Prof. Funda Şenol Cantek: “Ceren Damar cinayeti birden çok sistem sorununu ve cinsiyet eşitsizliğinin kadın düşmanlığına varan boyutunu görmemize vesile oldu”
Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi araştırma görevlisi Ceren Damar’ın neredeyse yaşıtı bir erkek öğrenci tarafından öldürülmesi toplum vicdanında derin bir sarsıntı yarattı. Akademisyenin öğrencisi tarafından öldürülmesini “münferit bir olay değil” diye değerlendiren Prof. Funda Şenol Cantek, bunun bir sistem hatası olduğunu söylüyor. Cantek, üniversitelerde kadın araştırma görevlileri ve cinsiyet ayrımcılığı üzerine medyascope’a şöyle konuştu:
“Bu hunharca işlenmiş cinayet, birden çok sistem sorununu ve cinsiyet eşitsizliğinin kadın düşmanlığına varan boyutunu, eğitimin özelleştirilmesinin yarattığı problemleri, akademide hiyerarşinin yarattığı sorunları ve partizanlığın üniversite kampüslerinde yarattığı terör ortamını görmemize vesile oldu.
Üniversitede hiyerarşi öğretim kadrosunun en üstünden alta doğru bir baskıyı, sömürüyü ve suistimali beraberinde getirir. Her akademik birimde böyle olduğunu söyleyecek kadar ileriye gitmeyeceğim. Ama bu konuda rahatlıkla bir genelleme yapılabilir. Ama bu baskı ve sömürüden en çok kadın akademisyenler etkilenirler. Ceren Damar’ın katledilmesinden sonra, hem sosyal medyada, hem de gündelik sohbetlerde, benzer sembolik ve fiziksel şiddet uygulamalarına maruz kalmış kadın akademisyenlerin iç dökmelerine, itiraflarına ve ifşalarına şahit oldum. Benim deneyimlerim de bu yönde.
Öğrenciler, kendilerine not vermeyeceğini bildikleri (veya öyle varsaydıkları) araştırma görevlilerini muhatap kabul etmeme ve hatta onlara kafa tutma eğilimindedirler. Bunu özellikle erkek öğrenciler yaparlar. Tabii bu cüreti göstermeleri, araştırma görevlisi ile yaşlarının yakın olmasına da bağlıdır. Araştırma görevlisi kadınsa bu tavır daha da belirgin ve şedit olur. Meslektaşlar arası ve idare ile ilişkilerde de genelde benzer bir durum söz konusu olduğu için, öğrenci araştırma görevlisi kadınları rahatça hırpalayabileceği izlenimine sahip olur kısa sürede. Tabii bizim kültürümüze hakim olan eril tahakküm bu işi kolaylaştırır ve normalleştirir.”
Özel üniversitelerde durum nasıl?
Daha da vahim. Birçok vakıf üniversitesinin mütevelli heyeti, öğrenciyi müşteri gibi görür. Hocalar, mümkün olduğu kadar öğrenciyi o kuruma çekebilecek ve onları memnun etmesi beklenen tatil köyü personeli gibidirler. Bazı özel üniversitelerde sınıflara kamera koyularak hocaların performanslarının ve öğrenciyle ilişkilerinin takip edildiğini bile duymuşluğum var.
Öğrenci, kaydolduğu üniversiteye hatırı sayılır bir ücret yatırmış olmasının onu bir müşteriye çevirdiğinin farkındadır. Hocalardan not yükseltme talep etmenin, kopya çekmelerine göz yumulmasını beklemenin, ders materyallerinin daha basit, derslerin daha hafif geçmesini istemenin hakları olduğunu düşünürler.
Bazı siyasi görüşlerin egemen olduğu fakültelerde öğrenciler, özellikle de erkeklerin başını çektiği gruplar, kampüs mekanını hegemonyaları altına almakta, kendileri gibi olmayanlara şiddet uygulamakta beis görmezler. Bu şiddetten bazı hocalar da nasiplerini alırlar. Bu tavırları, fakültedeki müttefikleri olan hocalar tarafından onay görür, gerektiğinde korunur, kollanırlar.
Akademinin ruh hali nasıl sizce?
Akademinin bir bölümü, özellikle toplumsal cinsiyet temelli çalışmalar yapan ve mobinge, tacize karşı birimleri olan üniversitelerden kadın akademisyenler seslerini yükseltiyorlar dünden beri. Ama akademinin geneli son birkaç yıl içinde uyuşturulmuş gibi. Soruşturmalar, açığa almalar, darbecilikle, bölücülükle suçlanarak ihraç edilenler gözlerini korkuttu muhtemelen. Ölü taklidi yaparlarsa başlarına bir şey gelmeyeceğini düşündükleri için, böylesi vahşi bir cinayete karşı söz ve eylem üretmekten geri duruyorlar. Kendilerine dokunmadıkça sorun yok gibi onlar için. Ama dediğim gibi, sosyal medyada, tıpkı “metoo” hareketinde olduğu gibi, daha önceki benzer tecrübeler dillendirilmeye başlandı. Bu da sevindirici bir gelişme.
Ne yapmalı?
Biliyorum imkansız ama önce hükümetin cinsiyet politikalarını eşitlik temelli bir söylem ve eylem planına bağlaması lazım. Bu iş öyle tek başına eğitimle, telkinle, uyarıyla çözülecek gibi değil. Daha köklü, toplumsal kültürü etkileyecek bir anlayış farklılığı gerekiyor. Ama farkındalık çalışmaları, medya tanıklığı, caydırıcı cezalar biraz da olsa önüne geçebilir bu tür olayların.
Prof. Funda Şenol Cantek kimdir?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünden mezun olduktan sonra bir süre basın sektöründe çalıştı. Lisansüstü eğitimini Ankara Üniversitesi SBE, Gazetecilik ABD’nda tamamladı. 1994 yılında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2010 yılından bu yana Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde görev yapıyordu. İhraç edilene kadar, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı idi. Başlıca ilgi alanları, gazetecilik uygulamaları, iletişim sosyolojisi, kent sosyolojisi, basın tarihi, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve sözlü tarih çalışmalarıdır. Doktora tezi, “Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara” adıyla İletişim Yayınevi tarafından 2003 yılında basıldı. Yine aynı yayınevinden 2006 yılında,“Sanki Viran Ankara” adlı derleme ve 2010’da “Kenarın Kitabı: Arada Kalmak, Çeperde Yaşamak” adlı derleme kitabı yayımlandı. 2012 yılında“Cumhuriyet’in Ütopyası: Ankara” adlı derleme kitabı, Ankara Üniversitesi Yayınevi tarafından yayımlandı. 2018 yılında ise “Aynanın Önünde, Cımbızın Ucunda: Kuaför Kitabı” (Der. Funda Şenol Cantek) İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Cantek, iki haftada bir düzenli olarak Duvar Gazetesi’nde yazıyor.