Emir Taha: “Müzik benim için sığınak, emin olduğum bir yer”

İlk kez, “Huyu Suyu” ile dikkatimi çekmişti, Murat Palta imzalı “Hoppa” videosunu da görünce Google’da Emir Taha arar oldum birkaç gün. Yenice yayımlanan ilk albümü E.T. Phone Home çok kişide heyecan yaratmışa benziyor. BantMag, “R&B ve leftfield electronica elementlerini Anadolu motifleri ve Türkçe – İngilizce karışık sözlerle yoğuran tınıların mimarı” diye tanıtmış Emir Taha’yı.

Londra’da bir bağlama atölyesinde başlıyor müzik hikâyesi, Google okumaları yetmedi, kendim de sorular iletmek istedim. Çoğu insan ya gitmek ister ya kalmak, o iki dünya arasında, kendi içinde kurduğu bir eve ait hissettiğini söyledi. O evde sığınağı da müzik olmuş. Yaşadıklarına anlam verebilmek için müziği bir yöntem olarak seçmiş belli ki.

Söyleşimiz şöyle:

Emir Taha / Fotoğraf: Deniz Sabuncu
Emir Taha / Fotoğraf: Deniz Sabuncu

Bağlama atölyesinden çıkıp, “Müzikte ben de varım, buyum” demeniz ne kadar sürmüştür?

Küçük yaşlardan beri gitar çalıyorum, şarkı söylemeye de gitarla haşır neşir olduktan sonra başladım. 15 yaşımda ilk bestelerimi yaptım, 22-23 yaşıma kadar da müzisyen olarak kendi elementimi keşfetme yolundaydım diyebilirim. Uzun bir süre yaptığım şarkıları kendime sakladım, hatta yaptığım ilk albümü son dakika çıkarmamaya karar vermiştim. 2019’da “Kendine Gel”i yaptığımız gün, farklı bir dalgaya girdiğimi hissettim. Öğrendiklerimle daha fazla risk alarak, kendi konfor alanımdan çıkarak besteler yapmaya çalıştığım bir dönemdi. O zamanlarda ortaya çıkan şarkıları paylaşmak için çok heyecanlanmıştım. İlk EP’lerim “Hoppa pt. 1” ve “Hoppa pt. 2” o senenin sonuna doğru neredeyse bitmişti, yayımlanmaları da salgın dönemine denk geldi. Yani müziğimi insanlarla paylaşmak için en doğru hissettiren zaman 2020’nin başıydı.

Bağlama atölyesi de iki-üç sene önce Londra’da bir arayıştayken karşıma çıkan, bir arkadaşım aracılığıyla keşfettiğim bir yer. Aydın Usta’nın yanına sık sık gidiyordum o dönemlerde, hem ona bağlama yapımında elimden geldiğince yardım ediyor, hem de bana emanet ettiği bir bağlamayla çalmayı öğreniyordum. Londra’nın hızı bana fazla geldiğinde o atölyede zaman geçirmek çok iyi geliyordu.

Başka kültürlerde, dillerde var olmaya çalışma üzerine anlatmak istedikleriniz var mı?

Yeni bir dil öğrenmenin, yeni bir kültürü anlamanın yolu çok defa yanlış anlaşılmaktan, kendini yanlış ifade etmekten çekindiğin için duygularını içine atmaktan, yabancı ve kopuk hissetmekten, sonra da cesaret kazanıp yavaş yavaş orada var olmaya çalışmaktan geçiyor. Ben de yurtdışına ilk taşındığımda yalnız hissediyordum. Yeni bir dilin içinde kendini tekrar buluyorsun aslında. Bu da dilin getirdiği katılaşmış düşünceleri veya duyguları kırmak için çok güzel bir fırsat, yeni bir oyun alanı, duygu dağarcığını geliştiren bir deneyim. Bu hem zorlu, hem de çok büyütücü ve evrimleştirici bir şey.

“Hep bir valizin içinde olmakla ilgili. Hep oradan oraya” diye açıklamışsınız şarkılarınızın ortak yönünü. Ne oralı ne buralı olmak mevzu sanki, değil mi?

Yani evet. Bazen hava boşluğunda sıkışmış gibi hissettiriyor. Sürekli hareket halinde olmak, bir ayağın orada bir ayağın burada yaşamak bazen insanı ev hissinden yoksun bıraksa da çok besleyici. Londra bana kendimi bir dünya insanı gibi hissettiren bir yer, o yüzden “oralı olmak” demek sanki herhangi bir yerden olmak demek gibi. Londra’da sanki kimse tam olarak oralı değilmiş gibi. Sadece yabancılara değil, orada doğup büyüyen insanlara da yalnız ya da aidiyetsiz hissettirebilecek bir şehir bence. Zaman zaman ben de Londra’da kendimi yalnız hissetsem de beni soktuğu ruh halini seviyorum. Zamanla ait hissettiğin yer iki dünya arasında, kendi içinde kurduğun bir eve dönüşüyor.

Sığınak mı oldu müzik size?

Müzik beni nereye götürüyorsa oraya gittim, hep onu takip ettim, yaşamım onun etrafında şekillendi diyebilirim. Bütün belirsizliklerin arasında hayatımdaki tek stabil şey müzik. O yüzden evet, sığınak denebilir. Emin olduğum bir yer.

E.T Phone Home’un kitleyi bu kadar etkilemesinin nedeni ne sizce? Kurduğunuz bağ size ne hissettiriyor? 

Bu albüm, uzun bir aradan sonra Türkiye’ye dönmemin ve evimi farklı bir gözle deneyimlememin hikayesi. Değişen şeyleri ve her zaman orada olan ama bir şekilde bu sefer daha fazla göze çarpan şeyleri fark etmek, karantina sırasında aşık olmak, kıskançlığın matematiği, kalp kırıklığı yaşamak, kendimi İstanbul’un kaosuna ve doğallığına bırakmak ama sonra birkaç adım geri çekilip dünyanın sadece “soluk mavi bir nokta” olduğunu hatırlamak, hiçbir şeyin gerçekten önemli olmadığını fark etmek ve bunun getirdiği rahatlığı hissetmek.

Hepimiz benzer süreçlerden geçiyoruz, hayatta benzer duyguları yaşıyoruz. Bence bizi bağlayan şey de o, ortak bir duygu havuzuna bağlıyız aslında. Hepimiz kendi duygularımızla o kadar cebelleşiyoruz ki, birazcık da olsa anlaşılmış hissetmek iyi geliyor. Albümü dinleyenlerin kalplerine dokunabilmek, onlara bir şey hissettirebilmek beni inanılmaz mutlu ediyor.

Murat Palta müthiş bir iş çıkarmış yine. Onunla çalışma fikri nasıl doğdu?

Murat Palta’nın yaptığı işleri uzun zamandır hayranlıkla takip ediyordum. “E.T. Phone Home” albüm yapım sürecinde de şarkıları dinlerken hep albüm kapağını Murat’ın yaptığını hayal ediyordum, bunu “manifestledim” diyebilirim. Onun yarattığı minyatür dünyasında kendimi buluyorum, çok benzer bir dünyada olduğumuzu ve farklı kanallar üzerinden kendimizi gerçekleştirdiğimizi ve ifade ettiğimizi düşünüyorum. Bir gün sergisine gittim ve kendisiyle orada tanıştık, “E.T. Phone Home”un yüzde 60 bitmiş halini beraber dinledik ve albümün görsel dünyasına dair fikirler üretmeye başladık. Aynı frekansta olan insanlar birbirini bulunca zaten evde hissediyor birden, Murat ile de öyle hissetmiştim. Özellikle fikir üretme sürecinde birbirimizi çok iyi anladığımızı düşündüm. Albüm kapağının ilk halini görünce gözlerime inanamadım, bu albümüm görsel dünyası Murat’ın ellerinden daha güvende bir yerde olamazdı.

Hayat size karşılaşmak istediğiniz hayaletleri seçme şansı verse, kimlerin ismi geçerdi?

Dedeme şarkılarımı dinletmek isterdim.

Yakın gelecekte ABD konseri mümkün gibi mi?

2020’de Los Angeles’tan Londra’ya taşındığım zamandan beri ABD’ye gitme şansım olmadı. Henüz bir plan yok ne yazık ki, ama tabii ki çok isterim.

Become a patron at Patreon!