Sundance 2025
Atropia, Seeds, Sabar Bonda, Cutting Through Rocks, Zodiac Killer Project bu yılın kazanan filmleri.
Türkiye’de Türkçe olarak çekilen The Things You Kill’in İranlı yönetmeni Alireza Khatami de Sundance’da Dünya Sineması Drama alanında en iyi yönetmen ödülünü aldı. Filmin başrollerinde Ekin Koç, Erkan Kolçak Köstendil, Ercan Kesal ve Hazar Ergüçlü gibi isimler var. Ercan Kesal, filmin Türkiye yapımcılarından biri aynı zamanda. Kendisiyle haberleşme şansım oldu. “2024 Nisan ayında Niğde’de (merkezde ve Demirkazık’ta) çekmiştik filmi. Baba (Hamit) rolü teklif edildiğinde Alireza’yla da tanışıp senaryonun tamamı üzerine epeyce konuşmuştuk… Bazı çeviri sorunlarını beraberce düzelttik. Sette oyuncusuna güvenen ve onlara alan açan birisi Alireza. Sarsıcı ve cesur bir hikaye. İşini iyi bilen bir yönetmen… Usta oyuncular… Mesleğinde yetkin isimlerin yer aldığı parlak bir kamera arkası! Sundance sonrası hemen tüm yabancı kritikleri okudum, çok olumlu şeyler yazdılar. Memnun oldum.” dedi.
Dünya haberlerine, rutin sorumluluklara ara verip Sundance’da olmak güzeldi.
Belki de ilk kez bir festivalde o sinemadan bu sinemaya koşturmadan içimden geldiğince zaman geçirdim. Tabii bu rahatlıkta basına tanınan ayrıcalığın etkisi var. Birçok filmi online da izleyebileceğimden, film seçimı yaparken diğerini kaçırıyorum hissi yaşamadım. Cinema Cafe’deki söyleşileri, sponsorların ayarladığı etkinlikleri, şehri turlayan otobüslerde kayak tutkunları ve sinemaseverlerin yol arkadaşlığını da gözlemleme şansım oldu. Gönüllü çalışan çok kişinin ziyaretçilerin işini epey kolaylaştırdığını da söylemeliyim. Türkiye ve ABD’nin yorucu gündeminde film festivali anlatmak tuhaf belki ama, iyi ki sanat var.
Kalacağım oteli danışarak bulmuştum, kimse de festivalin ana yeri Park City diye uyarmadı. Şansta her gün Salt Lake, Park City arası yol yapmak da varmış. Festivale gelmek isteyenler için bir ipucu olsun bu bilgi. Festivalin ana merkezi Park City’de.
Otelde bu yazıyı yazarken Cüneyt Cebenoyan Sundance’a gitmiş miydi diye baktım internetten, 2001’de Roll’da paylaştıklarına denk geldim. Bir Park City lafı duymuş o da, festivalin Salt Lake’de olduğunu sanmış. Her sinema muhabbetinde danıştığım bir isimdi Cüneyt Abi, “keşke akıl edip önce okusaymışım paylaştıklarını” diye düşündüm, gülümsedim yazdıklarına ve onu ne çok özlediğimi hatırladım yine içim sızlayarak. Sundance’ı İstanbul Film Festivali’ni Uludağ’da yapmaya benzetmiş. Haklı. Dağda bir festival Sundance. Karlar içinde, sinemanın büyüsüne kapılmak isteyenler için eşsiz bir deneyim belki de.
Amerikan sinemasının birçok parlak isminin ilk filmlerinin gösterildiği Sundance’ın tarihine dair kısa bir bilgi: 1978’de Salt Lake City’de başlatılan bir festival ile Robert Redford’un kurduğu Sundance Enstitüsü 1981’de birleşmiş ve zamanla dağıtımcıların odağında bir festival olarak yol almış. Sundance, bağımsız filmleri destekleyen bir festival, bir dipnot, büyük Hollywood stüdyolarınca finanse edilmemiş filmlere bağımsız deniliyor. Sundance için filmin düşük veya yüksek bir bütçeyle üretilmiş olması fark etmiyor. Türkiye’den de hemen hemen her yıl birçok film Sundance’a seçilmek için başvuruyor, bu festivalde gösterilmek ayrıcalık hala. Festival sayfasında yer alan bilgileri tekrarlamayayım fakat hoş bir tesadüfü yazayım, Egyptian Theater’da izleyeceğimiz film Khartoum için sırada beklerken bir önde kısa filmi o akşam gösterilecek Cansu Baydar ve filmin yapımcılarından olan İzlem Genç ile tanıştık.
Akşam The Ray’de gösterimi olan kısa filmleri izlememe neden oldu bu tesadüf. Baydar’ın kısa filmi Neredeyse Kesinlikle Yanlış’ta (Almost Certainly False) ile Suriye’deki savaştan kaçan Hanna ve küçük kardeşi Nader’in tutunma hikayesinden bir kesit izliyoruz. Baydar, filminin Sundance’da da izleyici ile buluşmasından memnundu. Yunanistan iç savaşından kaçıp Türkiye’ye gelen bir ailenin üyesi olarak zorunlu göç temasının kendisi için ayrı bir anlam ifade ettiğini söyledi. Filmin ilham kaynakları arasında Virginia Woolf’un Three Guineas kitabının da olduğunu belirtti.
İzlediğim filmler arasından bir tanesinin ismini de özellikle anmak istiyorum: Middletown. 1990’larda gazeteciliği deneyen liseli gençler hakkındaki filmi çokça kişi izlesin, görsün ve tartışsın isterim. Middletown, Sundance’ın müdavimi iki film yapımcısı Amanda McBaine ve Jesse Moss’un son belgeseli. 1990’larda New York eyaletinin hemen kuzeyindeki küçük bir şehirdeki Middletown Lisesi’ndeki bir grup öğrencinin Fred Isseks adlı bir öğretmen sayesinde gazetecilikle tanışmaları ile başlayan film, kameralarını alıp keşfe çıkan gençlerin yakındaki bir çöplüğün zehirli atık sızdırdığını ve insanları hasta ettiğini keşfetmeleri ile devam eden olay örgüsü bu işe daldıkça araştıracakları konuların artmasıyla ilginç yerlere evriliyor.
Film sonrası “ne olursa olsun, iyi insanlar var” derken buldum kendimi. Bu belgesel bir insanın dahi neler yapabileceğini hatırlattı. Sonuç ne olursa olsun, gerçekleri ortaya çıkaran gazetecilikten etkilenmemek ve cesaretlenmemek zor. 30 yıl önceki bir hikayenin bugün bile çok insan üzerinde etki yaratacağını düşünüyorum.
Sundance 2025’te ödül alan ve gösterilen filmler hakkında tüm bilgilere https://festival.sundance.org/‘tan ulaşabilirsiniz.