepki de sertleşti. Hele kadın eşitliği hareketinin, ülkedeki en keskin kölelik karşıtı hareket olması ve siyahlara karşı ayrımcılıklara da direnişi örgütlemesi, bu harekete duyulan rahatsızlığı daha da büyüttü. Kadınlara oy hakkı verilirse bu işin sonu nereye varacak, aile diye bir şey kalmayacak, toplum çökecek, tanrının gazabına uğrayacağız türünden yığınla korku ve paranoya pompalandı. Kadınların oy hakkı talebi yürüyüşlerinde, iki kaldırıma erkekler diziliyor, kadınların üzerlerine söndürülmemiş sigaralar atıyorlardı. Tutuklananlar, hapsedilenler, mücadele sırasında ölenler olacaktı.

Nihayet 1919 yılında 19. Ek Madde ile haklarını kavuştular ve 1920 seçiminde ilk kez oy kullandılar.  

1919 Anayasa değişikliği kadın erkek eşitliğini sağlamaya yetti mi? 

Hayır. Öncelikle, siyah kadınların çoğu ancak 1960’larda ilk kez oy kullanmaya başlayabilecekti. Elbette ki kadınlar genel olarak 100 yıl önceki kadar kamusal alan dışı konumda değiller. Bununla beraber kadınlar yüz yıl sonra hâlâ olması gereken eşitlik düzeyinden çok uzaklar. Erkek – kadın eşitliğine inanmayan bir zihniyet, Amerikan toplumunda, ekonomide ve politik evrende hâlâ var. Kadınlar nüfusun yarısını, oy kullanan seçmenlerin ise çoğunluğunu oluşturdukları halde politikadaki temsilleri hala çok düşük örneğin. 

Kadınların 1980’lere kadar politik makamlara seçilmesinin neredeyse tek yolu dul olmalarıydı. Seçilen kadın milletvekillerinin çoğu, ölen bir erkek milletvekilinin duluydu. Kocasının koltuğuna seçiliyordu. Kocasının isminden bağımsız aday olan kadınların yüzde 90’ı ise seçimi kaybediyordu. Bugün bile 100 sandalyeli Senato’da sadece 25 kadın senatör var. 438 sandalyeli Federal Meclis’in üçte birinden azı kadın. 50 eyalet valisi içinde kadın sayısı bir düzineyi geçmez. Çalışma dünyasında kadın çalışanlar, erkek muadilleriyle aynı maaşı alamıyor. İş dünyasında CEO’ların ezici çoğunluğu erkek. Kadınların seçme seçilme hakkı kazanmasından beri sadece tek bir kadın başkan yardımcısı oldu. İkinci kez iki partiden biri kadın başkan adayı çıkarıyor. Ama hâlâ, normalde Demokrat Parti seçmeni olduğu halde aday kadın olduğu için oy vermek istemeyen bir erkek kitlesi bile var. Düşünsenize, Barack Obama, siyah erkekleri, üstelik de beyaz olmayan bir kadına oy vermeye ikna edebilmek için eyalet eyalet geziyor.  

Cinsiyet tartışması, ırkçılık tartışmasının önünde mi yani? 

Bu ikisini birbirinden tam olarak ayırmak çok zor bana göre. Birinin olduğu yerde diğeri de oluyor. Ama PBS ve NPR’ın son ortak anketinde dikkatimi çeken bir detay vardı. Trump’ın beyaz oylarının 2020 yılına göre gerilemesi ama Latino ve siyah oylarının artması dikkat çekici. Ekim ayı sonunda yapılmış ankete göre Trump, beyaz seçmenin oylarında önde. NPR’ın anketle ilgili raporundan öğreniyoruz ki 2020 yılında ise bu oy grubundan gördüğü desteğin altında bir oran bu. Harris, siyah ve Latino oylarında 2020 yılında Biden’ın aldığından daha az alıyor. Bu anket sonucu, beyaz olmayan bir grup erkeğin, Trump’ı desteklemeye başladığını, beyaz kadınların bir kısmının da Harris’i desteklemeye başladığını gösteriyor. 

Kürtaj tartışmasının bunda etkisi var mı? 

Kürtaj tartışmasının, kadınlar için, Harris’in seçilirse ABD’nin ilk kadın başkanı olmasından bile daha güçlü bir motivasyon kaynağı olduğunu düşünmemize yetecek çok sayıda veri yayınlanıyor her gün. Normalde zaten 1960’lar feminist hareketlerinden beri kadınların çoğu Demokratlara ve erkeklerin çoğunluğu Cumhuriyetçilere oy veriyor. 

Ama ilk kez, en azından bu düzeyde ilk kez, aynı aile içinde ayrışmalar var. Muhafazakâr eyaletlerde çok sayıda kadının kocasından, çok sayıda genç kızın da babasından kime oy vereceğini gizlediği konuşuluyor. Julia Roberts’ın seslendirdiği ve Trump’ı çok kızdıran reklam da bununla ilgili. Julia Roberst’ın sesi, Cumhuriyetçi eyaletlerdeki kadınlara, seçme hakkına sahipsiniz ve kimse kime oy verdiğinizi bilemez diye sesleniyor. Michelle Obama da gittiği mitinglerde, böylesi kadınlara, eğer sizin ne düşündüğünüze değer vermeyen bir ortamda yaşıyorsanız unutmayın, oy gizlidir. Hâlâ gerçekten istediğiniz adaya verebilirsiniz diye hitap ediyor. Son günlerde başta Trump olmak üzere Cumhuriyetçilerde, kadınların, kocalarının oy verdiği adayı desteklemesi konusuna tepki ve kızgınlıklarının artmasının nedeni de bu.  

Trump, Yüksek Mahkeme’ye atadığı üç muhafazakâr üye ile, 2022 yılında, kadınların kendi bedenlerinin hâkimi olduğu, beden üzerindeki konuların doktoru ile kadın arasındaki mahrem bir konu olduğunu kabul eden 50 yıllık içtihadı değiştirtti ve eyalet hükümetlerine, kadının kendi bedeni üzerinde karar verme yetkisi sağladı. Muhafazakâr eyaletler de art arda kürtajı yasaklayan yasal düzenlemeler yaptılar.  

Yüksek Mahkeme kararının siyasette nasıl bir deprem etkisi yarattığı 2022 Kasım ayındaki Kongre seçimlerinde ilk sinyalini vermişti. Muhalefette olduğu için geleneksel olarak Cumhuriyetçi Parti’nin Kongre’de çoğunluğu açık farkla kazanması gerekirken, Senato Demokratların elinde kaldığı gibi, Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi farkı da kıl payı oldu. Bu görülmemiş bir mağlubiyetti Cumhuriyetçiler için. Ve nerdeyse bütün analizler, mağlubiyetin nedeninin kadınlar olduğunu gösteriyordu.   

Kadınların, Yüksek Mahkeme kararına tepkisi, Cumhuriyetçi eyaletlerde bile çok yüksek. Kürtaj yasakları nedeniyle ölen genç kızlar ve kadınlar var. Daha bu hafta, Texas’ta bir genç bir anne, kürtaj yasakları nedeniyle müdahalesi gecikince düşük yaparak yaşamını kaybetti. Uzunca bir süredir Cumhuriyetçi hale gelmiş Iowa’da bile son ankete göre Harris, Trump’ın 3 puan önüne geçmiş durumda. Trump’ın 2020 seçim bildirgesinin her yerinde onlarca kez geçen “kürtaj” kelimesi bu yılki bildirgede geçmiyor. Trump ve Cumhuriyetçiler, bu konudaki soruları yanıtlamaktan kaçınıyor. Ya da biz yapmıyoruz, eyaletler kısıtlamaları yapıyor diyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışıyor.    

Kadın oyları Harris’in seçilmesine yeter mi? 

1980 yılından beri her seçimde kadın seçmen sayısı erkek seçmen sayısından, oy kullanan kadın sayısı da oy kullanan erkek sayısından daha fazla. Bu yılki başkanlık seçiminde seçmenlerin yüzde 53’ünü kadınlar oluşturuyor. Florida Üniversitesi’nin seçim laboratuvarının verilerine göre erken kullanılan oy sayısı bugün itibarı ile 80 milyona ulaşmış durumda. Kadın seçmenler açık farkla önde. Bu Trump için iyi bir haber değil. Ama, Harris’in bu avantajını bozabilecek şeyler de var. Örneğin bazı eyaletlerdeki kürtaj referandumları. 

Ne içeriyor bu referandumlar? 

Arizona ve Nevada, seçimde her iki tarafça da kazanılabileceği için sonuçları belirleyecek 10 kadar eyalet arasında. Bu iki eyalette sandığa giden seçmenler başkanın yanı sıra, kürtajın eyalette yasaklanıp yasaklanmaması konusundaki referandum için de oy kullanıyor. Bu iki eyalette de kürtaj yasağı karşıtlığı oldukça yüksek. Yani büyük olasılıkla kadınlar lehine sonuç çıkacak. Bu da, kadınlar, özellikle de Cumhuriyetçi kadınların, bu haklarını korumak için Harris’in seçilmesini mutlak gerekli görmemesine yol açabilir.

Her halükârda Michigan, Wisconsin, Pennsylvania, Georgia, Arizona, Nevada gibi eyaletlerde, kadınların sandığa ne kadar güçlü gideceği seçim sonucunu belirleyen en önemli etkenlerden biri olacak.

Harris’in kazanması kadınların sorunlarını çözer mi? 

Bu bir tarihi eşik. Birçok genç kız için ilham kaynağı olacak bir öyküsü var Harris’in. Ama, başkanın kim olduğunun, bu kadar toplumsal, kültürel ve tarihi derinliği olan bir sorunu aşmaya yetmesi imkânsız gibi. Barack Obama’nın başkan seçilmesi ABD’nin ırk eşitliği sorununu ne kadar çözdüyse, Harris’in başkan seçilmesi de kadın düşmanı maçoluğu veya eşitsizliği o kadar yok eder. Daha kat edecek mesafe çok ve sadece kadınların tek başlarına bunun üstesinden gelmesi zor. Hele bu seçim kampanyasında normalleştirilen, yeniden ana akıma taşınan kadın düşmanlığının, 19. yüzyıl söylem ve paranoyalarının bir takım olumsuz sonuçları olmadan erimesi çok zor gibi.  

Become a patron at Patreon!