Müslümanlar neden geri kaldı? Prof. Ahmet T. Kuru ile söyleşi
ABD San Diego Eyalet Üniversitesinde Siyaset Bilimi profesörü olan Ahmet T. Kuru uzun süredir bir kitap projesi üzerinde çalışıyor. Kitap, Islam, Authoritarianism, and Underdevelopment: A Global and Historical Comparison başlığı ile ağustosta Cambridge Üniversitesi Yayınları tarafından yayımlanacak. Uzun yıllar karşılaştırmalı laiklik, derin sosyo-kültürel ve dini sorunlar üzerine çalışan Kuru’dan kitapta ortaya koymaya çalıştığı konuları Medyascope için özetlemesini rica ettik, söyleşimiz şöyle:
Kitabınızda hangi sorulara cevap aradınız?
Dünyada 49 Müslüman-çoğunluklu ülke bulunmakta. Bu ülkelerin ortalama demokrasi ve sosyo-ekonomik kalkınma seviyeleri dünya ortalamasının altında. Kitabımda bu otoriterlik ve geri kalmışlık durumunun nedenlerini sorguladım.
Bu sorunları Bernard Lewis gibi uzmanlardan etkilenenler İslam dinine atıf yaparak açıklamaya çalışmaktalar. Halbuki İslam dininin gelişmeye engel olmadığına dair Müslümanların 8. ve 11. yüzyıllar arasındaki tarihlerinde fazlasıyla örnek bulunmakta. Diğer bir kesim ise Edward Said ve benzerlerinin geliştirdiği sömürgecilik karşıtı bir yaklaşım ile Müslümanların sorunlarının kaynağı olarak Batı sömürgeciliğine işaret etmekteler. Ben bu görüşü de yetersiz buluyorum. Müslüman dünyada fikri ve iktisadi durgunluk on dokuzuncu yüzyıl ortalarında egemen hale gelen Batı sömürgeciliğinden çok daha önce başladı. Bu durağanlıktan dolayı Müslüman dünya sömürgeciliğe karşı koyamadı. Kısacası kitabım Müslümanların sorunlarının kaynağı olarak İslam’ın ya da Batı sömürgeciliğinin gösterilmesinin yanlış olduğunu savunuyor.
Sizce Müslümanlar nerede yanlış yaptı ve ters giden şey ne?
Benim alternatif tezim din, devlet, akademi, ekonomi gibi alanların birbirinden ayrılması ve birbirlerinin otonomilerini kabul etmeleri gerektiğine dayanıyor. Müslüman ülkeler böyle bir ayrımı yeterince yapmıyorlar. Din ve devleti temsil ettikleri iddiasındaki ulema ve devlet adamları tüm alanları kontrol etmeye çalışıyorlar. Sonuç olarak da yaratıcı bir entelektüel sınıf ve üretken bir burjuva sınıfının doğmasına izin vermiyorlar.
Aslında Müslümanlar tarihlerinin ilk beş yüzyılında dünya çapında önemli katkılar yapan bir düşünür sınıfı ile bir tüccar sınıfına sahiptiler. Bu dönemde İslam alimleri devlet memuru olmayı genel olarak reddetmiş, dini ve fikri çoğulculuk önemli filozofların yetişmesini sağlamış ve tüccar sınıfı hem İslam alimlerine hem de filozoflara maddi destek sağlamıştı.
On birinci yüzyılda ise siyasi, iktisadi ve dini bir kırılma yaşandı. Gazneliler ve Selçuklular devlet kurumunun daha merkezi ve askeri bir hale gelmesini sağladılar. Türklerin askeri gücü, Abbasi halifelerinin Şii düşmanlığı ve İranlı bürokratların merkeziyetçi anlayışı bir araya geldi. İkta sistemi ile toprakların önemli bölümü askeri devletin kontrolüne geçti. Nizamiye adı verilen medreseler açılarak ulema sınıfının devletle ilişkisi kurumsallaştırıldı. Bu değişimin sonucunda ulema-devlet ittifakı olarak adlandırdığım yapı ortaya çıktı.
Selçuklulardan sonra Memluk, Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları’nda da ulema-devlet ittifakı hem düşünür sınıfını hem de tüccar sınıfını marjinalleştirdi. Sonuçta Müslüman dünya ilk beş yüzyılda ortaya koyduğu felsefi ve iktisadi başarılarının aksine, sonraki yüzyıllarda entelektüel ve ekonomik bir durağanlık yaşadı.
Müslümanlar nasıl olup da Batı karşısında bu kadar zayıf ve çaresiz bir duruma düşmüşler, düşüyorlar?
Sınıflar ve alanlar arası ilişkiler açısından Batı Avrupa’nın tarihi tecrübesi Müslümanların yaşadıklarının neredeyse tam tersi oldu. Sekizinci ve on birinci yüzyıllar arasında Batı Avrupa’da egemen sınıflar askeri aristokrasi ve Katolik Kilisesine bağlı ruhban sınıfı idi. Bu sınıflar felsefi ve iktisadi gelişime engel oldular.
On birinci yüzyılda Batı Avrupa’da üç önemli değişim yaşandı: a) Katolik Kilisesi ve Alman kralları arasındaki savaşlar iki tarafın da birbirini mağlup edememesi ile sonuçlandı; böylelikle kilise-devlet ayrımı belirli bir oranda kurumsallaştı. b) Medreselerin aksine uzun vadede Yunan felsefesi ve doğal bilimlerin öğretimine açık hale gelecek olan üniversiteler kurulmaya başlandı. c) Ekonomik gelişmeyle beraber şehirlerde güçlü bir tüccar sınıfı doğmaya başladı.
Bu üç değişim uzun vadede Batı Avrupa’da entelektüel ve burjuva sınıflarının güçlenmesinin temellerini oluşturdu. Bu iki sınıf da Rönesans, matbaa devrimi, Protestan Reformu, coğrafi keşifler, bilimsel devrim, aydınlanma ve sanayi devrimi gibi süreçlerin ana motoru oldu. Bu süreçlerin tamamen dışında kalan Müslüman dünya ise Batı Avrupa ile rekabetinde önce entelektüel sonra ekonomik ve son olarak da askeri etkisini tamamen kaybetti.
Konuyu Türkiye genelinde nasıl ele alırsınız? Şu anki yönetim dışlayıcı laikliğin bir sonucu olarak da görülebiliyor. Neler dersiniz?
Türkiye’nin geri kalmışlık sorunu konusunda ne dışlayıcı laikler ne de İslamcılar yeterli bir çözüm ortaya koyabildiler. Zira her iki grup da devletçi. Devletten bağımsız fikir üreten yaratıcı bir entelektüel sınıfın ve devletten bağımsız ekonomik üretim yapan burjuvazinin önemini kabul etmiyorlar. Türkiye’de din, devlet, akademi, ekonomi gibi neredeyse tüm alanlar devletin kontrolünde ve bu da tüm alanlarda kalitesizlik doğuruyor. Liyakat esaslı meritokratik bir sistem kurulamıyor.
Dışlayıcı laiklik Türkiye’de uzun süre egemen oldu. 1990’larda Anayasa Mahkemesi başörtüsü yasağı gibi kararlarında bu anlayışı savunurdu. Ben “Pasif ve Dışlayıcı Laiklik: ABD, Fransa ve Türkiye” başlıklı kitabımda dışlayıcı laiklik ile İslamcılık arasında bir orta yol önermeye çalışmıştım. Ama ne yazık ki Türkiye bir aşırı uçtan diğerine, dışlayıcı laiklikten İslamcılığa, savruldu. Sorunlar çok daha içinden çıkılması zor bir hal aldı.
Bu savrulma bana otoriterlik ve geri kalmışlık sorunlarının sadece hukuki reformlar ile çözülemeyeceğini öğretti. Sorunların temeli çok daha derin. Bu yüzden din, devlet, akademi, ekonomi gibi alanların ilişkilerine dair Türkiye ve diğer Müslüman-çoğunluklu ülkelerdeki yerleşik fikirlerin ve kurumların tarihi köklerini incelemeye karar verdim. Yeni kitabım bu kökleri analiz etmeye çalışıyor.
Prof. Ahmet T. Kuru kimdir?
San Diego Eyalet Üniversitesinde Siyaset Bilimi profesörüdür. Washington Üniversitesinde doktora, Columbia Üniversitesinde post-doktora çalışması yapmıştır.
Cambridge Üniversitesi Yayınlarından çıkan ve Türkçeye Pasif ve Dışlayıcı Laiklik: A.B.D., Fransa ve Türkiye adıyla çevrilen kitabı Society for Scientific Study of Religion tarafından yılın kitabı seçilmiştir. Alfred Stepan ile birlikte Türkiye’de Demokrasi, İslam ve Laiklik adlı kitabın editörlüğünü yapmıştır. Eserleri Arapça, Çince ve Fransızcaya da çevrilmiştir.