“Kum taneciğini anlayan dünyayı da anlar!”
Ercan Kesal’ın yazıp oynadığı ilk tiyatro eseri “Ayazmanın Yılanı“, 3 Temmuz’da seyirci ile buluşacak. Mekan: Urla Dam Ağaçlı Sahne.
Oyun öncesi Ercan Kesal ile haberleştik.
- Anadolu’nun herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda, bir kum tanesinden tüm evrenin tarifini nasıl yapabilir insan?
Hafıza sonsuz ve süreklidir çünkü. Kolektif hafızaya iman ediyorum. Hiçbir şey kaybolup gitmiyor bir yere. (Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk, hiçbir yere gitmiyor – Edip Cansever) İçimizde bir yerlere sızıyor ve oraya birikiyor. Dünya bizden önce de vardı, bizden sonra da var olmaya devam edecek. Hepimiz yeryüzü sofrasının tesadüfen bu çağda yerini almış misafirleriyiz. Kim söyleyebilir bin yaşındaki bir zeytin ağacının bizden daha az şey bildiğini? Dünyanın bir parçasıyız hepimiz ve onunla boyandık. Her bir zerremizde ondan bir iz ve işaret var. Kanser taramalarında şüpheli organdan niçin iğne biyopsisi yapılır ve bu yeterlidir? İğne ucu kadar bir doku tüm patolojiyi gösterir de ondan. Vücudun temel yapı taşı hücredir ve hücreden yola çıkarak tüm sağlıklı ve patolojik verilere ulaşılır. Bir kum tanesi de evrenin tüm birikiminin parçası ve onun izlerini taşıyandır. Kum taneciğini anlayan dünyayı da anlar!
- “Anılar ayazmayı bekleyen yılanlar gibidir, kalbimizin çerini çöpünü temizlerler; suyu içilir hâle getiren yılanlar gibi gelecek günlerimizi de yaşanır kılar anılarımız. Anılar toplumsal belleğimizdir de aslında!” diyorsunuz. Anlatacağınız masal bizi hangi döneme götürecek?
Oyunda sahnedeki Ercan Kesal’ın dışında perdeye yansıttığımız iki Ercan Kesal daha var. Sahnedeki Ercan Kesal 60 yılı aşkın ömründe başından geçen, öznesi ya da seyircisi olduğu anıları hikâye ederken, perdedeki Ercanlar’dan biri olan Dr. Ercan Kesal tüm bu şahitlikleri için yemin ediyor, diğer Ercan Kesal da kadim bilgilerin içinden seçtiğim kutsal metinleri okuyor. Bu yüzden oyunun metni dünyanın ömrü kadar eski bir dönemi kapsıyor. 70 dakikalık kısa bir metin ama dünya kadar eski ve uzun diyebiliriz.
- Oyun tek kişilik, bu bir dertleşme mi?
Öyle de denebilir. Yakınıp şikâyet etmiyorum ama. Dediğim gibi, ben şahidim tüm bu olan bitene. Sitem ya da sitayiş değil. Sadece anlatıcıyım. Kendime böyle bir görev düştüğüne hükmettim çünkü. Söylemek, anlatmak ve kayıt altına almak.
- Dünyanın dertleri ile baş ederken herkes bir yöntem buluyor gibi. Sizin yönteminiz de sanat diyebilir miyiz?
Sanat dünyayı katlanılır hale getiriyor ve ölüme hazırlıyor. Çünkü eninede sonunda öleceğini bilmek zorlu bir trajedi. Sanat bizi geçici de olsa bu dünyadan çekip alıyor, iyileştirip iade ediyor.
- Yalın Alpay bir söyleşimizde, “’Ben’in kurucu öğesi, kişinin kendi sinir sisteminden ve zeka yapısından çok, ‘ötekilerin’ yaşam gustosudur. Bu yüzden ‘Ben’ bir ötekidir” demişti, katılır mısınız?
Ben bir başkasıdır, katılırım. Kendimizi anlamak ve tanımak gayretiyle geçip gitmiyor mu ömrümüz zaten. Her seferinde aynı hataları tekrarlamak da bu yüzden belki. Yaptıklarımıza, yapabileceğimiz halde yapmadıklarımıza da bu yüzden şaşırıp üzülmüyor muyuz?
- Meltem Gürle, Nurdan Gürbilek’in “İkinci Hayat” adlı kitabında Edward Said’ten yaptığı bir alıntıyı okumuştu bir söyleşisinde, not almıştım: “Memleketini güzel bulan insan, daha yolun başındadır. Her yeri kendi yurdu gibi gören insan, güçlüdür. Ama bütün dünyayı yabancı bir ülke gibi gören insan, mükemmeldir.’’ Devamı ise şöyle: “Yolun başında olan ruh, sevgisini dünya üzerinde tek bir noktaya sabitlemiştir. Güçlü insan, sevgisini her yere yaymıştır. Mükemmel insan ise sevgisini söndürmüştür.’’ Konu üzerine neler derdiniz?
Dünyanın bir parçası olduğunun farkına varmak! Basit bir çıkarım gibi görülebilir. Antropoloji eğitiminin bağışladığı bir şey oldu bu benim için.“Dünya benim vatanımmış yurdummuş” meğer! Akan dereler, içinden geçip giden alabalıklar komşummuş. Karların içinden başını çıkaran kardelenlerle sıkı akrabalığım varmış, ne tuhaf. Anam boş yere öpüp koklamıyormuş köybağındaki asmaları. Şimdi anladım bahçemizdeki zerdali ağacının ailemizin tüm hikâyesine vakıf olduğunu. Avanoslu, İstanbullu ve Parisliymişim, Türk, Kürt, Ermeni, Leh ve Pomakmışım meğer. Alevi bir sünniymişim de haberim yokmuş!