“Hak kavramı daha kalabalık olanların daha az olanlara, daha güçlü olanların daha zayıf olanlara zorla dayatacakları bir şey değil”
İnsan hakları, insancıl hukuk, uluslararası ceza hukuku, anayasa ve idare hukuku konusunda çalışmaları olan Dr. Kerem Altıparmak ile Türkiye’de hukukun durumu üzerine söyleştik. Sorularım ve Dr. Altıparmak’ın yanıtları şöyle:
Türkiye’de hukuka aykırı yargı icraatlerine tanık oldukça ne düşünüyorsunuz?
Herkes gibi ben de kızıyorum, içerliyorum. Ama tabii bunun dışında düşündüklerim de var. Öncelikle çok emek verdiğim ve anlam yüklediğim adalet konusundaki bu hoyratlığı, cahilliği, kural tanımazlığı nasıl çözebileceğimizi düşünüyorum.
Evet, bir zamanda ve belki de çok uzak olmayan bir zamanda sona erebilir bu hoyratlık ama sonrasını da düşünmek zorundayız. Bir kere toplumun bir kesimi hakkı olmayan bir konuda hak sahibi olduğuna inanmış durumda. Kendisi gibi yaşamayan, düşünmeyen insanları kendisi gibi yaşamaya zorlama ya da en azından kendisi gibi olmayanların, kendi duygu ve düşüncelerini saklamaya zorlama gibi bir haklarının olduğunu düşünüyorlar. Gülşen hakkındaki vaka bunun ne tek ne de son örneği. Ama dikkat edin, bilen bilmeyen akıl veriyor. Efendim “tüm imam hatipliler gidip şikayet etsin, davaya taraf olsun, tazminat davası açsın” diyen azımsanmayan bir kesim var. Aralarında hukukçular bile var. Kimse imam hatiplileri veya muhafazakarları, veya inançlıları sevmek zorunda değil. Birinin başka bir grubu sevmemesi, onu komik bulması diğerine bir hak kazandırmaz. Siz de o kişiyi dinlemezsiniz, arkadaş olmazsınız, beraber takılmazsınız eni topu budur. Bu kişi sizin hak ve özgürlüklerinizi kullanmanızı etkilemediği sürece onun üzerinde bir hakkınız söz konusu olamaz. Gülşen aylar önce konserde bir şey deyince imam hatipliler işsiz mi kaldı? Din özgürlüğünü mü kullanamadı? Mameleklerinde bir azalma mı oldu? Onu da geçtim, manen çok mu üzüldüler? “Hak” dediğimiz şey nedir? Neyin tazminatını isteyecekler şimdi? Sıfırdan başlayıp hak ve özgürlük kavramlarını tarif etmek durumundayız. Hak kavramının daha kalabalık olanların daha az olanlara, daha güçlü olanların daha zayıf olanlara zorla dayatacakları bir şey olmadığını tanımlamak ve tarif etmek zorundayız.
İkinci olarak, mevcut yargı sistemi ile bunu nasıl başaracağız onu düşünüyorum. Sorun X yargıcın yanlış karar vermesi meselesi değil. Çok çarpık, adalet üretmesi mümkün olmayan bir yapı ile karşı karşıyayız. Bu ertelenebilir bir sorun değil. Türkiye’nin en asli meselesidir. Bununla birlikte, muhalefetten de buna ilişkin doyurucu somut bir teklif görmüyorum. Bu kadar adaletsizliğe olmamış gibi davranarak yola devam edilemez. İki soruya cevap verilmesi lazım. Mevcut adaletsizlikleri hangi mekanizma ile ne şekilde onaracaksınız? İkincisi ise yeni kazalara yol açmadan yola nasıl devam edeceksiniz? Ben her yargı icraatinde tekrar tekrar bunu düşünüyorum.
İfade özgürlüğünün boğulduğu bir ülkede sade vatandaş nasıl hareket edebilir?
Aslında ilginç bir durum var. Ben bir konuda yanıldığımı kabul etmeliyim. Yıllar önce Cumhurbaşkanlığına hakaret suçunda zaman içerisinde bir azalma olacağını, çünkü otosansür nedeniyle insanların daha az konuşacağını düşünmüştüm. İnanılmaz kapsamlı bir sansür sistemi var Türkiye’de. Her gün onlarca haber engelleniyor. On binlerce insan her sene ifade özgürlüğü ile ilgili suçlardan dolayı soruşturuluyor ve yargılanıyor. Buna rağmen insanlar bir şekilde görüşlerini dillendiriyor. Evet artık sokaklarda toplanmak, hükümeti protesto etmek, alternatif siyaset üretmek neredeyse imkansız. Ama Fahrettin Altun’un yakınlarda ifade ettiği gibi kültürel iktidarı ele geçirememiş gözüküyor iktidar. Bu kadar baskı, sansür ve tahakküme rağmen işte Gülşen tutuklandığında büyük bir reaksiyonla karşılanıyor.
Böyle bir durumda ben vatandaş şöyle, böyle hareket etsin diye akıl vermeyi ayıp sayıyorum. Herkes özgürlüğü nerede buluyorsa, kendini özgürce ifade etsin bence.
Yıllar önce size, “Böyle bir ülkede hukuk öğretmek ne hissettiriyor?” diye sormuştum.
“Çok sinir bozucu olduğu kesin, bir yandan da yaratıcı olmaya zorluyor bizi. Hukuk nihayetinde hakikati ve adaleti bulmak için bir araç. Yaptığımız işe sadece öğretme olarak bakmıyorum onun için. Yaratmak zorundayız bir yandan. Hukuk orada bir yerde mevcut bir formül sunmuyor ki. Karşımıza çıkan bir olayda adaletin ilkelerini yeniden yorumlamak, hukuku yeniden yaratmak zorundayız. Bizde dikkat ederseniz iktidar şöyle bir şey öneriyor, diyor ki “yasayı biz koyuyoruz, o zaman onun ne anlama geldiğini de yalnız biz söyleyebiliriz.” Oysa her kural yoruma muhtaçtır. Bunu nasıl yapacağınız da adaletin ilkelerini nasıl yorumladığınıza bağlı. Bu nedenle yaptığımız iş bir yaratı. Aslında dikkat ederseniz o yüzden ne kadar yasayla kapamaya çalışırlarsa çalışsınlar mutlaka açık veriyorlar” demiştiniz.
Türkiye’nin yargı sistemi yıllar içerisinde daha da sorunlu hale geldi, insan hakları çalışan biri için bu durum ne ifade ediyor?
Yukarıda aktardığınız yorumun hala arkasındayım. Dikkat ederseniz sosyal medyada troller herkesin üzerine saldırıyor. Ama teknik hukuki analizlere cevap veremiyorlar. Çünkü yapılanlar iktidarın bizzat kendi yaptığı yasalara da aykırı. İnsan hakları çalışan biri için çok yorucu, yıpratıcı tüm olanlar. Ama ben yaptığımız iş bakımından bazı meslektaşlarımızdan farklı düşünüyorum. Diyorlar ki “Hukuk mu kaldı, neyi anlatıyoruz?” İyi de neyin doğru neyin yanlış olduğunu neye göre tarif edeceğiz? Her ihtimalde bir normatif değer sistemine ihtiyacımız var. Yukarıda belirttiğim gibi AKP de öyle tümüyle genel geçer hukuk kurallarından bağını koparabilmiş değil. Yazdığı yasalar, en azından bir kısmı, lafzi olarak bunlarla uyumlu. Mesela Gülşen’in tutuklandığı TCK 216. Maddesi. Bu hükme göre değil tutuklanması, hakkında işlem yapılması da mümkün değil. Biz bunu tabii ki söyleyeceğiz, savcısının, hakiminin, bakanının yüzüne vuracağız, sorgulayacağız. “Bunu niye yapalım ki?” demeyi anlamlı bulmuyorum. “Bu işe ara verelim, bir gün iktidar değişirse yapalım” demek gibi bir lüksümüz yok. İnsan hakları savunucusu en kötü zamanda ve yerde de doğruyu, karşılığı olmasa da söyleme yükümlülüğü altındadır.
İnsan Hakları Okulu’ndaki faaliyetlerinize de değinin isterim. Çalışmalarınızın yeterince duyulduğunu düşünüyor musunuz?
Öncelikle benim paydaşı olduğum İnsan Hakları Okulu ve İfade Özgürlüğü Derneği gibi oluşumlar aslında bir zorunluluğun sonucu olarak doğdular. Bizim çalıştığımız alanları üniversitelerde, geleneksel kurumlarda anlatmak tartışmak imkansız değilse de çok zor hale geldi. Şüphesiz, bunu layıkıyla yapmaya çalışan bir sürü meslektaşımız var ama artık sadece üniversitede yapılabilir şeyler değil bunlar. İHO ve İFÖD’ün ulaştığı çok insan var. Ama nihayetinde çok kısıtlı imkanlarla yapmaya çalışıyoruz her şeyi. Öyle olunca da çok daha büyük bir potansiyel de önümüzde bizi bekliyor. Yaptığımız işlerle insanları eğlendirmiyoruz. Ana akım hiçbir yerde görünür olmayınca da ancak kulaktan kulağa işliyor işler. Yapılanın çok önemli olduğunu düşünüyorum ama daha çok yayılması gerektiğinin de farkındayız.
“Hukukun üstünlüğü”nün toplumdaki her birey için neden önemli olduğunu bir kez daha duyalım isterim sizden…
Hukukun üstünlüğü şunun için çok önemli. Bugün özgürce yaptığınız şey, yarın birilerinin hoşuna gitmediğinde de yaptırıma uğramasın diye. Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde ahlaklı da olamazsınız. İnsan yaptıklarının sonuçlarına katlanmak durumunda. Bunun için yaptığının neye yol açacağını da öngörebilmeli. Bunun olmadığı yerde hiçbir normatif sistem işlemez. Ahlak da işlemez. O yüzden düzgün insan olmak için herkesin hukukun üstünlüğüne ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
İllüstrasyon: Noma Bar