“Evil Eyes Sea”: Politik  ümitsizlik içinde var olma, çaresizlik içinde güç arama ve Türkiye’de kadın olma hikâyesi

Özge Samancı’nın ikinci grafik romanı “Evil Eyes Sea”i heyecanla bekleyenlerden biri de bendim. Kitap ABD’de, 18 Haziran’da, Uncivilized Books’dan çıktı. Harika bir iş yine. Yer yer güldüren, hüzünlendiren, meşguliyetlerimizi, hayatın “her şeye rağmen hayat” oluşunu düşündüren muazzam hikâyeler. Henüz kitabı okumayanlar için yaratıcısından bilgi aldım. Söyleşimiz şöyle:

  • Kitabın dip konusu ne?

Kitap kurmaca. 90’larda Boğaziçi Üniversitesi’nde koşulların bir hayli kötü olduğu yurtlarda kalırken başımızdan geçen olaylardan ve ülkemizin genel politik dünyasından esinleniyor. Kitabın iki ana karakteri, Ece ve Meltem, beş parasız iki öğrenci. Okulun sualtı kulübü aracılığı ile boğazda dalarken tuhaf bir kazaya tanıklık ediyorlar. Kendi travmaları ve parasal sorunları yüzünden, istemeden, aşama aşama bir politik entrikanın parçası oluyorlar. Medusa’nın baktığını taşa çevirmesi bu iki karaktere güç veriyor. Kendilerini eğlendirmek için başladıkları bu oyun dallanıp budaklanıyor.

  • Kitabın notlarını ne zamandan beri alıyordunuz?

Bu kitap beş yıl içinde oluştu. Pek çok yazar gibi ben de listelerle çalışıyorum. Hatırladığım anekdotların listelerini yapıyorum. Herkesin bir süper gücü var. Benimkisi de geçmişi detaylı hatırlayabilmek. Hatırladığım o anların içinde gezebiliyorum. Sanki zaman donuyor, ve geçmişte bir anın içinde, her yere gidebiliyorum. Ama ilk kitabımdan farklı olarak bu kez kendime gerçekten yola çıkıp kurmacaya ulaşma iznini verdim. Böylece bu hatırladığım anekdotları eğip büküp başka anekdotlara dönüştürdüm. Pandemi zamanında Berlin’de bir grubun organize ettiği bir çalıştayın parçası oldum. Oradaki deneme yanılmaların, diğer çizerler tarafından verilen eleştirilerin sonsuz faydası oldu.

  • Bir hatırlama hikâyesi de diyebiliriz belki, 90’lar Türkiye’sinden çokça kesitle karşılaştım. Bir itiraz mı? Anlam arama mı? Nedir sizi harekete geçiren?

Kurmaca olan bu kitabın karakterleri sadece 90’lardan gelmiyor. Bir nevi, 90’lardan günümüze kadar olan zamana, bugünün bilgisiyle bir bakış. 90’larda üniversite yıllarındaki halimiz, beklentilerimiz, dertlerimiz, birbirimize olan bağımız bugünden bakınca naif ve bir yandan da büyülü görünüyor. Beni harekete geçiren işte o halimiz ve bugün hem Türkiye’de hem ABD’de her gün hissettiğimiz politik ümitsizlik, boşa kürek çekme hissi.

O yıllarda Boğaziçi Üniversitesi’ne girmek kolay değildi. Yurtlarda kalan insanların çoğu, zorlu bir sınavdan geçip geldikleri için, mücadeleci, tuttuğunu koparan, imkânsızlıklar içinde çok ilginç çözümler üreten insanlardı. Düşünsenize Kuzey Kampüs’teki yurtlarda iki kişinin zor sığacağı 15 metrekare bir odada, sekiz kişi kalıyorduk. Sonu gelmeyen bir su kesintisi vardı. 15 metrekare odada demir ranzalar, dolaplar, sandalyeler, masa, yıkadığımız çamaşırları astığımız ipler, bavullar, ayakkabılar, çantalar, fareler, sigara dumanı arasına sıkışıp kalmış bu insanların konuşmaları, dertleri, çözümleri bana sonsuz bir kaynak verdi.

  • O yıllarda Türkiye’de yaşayanların anlam güncelleyeceğinden şüphem yok, ya Türkiye’yi tanımayanlar, onlar veriyi nereden çekecek sizce?

Olay örgüsünde kültürel detayları, hikâyeye yedirerek anlattım. Zaten kitap bir yandan da o kültürel detaylara bakıyor. İçinde yaşarken bize görünmez olan durumlar. Örneğin Boğaz’da sadece erkeklerin yüzmesi veya sünnet merasiminde giyilen padişah, sultan kostümü vesaire. Veya arkadaşlıkların batıdaki arkadaşlık bağlarına göre çok daha sınırsız ve koşulsuz olması.

  • Bir söyleşimizde, “İşin en zor kısmı dört bir yandan gelen seslerin içinde içimizden gelen sesi duyabilmek. O sesi duyup peşinden gidemezsek, başkalarının bize biçtiği hayatı yaşıyoruz” demiştiniz, bu konu üzerinde biraz daha duralım isterim.

Türkiye’de diğer insanların desteğine ihtiyacımız var. Tek başımıza var olabileceğimiz bir yer değil ülkemiz. Hayat çok yanarlı dönerli, sürekli bir şeyler değişiyor, kişileri koruyan mekanizmalar yok. Bu birilerine ihtiyaç hali, anneyi, babayı, öğretmeni, komşuyu, eşi dostu memnun etmeye mecbur kılıyor bizi. Bu arada bizim hayattan ne istediğimiz, neyi denemek isteğimiz tamamen güme gidiyor. Hatta bazen herkesi mutlu etmeye çalışıp ne kendimizi ne de kimseyi mutlu edebiliyoruz. En rezil durum da o zaten. Bu ilk kitabımın temasıydı.

Yeni kitapta bir duvara çarpma hissi var. Duvara çarptıktan sonra, çabucak toparlanma, akla hayale gelmeyecek bir çözüm üretme ve yeniden çarpma. Zorluklar karşısında, kim olduğunu ve değerlerini unutmama çabası.

  • Kitap Türkçe olarak ne zaman okunabilecek?

Türkçesi yayımlanacak mı, henüz bilmiyorum. 

Become a patron at Patreon!