‘Kürtajı önlemenin yolu yasaklamak değil, bilgi’
Türkiye’de, ezilen, dayak yiyen, öldürülen, tecavüz edilen, çocuk yaşta evlendirilen, hakarete, işkenceye uğrayan, okula yollanmayan, kimliği bile çıkarılmayan, insandan sayılmayan kadınlar için gırtlaklarını boşaltıp ciğerleri sökülene kadar, avaz avaz, haykıra haykıra, ağlaya ağlaya çığlık atan kadınların protestosundan haberdar olanınız vardır.
Kadınlar kendilerinin ve birbirlerinin de farkına varsın diye ortaya koyulan eylemi başlatan Elif Savaş Felsen ile sıkça mesajlaşırız. Kürtaj mevzusu gündeme geldiği vakit haberleşmek istediğim isimlerden biri yine o oldu. Konu üzerine birçok isimden görüş aldığımı, söyleyeceği sözlerin birçok kadına ses olacağını düşündüğümü belirttim. Ben kendisinden demeç beklerken, bakın o neler yazdı:
“Irmaklarından şaraplar akacak” diyorsun.
Cennet-i alâ meyhane midir?
“Her mümin’e iki huri” diyorsun.
Cennet-i alâ kerhane midir?
Cennette yaşanacak tensel zevkler, istenen ve istenmeyen gebeliklere sebep olmayacaktır diye düşünüyorum. Cennette çocuk doğacak değil; yeni ruhlar, bu ruhlar nereden gelecek, ölmüş bebelerin ruhları, hurilerde mi vücut bulacak gibi bir dolu abuk sabuk fikir yürütmelere varır iş.
O zaman, Cennet’te tensel zevk, saf ve arı tensel zevk olarak yaşanacaktır diyebiliriz. Hamilelik, cinsel yollarla geçen hastalıklar vesaire korkusu olmadan.
Çok eski zamanlarda Libya’da silfiyum denen bir bitki varmış. Yemekten anlayanların mutfağında, hastalıklardan korkanların elinin altında bulundurmaları gereken, maydanozla anason aromalarının karıştığı, tatması kadar bakması da güzel bir bitki. Libya’dan zamanın bilinen bütün coğrafyalarına ihraç edilen, yerli halkın geçimini sağlayan, o sebeple de paralarının üstüne bile sembollerinin basıldığı bu bitkinin mini mini tohumları, bugün madalyonlarda, aşk mesajlarında, tişörtlerde; her ne kadar bitkisi dünya yüzünden kaybolup gittiyse de, modern insanın hayatının tam ortasında: kalp sembolü olarak kullandığımız şekil, aslında silfiyum tohumunun şeklinden başka bir şey değildir. Çok da yerinde bir sembol, eskiler silfiyumu kürtaj için kullanırlarmış.
Ortaçağ’ın Hristiyan bilim adamları, hamileliği sonlandıracak her çeşit bitkiyi şeytan işi sayıp, birbirine destek çıkan kadınları meydanlarda kurdukları ateşlerde canlı canlı yakarken, Müslüman bilim adamları, güvenli kürtaj yöntemleriyle ilgili kitaplar yazmışlar. Hristiyanlık’ın kökünde günah ve pis saydığı fiziksel zevkler, Müslümanlık’ta Allah’ın teveccühü sayıldığından olsa gerek, 120 günden önce fetusa ruh üflendiğine inanmayan Müslüman toplumlar için seksüel konular karanlık köşelere itilmek yerine, doğanın bir parçası olarak kabullenilmiş. Kadın ve erkek arasındaki ilişkiler çok daha gerçekçi ve iki cinsin de içgüdüleri göz önüne alınarak, kadınlara haklar tanıyarak, bir şekilde öncü olarak yol almış. Müslüman dininin pragmatik olduğunu düşünürüm ben. Cinselliğe ve yan ürünü korunma vesaireye de öyle bakar.
Belki üstünden geçtiği yerel geleneklerin gerisin geriye dine sızmasından dolayı, belki Hristiyan inançlarının etkilemesiyle diyelim, bir zamanın ileri ve radikal sayılan Müslüman düşünceleri zamanın içinde yok olup giderken, şimdilerde Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Hindu, Sik, Budist ve daha nice dinlerini aşırı yaşayanların arasında fark görmek hemen hemen mümkün değil. Ya dinler globalleşip benzeşmeye başladı, ya da zaten aşırı insanlar benzeştiği için, dinlerini de kendilerine ve birbirine benzetiyorlar. Cinsellik günah, meyvesi çekilmesi gereken ceza.
Dünyada sadece birkaç ülkede (çoğunlukla Katolik Hristiyan ve birkaç Müslüman), ne olursa olsun kürtaj yasağı var. Hamilelik kadını öldürecek de olsa, tecavüz sonucu da olsa, kadın zeka özürlü de olsa, fetus üç başlı, sekiz bacaklı da olsa. Bir ülkede tecavüz hamileliklerinde kürtaj izni var, ancak kadın zeka özürlü olacak. Yani oralarda geri zekalı kıza tecavüz eden adam ruhunu hiç daraltmasın. O kadından ana olmaz, özürlü gen tecavüzcünün çocuğuna geçmez ama tecavüzcü geni sağlıklı bir kadında can bulabilir, gibi acaip bir düşünce herhalde. Başka ülkelerde, kadının sağlığı veya zeka düzeyi izin vermiyorsa, kürtaj izni var. Gerisi için yasak. Birkaç ülkede, kürtaj yaptırabilmek için fakir olduğunuzu ispat etmeniz gerekiyor. Her şekilde kürtajın bir tarihe kadar yasal olduğu ülkelerin bazılarında, erkeğin izni yoksa kürtaj yapılamıyor. Tecavüzcünün de mi izni alınması gerek, orasını anlayamadım. Bazı ülkelerde tecavüzcü konusu kaygan. Bir saat önce tecavüzcü olan, silah zoruyla tecavüz ettiğiyle evlenirse, tecavüzcülüğü ortadan kalkıyor. O zaman herhalde kadın kürtaj olamıyor. Ya da hamileliğin tecavüzden kaynaklandığını mı ispat etmesi lazım acaba? Karmaşık işler. Hepsinin sorumluluğu kadının sırtında.
Havva o ayvayı yemeyecekti. Suç onda. Sayesinde “zorluklarla” hamilelik yaşayıp, “büyük acılarla” doğum yapma cezasına çarptırıldık biz kadınlar. Kadınları ilk günahkar gösteren, takıntılı dinlere (3 tane) alerjim var.
Dünyadaki kadınların yarısının kürtaj hakkı yok veya o kadar sınırlı ki pratikte yok sayılır. Dünyada en çok kürtaj yapılan ülkeler, kürtajın yasak olduğu ülkeler. Kürtajdan ölen kadınların en yoğun olduğu ülkeler de kürtajın yasak olduğu ülkeler. Devletlerin, hükümetlerin ve hatta dini otoritelerin konu hakkındaki kanunları ile kadınların kürtaj kararı vermesinin arasında hiçbir ilişki yok. Devlet, din ne derse desin, kadın kararını verdi mi, durdurmak mümkün değil. Otlarla, dikiş iğneleriyle, demir elbise askılarıyla, çamaşır suyuyla, ellerine ne geçerse!
İstatistikler okunarak kürtaj yapmayı düşünebilecek kadınları acaba kameralı hapishanelere mi kapatmalı 9 ay?
Kürtajın yasal olduğu ülkelerde kürtaj az, doğum kontrol yöntemleri de yaygın. Bedava kondom dağıtımı, çocukların okullarda cinsel eğitimi, kliniklerin halka ucuz veya bedava bilgi vermesi ile yaygınlaştırılan doğum kontrolü sayesinde, kadınların kürtaj ihtiyacı da minimuma düşmüş vaziyette.
Demek ki kürtajı önlemenin yolu, yasaklamak değil, bilgi. Bu politika, cinselliğin tabu olduğu, ülke gücünün kalite değil, kalabalıklarla ölçüldüğü bir ülkede başarılı olur mu? Sanmıyorum. Türkiye’de kürtaj yasaklansa da, kürtaj rakamlarının düşeceğini hayal etmek komik olur. Çünkü doğum kontörlü bilgisi demokratik olarak paylaşılmıyor. Çocuklarımızı cinsellik konusunda eğitmekten korkuyor, seksi günah olarak görüyor ve üstüne üstlük zaferin teknoloji değil, sayıyla geleceğini sanıyoruz. İnsanlarımızın hayat kalitesi değil derdimiz, öbür ülkelerin hakkımızda ne düşündüğü. Türkiye, kürtajı yasaklarsa, sayı yine de düşmeyecek. Kadınlar yasadışı yollara başvuracak ve sağlıksız ortamlarda heba olacaklar. (Belki böylece cezalarını bulmuş olurlar diye düşünülüyordur, kim bilir? Günah işlemeye hazır kimsenin karşısına imkansız yasaklar koyarak, o kimsenin ortadan kalkmasına sebep olmak acaba cezalandırma biçimi mi?) Kürtaj sayısını düşürmenin tek yolu, doğum kontrolünü yaymak. Ancak cinsellik gibi “ince” bir konuda bu nasıl başarılacak? Ben, cinsellik konusunda bu kadar adolesan kalmış bir toplumda, doğum kontrolünün çok başarılı olacağını sanmıyorum.
Her ölen askerin arkasından ana babasının vatan sağ olsun denilmesi beklenen bir toplumda vücut sahibinin ve hatta ailesinin değil, kamunun malıdır. Hükümet yetkilileri kaç çocuk yaparsanız millete hayırlı olur şeklinde konuşmalar yaptı mı, rahim milletin malına dönüşür. Kadın kız kısmının namusunun erkeklerce üstlenildiği, tecavüzle de kolayca kasdedilebildiği bir toplumda, kadının vücudu kendisinin değildir. Saçını kapamış, kapatmasın; eteğini kısa giymiş, giymesin konuşmalarının yapılabilmesi, kadının özel alanının kısıtlılığını yansıtır. Hiçbirimiz kendimize ait değiliz.
Böyle gelmiş, böyle gider sistemin içinde ufak tefek çapaklar var: Hani doğanın kontrolcü devletlere bir acı şakası gibi, almış fetusu kadının rahmine yerleştirivermiş. Ancak devlet ona da el atmak istiyor. Belki elinden gelse hamileliğin tamamını kontrol etmek ister: doktorun verdiği ilacı almayan hamile kadını zorla hastahaneye yatırır, damardan verir. Sağlıklı beslenmeyeni gözaltına alır. Hamileliğin başında kürtajı, sonunda sezaryeni kontrol etmek isteyen, arasını neden boş bıraksın?
Günahınızı, sevabınızı, ahiretteki yerinizi kontrol etmeye çalışan, her şeye hakim olmak isteyen, rızkımızı, kaderimizi elinde tutma peşinde, tanrı olmak sevdasında devlet. Türkiye’nin alışık olduğu bir tablo. Halkı yüzyıllardır peygamber sendromunda kimseler tarafından yönetiliyor ve kendi de kurban sendromunda yaşamaktan haz aldığından olsa gerek, öylesini seçiyor. Yönetenlerin ismi farklı da, cismi aynı.
Ömer Hayyam, büyük bilimci, kürtaj öğütleri yazmış mı, ben bilmiyorum ama yazıya onunla başlamışım, onda bitireyim:
Aklını başına al; zaman pek kötüdür; tozu dumana katmadadır; emin olarak oturma; devranın pençesi pek yırtıcıdır; zaman, ağzına baklava koysa, helva verse sakın inanma; zehirlidir o baklava; ağıyla karışmıştır o helva.
Felsen’in söylediklerine ek olarak, söz konusu yasanın sadece insan hakları değil, sosyal açılımları itibarıyla da çok tehlikeli bir adım olduğunu herkesin görmesi gerekliliğini vurgulayan sosyal medyadan tanıdığınız aktivist Dr. A. Murat Eren’in paylaştığı yazıdan bir bölümün altını çizmek isterim:
“Türkiye’nin ataerkil, kadını küçük gören muhafazakâr çoğunluğu bu problemi elbette sadece kadının bir sorunu olarak görüp küçümseyecek. Hatta nasıl ki İnternet yasaklarına karşı çıkanlara “pornocu” dendiyse, kürtaj hakkını savunan kadınların da alenen ya da imalar yolu ile hakarete uğradığını muhtemelen ilerleyen günlerde sık sık göreceğiz.
Fakat geçtiği takdirde bu yasa kadının kendi bedeni üstündeki haklarının açıkça ihlal edildiği anlamına gelecek olması bir kenara, Türkiye’nin gelecek nesillerinin uğraşmak zorunda kalacağı bir diğer sosyal/ekonomik problem halini de alacak. Bu noktada ‘istemediği bir çocuğa sahip olmak zorunda bırakılacak olan kadının’ yarım bıraktığı ve geri dönemediği kariyerinin/eğitiminin, yeterince sevgi ve ilgi gösteremediği çocuğunun Türkiye’nin geleceğine nasıl bir etkisi olduğunu uzun uzun düşünmek şart. Bu kürtaj yasası söylentileri sadece kadınları değil Türkiye’nin geleceğini hesap eden herkesi aynı oranda rahatsız etmeli.”
(T24)