Belirsizlik altında karar verme ve risk algısı

Fotoğraf: Sedat Suna

Fotoğraf: Sedat Suna

Prof. Dr. Sami Gülgöz, “Psikolojinin bundan sonra keşfetmesi gereken, neden insanların Türkiye’de hâlâ çıldırmadığı, bunun yanında psikolojik sorunları açıklamak kolay” yazdı Twitter’da. Haksız mı? Bir ülkenin depreminde çadırı dahi sorun oluyorsa, böyle bir toplumsal travmada iyileşmek zaman alacak gibi. Deprem sonrası günler nasıl bir acıyla geçti, anlamadık. Biz uzaktakiler elimizden gelen yardım dışında çok da bir şey yapamadık. Çoğumuz üzüntü, suçluluk, çaresizlik ve öfke hisleri arasında gidip geldik. Aklımızı korumanın yollarını bulmaya çalıştık haberlere baktıkça. Birçok rezil haber sonrası aklımızı korumak ne kadar mümkün oluyorsa. Öyle büyük bir acı yaşadık ki, ülkede deprem riskinin farkına yeniden vardık. Peki şimdi ne olacak? Uzun süredir risk algısı, belirsizlik altında karar verme ve emniyet yönetimi üzerine çalışan Tevfik Uyar ile söyleştik.

“Deprem sonrası imkânı limitsiz olanların şimdiden emniyetli bir yerden ev almak, başka bir yerdeki mevcut ama daha emniyetli konutlarına taşınmak, mevcut evlerini mühendislik açısından inceletip güçlendirmek gibi seçenekleri çoktan değerlendirdiklerini tahmin etmek zor değil” diyor Tevfik Uyar,  “Her geçen gün nüfusu artan yoksulluk kervanına katılmış ya da katılmak üzere olan, bozulan ekonomi ve düşen refah sebebiyle hareket özgürlüğünü yitirmiş ya da buna hiç sahip olmamış kişiler için durum ne olacak?” diye soruyor.  

1999 yılından bu yana yıkıcı depremler olmasına rağmen sade vatandaş neden önlem alamadı?  

İlk olarak bilişsel çelişki kuramından bahsedelim. İnsanlar bir konuda bilgi ya da fikir sahibidirler. Elbette buna bağlı tutum ve davranışları da olur. Peki ya bu ikisi arasında bir tutarsızlık ortaya çıkarsa? Örneğin evinizin riskli olduğunu biliyorsunuz ama bunu değiştirme gücüne sahip değilsiniz. O halde tutarlılığı sağlamak adına “davranış değişikliği” yolunu tutamıyorsunuz. Geriye bilgi ve inançtan başka değiştirecek bir şey kalmıyor. Tutarlılık, “Her şey kader. Vademiz dolmuşsa yolda yürürken kafamıza saksı düşer” düşünceleriyle sağlanıyor. Bir süre sonra hepimiz davranışımızı değiştiremediğimiz için inancımızı değiştirme yoluna gitmiş olacağız. İkinci olarak, her şeyin farkında olsak bile bizi risk aramaya iten beklenti kuramından bahsedelim. Daniel Kahneman ve Amor Tversky’nin literatüre kattığı bu en önemli kuram, iktisadın kabullerini sarstığı ve “davranışsal iktisat” disiplinini inşa ettiği için 2002 yılında -Tversky vefat ettiği için- sadece Kahneman’a Nobel ödülü getirmiştir. Bu teoriye göre kayıp-kazanç ve fayda eğrisi asimetriktir. Kabaca açıklayacak olursam, 10 bin lira kazanmanın algıladığımız faydasıyla, 10 bin lira kaybetmenin algıladığımız faydası birbirine denk değildir. Bu nedenle söz konusu kazançsa kesin olanı tercih ederiz ancak söz konusu kayıp olduğunda “risk arayışına” gireriz. (Tam terim ifadesiyle: kayıptan kaçınma).

 Anlamak için basit bir oyun oynayalım…

Ya size hemen 1 milyon lira vereceğim, ya da zar atacaksınız, 6 atarsanız 6 milyon vereceğim, ama 6 atamazsanız, yani zar 6 gelmezse hiçbir şey vermeyeceğim… Siz hangisini tercih edersiniz? Araştırmalar bu soru karşısında çoğunluğun kesin olarak verilecek 1 milyon lirayı tercih ettiğini gösteriyor. Şimdi oyunu biraz değiştirelim: Bir şekilde mafyatik yöntemlerle sizden para tahsil edeceğim ama size iki seçenek sunuyorum: Ya bana direkt 1 milyon TL verin ve gidin… Ya da zar atalım. 6 atarsanız 6 milyon TL vereceksiniz; ama 6 atamazsanız, yani zar 1,2,3,4 veya 5 gelirse, hiçbir şey ödemeyecek, kapıdan çıkıp gideceksiniz. Hangisini tercih edersiniz? Araştırmalar çoğunluğun bu defa zara yöneleceğini, yani “risk arayışına” gireceğini gösteriyor.

 Yani riskler karşısında akıl dışı pozisyonlar almaya itilebiliyoruz…

Risk altındaki evlerini değiştirmek konusunda gücü olmayan insanlar, sosyo ekonomik destek de göremedikleri için mahkum edildikleri yoksulluk sarmalında zaten kendilerini emniyete alamıyorlar. Zira risk analizi yapıldığı zaman evin riskli çıkması halinde üç aylık bir tahliye süresi içerisinde orayı terk etmeleri gerekecek… O halde bilişsel çelişkilerini gidermek için kendilerini ikna etmek zorundalar. Hatta ve hatta imkânı yetenler bile konfor alanlarından çıkmaları çok zor olacağı için bu durumda risk arayışına girerler. Az önceki oyunu düşünüp evirelim: Ya risk analizi yaptırarak kesin olarak bir ev kaybedeceksiniz ya da -sözgelimi yüzde 10 ihtimalle evinizi ve hayatınızı kaybedeceksiniz. İkinci oyunun sonuçlarını dikkate alırsak, deprem gündemden düşmeye başladığında buradaki popüler seçenek maalesef ikinci seçenek olacak.

 Bu sarmal içinden çıkmanın yolu yok mu?

Elbette başlıca yolu insanlara maddi imkân sunabilmek. Mevcutta sunulan imkânlar pek teşvik edici değil. Kira yardımı düşük, müteahhitler kar edebilmek için hem para istiyor hem daha düşük özellikli ev sunuyorlar. Her şekilde insanlardan kendilerinin sorumlu olmadığı kötü denetim, uygun olmayan zemin etüdü, nihayetinde zayıf bina sebebiyle yine kendilerini bir
şekilde bedel ödemesi isteniyor. Dolayısıyla nerede olduğundan hala tam olarak bilgilendirilmediğimiz deprem vergilerinin bu seçenekleri yaratmak için kullanılması gerekiyordu. Henüz bu olmadı. Olmak zorunda. Kısmi çözüm reçetesi yine Kahneman ve Tversky tarafından sunuluyor: “çerçeveyi değiştirmek”. Eğer kayıp ve kazanç ihtimalleri karşısında davranışımız değişiyorsa bu soruları kazanç ekseninde çerçeveleyebiliriz: Ya kendinizi, ailenizi ve geleceğinizi kurtaracaksınız, ya da yüzde 10 ihtimalle yıkılacak olan bu binayı kurtaracaksınız. Felaketin etkileri hala geçmemişken kendilerine kaybetmeyecekleri bir teklif sunulan insanlar kendilerini kurtaracak davranışta bulunacaklardır… Ancak her felakette yaşandığı gibi, bu felaket de zamanla medyanın ilgisini kaybedecek ve hafızamızın dehlizlerine doğru yol alacak. Risk algımız giderek zayıflayacak. İşte o zaman her şey daha da zor olacak ve 24 yıllık tarih tekerrür edecek.

Anladığım, psikolojik olarak strese girmemek için de risk algımız zayıflıyor, öyle mi?

Temel sorun elbette imkânsızlık. İmkânı sınırsız olanlar için deprem riskini rasyonalize etmek gibi bir davranış geçerli olmayabilir. Milyonersinizdir, gidersiniz başka bir yerde hoşunuza giden bir yeri satın alırsınız. Ama değilseniz yapacak başka ne var? Bu iç tutarsızlığı gidermek zorundasınızdır: “Bizim evimiz zaten sağlam”, “Burayı inşa ederlerken görmüşler, zemininde kaya varmış zor kazmışlar”, “Hem taşınacağımız başka yerin sağlam olduğu ne malum?”, “Ölüm gelip bulacaksa insanı Mars’ta da bulur”.

“Gruplar bireylerden daha fazla risk alabiliyor” diyebilir miyiz?

Başkalarının risk aldığını görmek bizlerin risk almasını kolaylaştırıyor. Çoğunluk bireysel olarak çok kararlı olsa da apartman toplantılarının sonuçsuz kalma olasılığı yüksek.

Eylemdeki gönüllülük risk algımızı etkiliyor mu?

Evet, telefonla birlikte uyumakta beis görmüyoruz. Bu bizim kararımız. Mahallemize baz istasyonu kondurmaya kalktıkları zaman durumu çok riskli algılıyoruz. Zorunlu aşılama da buna benzer bir durumdu. Muhtemelen çoğu vatandaşımız iş yerlerinde deprem riskine karşı daha rahatsızdır. Orada mesai saatleri içerisinde zorunlu duruyorsunuz. Ev gönüllü geldiğiniz bir yer.

Riski düşük algılamamıza neden olan bir şey de kontrolün bizde olduğu bilgisi mi?

Ne kadar kontrol sahibi olduğunuza inanıyorsanız riski o kadar düşük algılıyorsunuz. Aracı kullanan sizseniz 170’le gitmek o kadar rahatsız etmez ama yolcu koltuğundaysanız korkutur. Kayak yapmak teleferiğe binmekten daha tehlikeli ama teleferik kimi kayakçılar için korkutucu. Zaten doğal olarak, yani bunu söylemek için risk psikometrisi bilmeye gerek yok, depremin en çok gece gerçekleşmesinden korkuyoruz. Kontrolümüzün en az olduğu durum.

Peki, sizce iktidarın deprem sonrası risk algısı nasıl değerlendirilmeli?

Oyun eğretilememizden gidersek: Zar iktidarın elinde. Bahisleri de o belirliyor. Üstelik para da kamuya ait. Yani tamamen rasyonel tarafta durarak bu oyunu “oynayanlar” için en yararlı  kılabilme potansiyeline sahip. Oyun müteahhit ve mülk sahipleri arasında oynatılmamalı. Devlet muhakkak imkân yaratmalı.

Tevfik Uyar kimdir? 

Lisans eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Uçak Mühendisliği ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümlerinden, Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İşletme Yönetimi Anabilim dalından almıştır. Yayın hayatına Podcast ve Youtube kanalı olarak devam eden Uyar, Açık Bilim Dergisi’nin kurucularından, Yalansavar ve HBT editörlerindendir. Safsatalar, Astrolojinin Bilimle İmtihanı gibi popüler bilim ve felsefe kitaplarının yazarıdır. İrrasyonel (Stuart Sutherland), Başkalarının Aklı (Tali Sharot), Gelecek Nasıl Gelecek (Jim Al-Khalili) kitaplarını Türkçe’ye çevirmiştir. Çalışmalarını belirsizlik altında karar verme ve risk algısı alanlarında devam ettirmektedir.

Become a patron at Patreon!