Kanserle mücadelede kişiye özgü tedavi mümkün mü?
Massachusetts Institute of Technology’e (MIT) bağlı Whitehead Enstitüsü’nde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışan Kıvanç Birsoy, kişiye özgü tedavi yöntemlerinin kanser tedavisinde umut sağladığını söyledi. Dr. Birsoy, “Hangi kanser türlerinin hangi besinlere ihtiyaç duyduğu daha tam olarak anlaşılmamış bir konu. Hangi kanser türlerinin hangi yağ asitlerine veya aminoasitlere bağımlı olduğunu öngörebilirsek, besine dayalı tedaviler için bir temel oluşturabiliriz” dedi.
Kıvanç Birsoy geçen mart ayında Nature’da bir makale yayımladı. Makale sonrası, birkaç yıldır “biguanides” olarak bilinen bir anti-diyabetik ilaç sınıfının anti-kanser özellikler ile ilişkilendirildiğini öğrendik. Yaygın olarak kullanılan bir diyabet ilacı olan metforminin bazı kanser hastalarına yararlı olabileceği gösterildi. Whitehead Enstitüsü bilim insanları, düşük şekerli ortamlarda hayatta kalmak için yeteneği olan kanser hücrelerini tanımlayarak, bu gizemi çözmeye başladılar. Hangi kanser türünün bu ilaca duyarlı olup olmadığı araştırmalar arasında.
Ana araştırma konusu, “kanser ve besin ilişkisi” olan Dr. Kıvanç Birsoy ile görüşme şansı yakaladık. Dr. Birsoy, kanser ve kanserin metabolizmasından başlayarak, şişmanlığın nedenlerine, yağ dokusunun evrimine kadar merak ettiğimiz birçok soruya yanıt verdi.
Karşımızda, İzmir Fen Lisesi’nden 2000 yılında mezun olan, Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nü 2004 yılında fakülte birincisi olarak bitiren, sonrasında Rockefeller Üniversitesi’nde Dr. Jeffrey Friedman ile doktorasını yapan başarılı bir isim var. Dr. Birsoy, MIT’de David Sabatini ile doktora sonrası çalışmalarını devam ettiriyor ve seneye kendi bağımsız laboratuarını açacak. Eğitimi süresince birçok ödül aldığının altını çizelim, en önemlilerini Jane Coffin Childs Medical Fund Award, Leukemia and Lymphoma Society Special Fellow ve son olarak Turkish-American Scientists and Scholars Young Scholar Award olarak sıralayabiliriz.
Dr. Birsoy ile T24 için yaptığımız söyleşi şöyle:
Öncelikle, Nature’da yayımlanan araştırma konunuza değinebilir misiniz?
Nature’da yayımlanan makalemizde, şekerin az olduğu tümör dokularında kanser hücrelerinin nasıl tepki gösterdiğini araştırdık. Yaptığımız araştırma, bazı kanserlerin enerji organeli olan mitokondrilerde sorunları olduğunu gösterdi. Kanser türüne bağlı olarak mitokondri DNA’sında mutasyon içeren tümör oranının yaklaşık yüzde 20 ila 60 arasında değiştiğini tespit ettik. Şekerin yanı sıra, bu kanser türlerinin metformin denilen ve sıkça kullanılan diyabetik ilaca karşı da duyarlı olduğunu gösterdik. Diyabete olan etkisi bilinen FDA onaylı bir ilacın kanser türlerinin bir kısmında bu denli işe yaraması çok şaşırtıcı.
Bu araştırmanız sonrası birçok kanser hastası bu ilacı denemek isteyebilir. Önerir misiniz?
İlacın etkisi biliniyor ama hangi kanserleri daha iyi etkilediği, hangilerini etkilemediği tam olarak açık değil. Ayrıca bu ilacın bazı hastalarda yan etki gösterdiği bilinen bir olgu. Hastalara önerilmeden önce daha fazla araştırma yapılması gerekiyor. Sağlıklı olup bu ilacı kullanan insanlar da var. Geçtiğimiz bir toplantıda, DNA’nın sarmal yapısını bulan Jim Watson, günlük 500 mg metformin kullandığından bahsetti. Kendisi hasta değil, insülin direnci yok ama bu ilacın işe yaradığına inanıyor.
Şeker dışında, kanserler hangi besinleri seviyor?
Bu benim de çok ilgilendiğim bir soru. Hangi kanser türlerinin hangi besinlere ihtiyaç duyduğu daha tam olarak anlaşılmamış bir konu. Hangi kanser türlerinin hangi yağ asitlerine veya aminoasitlere bağımlı olduğunu öngörebilirsek, besine dayalı tedaviler için bir temel oluşturabiliriz.
Şu an kanser yönünde yapılan araştırmalar ne yönde?
Artık kanser yönünde yapılan araştırmalar daha sistemli bir evreye geçiyor.
Günümüzde kanserlerde hangi genlerin mutasyona uğradığını daha kapsamlı tespit edebiliyoruz. Bu sayede kanserlerin sınıflandırılması yapılıyor. Araştırma aşamasından çok hızlı şekilde kliniğe doğru ilerleme var. Uzun vadede benim ilgilendiğim konu ise kanserlerin genetik yapılarının yanında başka hangi farklılıkları olduğu. Örneğin, kanser hücrelerinin besinlerle ilişkilerini kapsamlı olarak tanımlayabilirsek, standart ilaç tedavilerine ek olarak, hastalara belli bir diyet tedavisi önerilebilinir. Ana amaçlarımdan bir tanesi piyasada olan metabolik ilaçların özellikle kanser tedavisinde kullanım alanı olup olmadığını bulmak.
Kanser hastalarına yardım edebilecek bir diyet yöntemi var mı?
Şu anda kanser tedavisine yardım edebilecek bir diyet yöntemi mevcut değil. Ancak, diyet olmasa da besine dayalı bir ilaç tedavisi var hâlihazırda. Asparajinaz denilen bir ilaçla, belli bir aminoasidi (asparajin) kandan yok ettiğinizde pek çok löseminin buna iyi yanıt verdiği biliniyor. Şu an kemoterapiye destek olarak kullanılıyor bu yöntem. Bildiğim kadarıyla bu, günümüzde klinikte kullanılan tek örnek. Bu alanda daha öğreneceğimiz pek çok şey var.
Şu ana kadar bilim insanları tarafından açıklanmış kansere neden olan şeyler neler?
Örneğin, kronik ve uzun süre sigara kullanılmasının akciğer kanser riskini arttırdığı bilinen bir gerçek. Bunun dışında çevresel ve genetik birçok faktörün kanser oluşumunda etkisi biliniyor.
‘Doğaya çıktığınızda obezite görmüyorsunuz’
Geçenlerde, Açık Radyo’dan yayın yapan Bilim Kazanı’nın konuğuydunuz. Konu başlığı şişmanlıktı. Bu konuda da bilgi alabilir miyiz?
Tabii ki, doktora çalışmam bu konu üzerineydi. Aslında sorulacak ilk soru: “Neden şişmanlamıyoruz?” Bir insanın günde yaklaşık üç bin kalori aldığını düşünürsek, yılda bir milyon kalori alıyoruz. Bir milyon kalorinin karşılığı olan kilotonlarca neredeyse ama bir sene içerisinde sağlıklı bir insan sadece iki üç kilo alıyor ya da almıyor. Bunun bize gösterdiği, vücutta bunu koordine eden bir moleküler mekanizma olduğu. Fareler ve insanlar üzerinde yapılan deneyler gösteriyor ki, uzun süre aç kalan bir memeli canlı eski kilosuna dönene kadar normalden çok daha fazla yemek yemeye başlıyor. Yani bu termostat gibi, nasıl ki bir termostat sıcaklığı belirli bir seviyede tutar, vücuttaki moleküler mekanizmalar da yağ miktarını ve kiloyu belirli bir seviyede tutuyor. Gerçekten de doğaya çıktığınızda obezite görmüyorsunuz. Bu moleküler mekanizmayı, biz insanlar diyetimizden ötürü bozabiliyoruz.
Tam olarak nasıl bozuyoruz biliniyor mu?
Kiloyu kontrol eden bu ana mekanizmanın ne olduğu artık biliniyor. Bu, 1994’te bulunan bir yağ hormonu: Leptin. Vücutta sadece yağ dokusunun salgıladığı bu hormon şişmansanız daha fazla, zayıfsanız daha az salgılanıyor. Bu hormonun yaptığı şey, beyine “yeme” emrini vermek. Kilo aldığınızda, vücutta yağ oranı arttığında beyine yeme diyen sinyal artıyor ve siz de artık açlık hissetmiyorsunuz. Aynı şekilde, uzun süre aç kaldığınızda, vücuttaki yağ miktarı azalıyor ve tekrar acıkıyorsunuz. Bu sisteminde problem olan insanlar doğal olarak aşırı kilo alıyor.
Leptini olmayan insanlar var mı?
Nadir ama var. Bunların arasında Türkler de var ne yazık ki…
Bunun nedeni ne?
Akraba evliliği, bu gibi nadir görülen genetik hastalıkların oluşma riskini arttıran bir faktör…
Peki, obezitenin ana nedeni nedir?
Leptine dirençli olmak bunlardan bir tanesi diyebiliriz. Kilolu insanların pek çoğunda şu an bilmediğimiz nedenlerden ötürü beyin leptinden gelen yeme sinyalini algılamıyor. Bu konuyu açıklayan birkaç teori var. İlki, kilolu insanlarda leptin sinyal yollarında bozukluk olması. Diğeri ise leptinin kan-beyin bariyerini geçememesi. Elbette belirtmeliyim ki yağ dokusu ve kilo üzerine olan çalışmalar leptin ile sınırlı değil. Sizin de bildiğiniz gibi başta Dr. Gökhan Hotamışlıgil gibi Türk bilim insanlarını da içeren pek çok grup bu konularda çalışıyor.
Yapılan diyetler işe yarıyor mu?
Büyük oranda işe yaramıyor. Vücut kilosunun her insanda belli bir noktaya programlandığı düşünülüyor.
Diyet sonrası kilo veriliyor ama! O programı yediklerimize dikkat ederek yeniden yazamaz mıyız?
Diyet kısa vadede tabii ki kilo verdiriyor, diyelim ki altı ay diyet uyguluyor bir kişi, istediği kiloya ulaşıyor, sonra beş yıl geçiyor, o kişi aynı kiloda kalamıyor çoğunlukla. Kilonun muhafaza edilmesi için kişinin bu moleküler mekanizmayı yenmesi gerekiyor. Diyetle kilo kaybedilmesi yeme isteğinizi arttırıyor. Bu yeme isteğine karşı koyabilirseniz kilonuzu sabit tutabilirsiniz.
‘Kilo kalıtsal’
Yani, doğuştan yaşa bağlı standart kilomuzun ne olacağı belli mi?
Büyük ölçüde öyle olduğu düşünülüyor. Kişinin kilosu, boy ve kanser olma riski gibi genetik olduğunu düşündüğümüz birçok özellik kadar kalıtsal. Bundan dolayı, kilolu kişileri yargılamanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Biyolojik mekanizmaların herkeste farklı olduğu unutulmasın.
Peki, obez olan insanların normal kilodaki insanlara oranla kansere yakalanma oranı artıyor mu?
Şu an üzerinde çalıştığım konulardan biri bu aslında. Diyabet ve kilolu olan insanların çoğunda kolon ve göğüs kanseri gibi kanserlerin oranı biraz daha yüksek.
Ana sebep ne?
Ana sebeplerden bir tanesi insülin. Kilolu ve insülin direnci olan pek çok insanda kandaki insülin miktarı fazladır. İnsülinin iki rolü var, bir tanesi kan şekerini düşürmek. İkincisi ve daha az bilineni ise insülinin hücrelerin bölünmesini aktive eden bir büyüme hormonu olduğu. İnsülin direnci olan insanlarda kandaki insülin miktarı fazla olduğundan dolayı, hücre bölünmesine yönelik olan etkisinin zararları da görülüyor. Kanserseniz tümör, insülinin etkisiyle daha hızlı büyüyor.
Son yıllarda çim suyu içmenin kanseri önleyici etkisi olduğu söyleniyor. Bu konuda bir bilginiz var mı?
Moleküler olarak gösterilmiş, tanımlanmış veya çalışılmış bir şey değil.
Son olarak, dünyada kanser tedavilerindeki yeni gelişmelerin neler olduğunu bir kez daha özetler misiniz?
Birçok kanser türü için kişiye özgü tedavi yöntemleri uygulanmaya başlandı. Artık kişilerin tümörlerinde hangi genlerde değişikler olduğu belirlenip, ona yönelik ilaç tedavileri uygulanmaya başlanıyor. Bu yaklaşımın tedavilerin yan etkilerini azaltacağı düşünülüyor. Her geçen gün kanserlerde yeni mutasyonlar tespit ediliyor, bu mutasyonlara özgü ilaçlar geliştiriliyor ve çok kısa sürede piyasaya sürülüyor. Özetle diyebilirim ki kişiye özgü tedavi yöntemleri kanser tedavisi için büyük umut veriyor.
(T24)