Eren Aysan, “Bir Eflatun Ölüm- Behçet Aysan Kitabı” üzerine yaptığımız bir söyleşide, “Vicdan duygusunu yalnız ben değil, bütün Türkiye yaşadığında, bu ıstırabı bütün bir ülke duyduğunda gerçekten silkineceğiz acılarımızdan…” demişti.

Çünkü: “Babam Behçet Aysan, ülkesini temsil eden bir yazardı, şairdi. Kısacık yaşamına sayısız ödül sığdırmıştı. Henüz hayattayken şiirleri pek çok dile çevrilmiş pek çok ülkede yayımlanmıştı. Aynı zamanda doktordu, nöro- psikiyatrdı. Hani bugün ülkemizde mumla aranan aydınlardandı. Zaten onu diri diri ateşe verenler yazdığı bir dizeyi okumuş olsalar, değil onu ateşe vermek, boynuna sarılırlardı. Yıllar boyunca mezarına çiçek bırakırken, usulca ağlarken öğrettiği sağduyuyu yitirmemeye özen gösterdim. Ama zaman zaman gerçek cehennem oldu. İçimden taştı, gürül gürül akan ırmak oldu. Soruyorum size… Ben şimdi çocuğuma senin deden şairdi, yazardı, doktordu, bu ülkenin aydınlık yüzüydü ama yakıldı nasıl diyeceğim? Ona hiçbir şey ayaklanmaya kalkmış cehalet kadar korkunç olamaz derken aynı zamanda insanların bir gün tekrar diri diri yakılmayacağına nasıl inandıracağım? Çünkü eğer kimlik bir vatandaşlık belgesiyse, babamın yanmış kimliği hala çalışma masasında duruyor. Eğer kimlik devletin resmi belgesiyse babamın yanmış kimliği her gün bana bakıyor.”

“Biz bu ülkeye, bütün bunları hak edecek ne yaptık?” diye soruyor Eren Aysan, Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında. Yanıtını biliyoruz. Hiçbir şey.

Tarih: 2 Temmuz 1993 Gün: Cuma sabah saat 11.00 suları… Telefon çalmış, babası Sivas’tan arıyor, sesinde tuhaf bir tedirginlik: “Daha fazla kalmak istemiyorum, geleceğim”. Akşam televizyonda “Sivas’ta Olaylar” başlığı, Eren Aysan o günü şöyle anlatıyor: “Önce ‘Yirmi iki yaralı var’ dendi. Babamın hemen geleceğini düşündüm. Saat 10 haberlerinden sonra, altyazılar geçmeye başladı. Bir bahçeye gittik annemle, çok gördüğüm, babamla annemin hep götürdüğü bir yere. Boşuna geliyordu bana yaşadıklarımız. Babam ölmezdi ki! Peki niye tanıdığım yüzlerde hep gözyaşı vardı? Babamın bir arkadaşı sarıldı bana, ‘Merak etme Behçet’e bir şey olmaz!’ dedi. Önce babamın muayenehanesine gittik. Televizyonda İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun açıklaması: ‘ölenlerden ilk sekiz kişinin kimlik tespiti yapıldı, isimlerini sayayım.’ Behçet Sefa Aysan dördüncü isim. Babam öğlen doktor arkadaşlarının yanına uğramış, kimlik tespitini de, ne yazık ki onlar yapmışlar! Sessizlik deldi geçti bedenimi, hiçbir kıpırtı hatırlamıyorum. Spiker, ‘Sayın bakanım, ölenler arasında Behçet Aysan gibi yazarlarımız, sanatçılarımız var mı?’ diye soruyor, Bakan birkaç dakikalık susuştan sonra ‘Evet’ yanıtını veriyor. Ben daha çok korkuyorum. Sonra adımdan bir fazlasını hatırlamıyorum, annem beni eve götürmüş olmalı. Sabaha kadar mavi odamda bekledim, babamı. Gelecek ve ben afacan bir mutlulukla koşacağım yanına. Hem niye ölsün ki! Oysa deneyimmiş bizi olgunlaştıran. Ölümün bile deneyimi… Gazetelerdeki ‘deneyimli overlokçu, ya da ütücü aranıyor’ ilanlarının bile sırrı bir tek kelimede bütünleşiyormuş. İçinde bilgiyi saklı tutan yaşam. O öyle bir erekmiş ki içinde bütün ayrıntıları barındıran. Kapsayıcılığı kelimenin basitliğinden uçsuz bucaksızlığından fazlaymış.

Ertesi gün anneme bir bardak çay uzattım. Gördüm gözünde yaş yerine kan var. Büyüdü gözündeki kan pıhtısı. Günlerce, aylarca gitmedi. Her gün kendini battaniyelerin altında sakladı. Bir kedi gibi incelikle mırıldanarak girdi odadan, çıktı odalardan. Bir gün ayağa da kalkamaz oldu, ağrıdan acıdan duramaz. Anladık ki, her konulan teşhis, ‘verilecek hesabı kalmamışlara’ değilmiş. Defalarca ameliyat masasına götürdüler annemi. O gideceği yeri bilerek ince bir çizgi gibi gülümsedi. Ölümünden bir gün önce saatlerce konuştuk.

-Kendini niye bu hale getirdin anne?

İkimiz de biliyorduk artık geriye dönüşün olmadığını. Gittiği yolun çıkmaz bir sokakla birleştiğini daha önce bilseydi, kendini korur muydu, sanmıyorum.

-Babamı çok mu sevdin anne?

-Sen olsaydın sen de severdin, dedi olanca mahcupluğuyla, sarıldım ona. Kara gözlerine baktım, kaşlarına. Son konuşmalarımızdı bunlar.”

Eren Aysan:

“Annemle son defa konuşmamın üzerinden de yıllar geçti Işıl. Mahkeme salonlarında büyüyen çocuklardık. Hukuk sözcüğünün derin anlamında sınandık. Firari sanıkların ısrarlı ve bilinçli şekilde yakalanamadığı bir sistemin içinde zamanaşımı dayatmasıyla karşılaştık. Her duruşma skandal yaratmasıyla sınav oldu bize. Biz her defasında bariyerleri aşmak için nefes nefese kalırken sürekli ellerimizin altından adalet kayıp gitti. Bugün babamın yakıldığı o gün. Yeniden gökyüzüne bakacağım. Ülkem için iyi dilekler dileyeceğim. İnadına!”

Become a patron at Patreon!