“Evrimin ışığı olmaksızın biyolojide hiçbir şeyin anlamı yoktur”

Çağrı Mert Bakırcı


Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kamuoyuna sunulmak üzere yayınlanan yeni müfredat tavsiyesi içerisinde, eskiden bulunan ve lise son sınıf düzeyinde okutulan “Hayatın Başlangıcı ve Evrim” konusunun kaldırılması sonrası Texas Tech Üniversitesi’nde evrimsel robotik üzerine doktora yapan Evrim Ağacı’nın kurucusu ve idari sorumlusu Çağrı Mert Bakırcı, T24’e açıklamada bulundu. Bu kararın henüz kesin olmadığının, sadece “tavsiye” olarak sunulduğunun altını çizen Bakırcı, “bir ay boyunca veli, öğrenci ve uzmanların tavsiyeleri alınacak. Buna bağlı olarak son şekillendirme yapılacak ve 20 Şubat 2017 tarihinde yeni kitapların yazımı için çalışmalara başlanacak.” dedi.

Evrimin, resmi olarak uzun bir süredir müfredatta bulunmasına rağmen ancak özellikle lise son sınıfın son konusu olarak işlendiğini söyleyen, bu zaman diliminin, birçok öğrencinin “rapor almak” suretiyle üniversite giriş sınavına hazırlandığı bir dilim olduğunun altını çizen Bakırcı, “Okullarda bu konuya ya sıra gelmiyordu, gelse de üzerinde pek durulmadan geçiliyordu. Evrim, müfredatta bugüne kadar normal bir şekilde bulunan bir konu. Ancak aileler, çocuklarının bilimsel gerçeklerle değil, şahsi inançlarla büyümesini istiyorlar. Bu nedenle evrim temelli anlatım yapan hocaların başı ara ara belaya girebiliyor. Halbuki bugüne kadar hakkında dava açılan öğretmenlerin bilimsel herhangi bir hatası bulunmuyor. Bilimsel olarak gerçekleri yansıtan öğretmenler, sürülme veya işlerinden olma tehlikesi atlatıyorlar. Bu, kabul edilemez.” diye ifade etti.

Bakırcı, Evrim konusunun müfredattan neden çıkarıldığını şöyle yorumladı:

“Yüzeysel olarak halka açıklanan sebep, Türkiye’nin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından her üç yılda bir yapılan eğitim araştırması PISA’da bir kez daha son sıralarda yer alması ve buna bağlı olarak müfredatta azaltmaya, ders miktarlarında artışa gidilmesi yönündeki çabalar.
Ancak onca konu arasından evrimin ve hayatın başlangıcına yönelik teorilerin hedef alınması, hükümetin sürdürdüğü ve yaydığı ideoloji çerçevesinde incelendiğinde daha farklı bir boyut kazanıyor. AKP yönetimi, hüküm sürdüğü 15 seneye yakın süre boyunca evrime çeşitli seviyelerde saldırılarda bulundu, evrimin eğitim sisteminden çıkarılması için uğraştı, TÜBİTAK gibi bilim örgütleri seviyesinde evrimin öğretilmesinin ve öğrenilmesinin önüne geçilmesine yarayacak adımlar attı. Dolayısıyla bu yeni tavsiye de, PISA sıralamasındaki vaziyete müdahale kisvesi altında oldu bittiye getirerek evrimin müfredattan çıkarılması denemesi gibi gözüküyor.
Bunun özellikle iki sebepten olduğunu düşünüyorum, ilki, geleneksel olarak evrimin İslam diniyle (ve hatta genel olarak bütün büyük dinlerle) çeliştiği düşüncesi. Dinler, tüm canlıların özel olarak ve ayrı ayrı yaratıldıklarını ve insanın da bu canlılar arasında özel bir yeri olduğu fikrine dayalıdır. Modern bilim ise tüm canlıların ortak ataları paylaştığını, kademeli değişimlerle bugünkü hallerine geldiklerini, halen değişmekte olduklarını ve insanın bu canlılar arasında hiçbir özel tarafı olmadığını ortaya koymaktadır. Bu sürtüşme, evrimin günah keçisi olarak görülmesine ve “ateizm” ile ilişkilendirilmesine neden olmaktadır. Halbuki günümüzde giderek artan sayıda İslam bilgini evrimin dinleriyle tamamen uyumlu olduğu düşüncesindedir.
Evrime karşı verilen ikinci mücadele ise “maymun meselesi” diye özetlenebilecek bir konudur. Evrim Teorisi ve genetik bilimi sayesinde ortaya koyduğumuz üzere, insanın günümüzde yaşayan en yakın akrabaları şempanzeler, sonrasında sırasıyla goriller ve orangutanlardır. Daha da geriye gittikçe diğer tüm canlılarla çeşitli seviyelerde akrabalık ilişkimiz olduğu bilinmektedir: bir aslandan, bir sineğe kadar; bir çam ağacından, bir bakteriye kadar. Ancak bunlar arasındaki en yakın akrabalarımız “maymunlar” olarak tanımlanan genel gruptur. Bu durum, insanın “aşağılık bir canlı” olduğu fikrini yaratmıştır; çünkü maymunlar genellikle “şapşal, aptal, komik hayvanlar” olarak yaftalanırlar. Halbuki Memeliler Sınıfı içerisindeki insan haricindeki en zeki hayvanlardır. Evrim Teorisi’nin ortaya koyduğu gerçekler çerçevesinde her ne kadar insan, kendisinden önceki maymun türlerinden evrimleştiyse de (ve hatta günümüzde halen Kuyruksuz Maymunlar grubunun bir üyesiyse de), duygusal ve demagojik yaklaşımlarla bu akrabalık ilişkisini değerlendirmenin bilimsel bir değeri bulunmamaktadır. Herkes isterdi ki en yakın akrabamız aslan kaplan olsun; ancak durum bu değil. Eğer içinizi rahatlatacaksa, onlarla da kısmen uzaktan da olsa akrabayız. Ancak daha önemlisi, biz insanlar şempanzelerden evrimleşmiş canlılar değiliz; onlarla ortak bir maymun atayı paylaşıyoruz. Bu ata ise bizlerin “insanlık tarihi” diye bildiği ve derslerde okutulan son birkaç on bin yılın çok ötesine, kabaca 6 milyon yıl önceye gidiyor. Ve bu ilişkilerin hepsi genetik kıyaslamalar ve analizlerle de tartışmaya yer bırakmaksızın ispatlanmış gerçekler.”

“Bu ideolojik bir müdahale”

“Evrim konusuyla birlikte hayatın başlangıcıyla ilgili teoriler ve Büyük Patlama Teorisi de müfredattan çıkarıldı. Dahası, Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı, idealleri ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili öngörülerinde de önemli daraltmalara gidildi. Ayrıca Türkiye’nin çok yakın tarihi, özellikle de 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi konular daha 6. sınıf düzeyinden müfredata eklendi. Bunun ötesinde AB Üyelik Süreci ve Kıbrıs Müzakerelerine de tarih konularında yer verilecek. Tüm bunlar, AKP’nin ortaya koyduğu ideolojik mücadelenin bir yansıması olarak karşımıza çıkan müdahaleler. Bakan Yılmaz’ın evrimin neden çıkarıldığı ile ilgili eleştirilere verdiği cevap da, bu endişeleri doğruluyor:
“Taslağı inceleyin, herkes görüşünü söylesin. Ondan sonra ortaya bir metin çıkacaktır. İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. İlim ne söylüyorsa biz onu takip edeceğiz. Diğeri de ilim midir, varsayım mıdır, kuramsal mıdır ayrı bir tartışma gerektiriyor.”

Bakırcı’nın “Evrimin kaldırılması neden sorun olsun ki? Sadece bir teori değil mi sonuçta? Kanun olsa okutulurdu.” gibi yorumlara verdiği yanıt ise şöyle:

“Bilim dilinde “teori”, bir bilimsel bilgi bütünün ulaşabileceği en yüksek mertebedir. MEB tarafından eskiden on yıllar boyunca öğretilen, sonradan büyük oranda düzeltilen bir hatadan ötürü birçok vatandaş halen “hipotezlerin ispatlanınca teori, daha da ispatlanınca kanun olacağına” yönelik hatalı bir algı içerisindedir. Gerçekte ise hipotez, teori ve kanun arasında böyle bir ilişki yoktur.
Etrafımızda süregelen, kendini tekrar eden, Evren’in dokusundan ve var oluşundan ötürü o şekilde olan süreç, olay ve olgulara kanun (yasa, ilke) adını veririz. Örneğin, bir cismi serbest bıraktığınızda yere doğru düşüyor olması bir kanundur. Benzer şekilde, nesiller geçtikçe canlıların kademeli ve birikimli olarak değişiyor olmaları, yani evrim, bir kanundur. Bunlar, Evren’in yapısı değişmediği müddetçe var olmak zorunda olan sonuçlardır. İşte bunları tespit ettiğimizde, bir kanunu tespit etmiş oluruz.
Ancak cisimlerin yere düşüyor olduğunu ya da canlıların değişiyor olduğunu fark etmenin bilimsel olarak pek de bir anlamı yoktur; çünkü bize çok az bilgi verirler. Sadece “Ne?” sorusunun cevabı olabilirler. Bilim ise sadece bu soruyla ilgili değildir; aslen “Neden?” ve “Nasıl?” sorularının peşinde koşar. İşte kanunlardan yola çıkarak “Neden?” ve “Nasıl?” sorularını sormaya başladığımızda, bazı mantıklı, akılcı, test edilebilir, tekrar edilebilir ve yanlışlanabilir cevaplar üretmeye başlarız. Bunlar, bizlerin gözlemlerimizin neden ve nasıl o şekilde gerçekleştiğine yönelik verdiğimiz cevaplardır. Bunlara hipotez adını veririz. Örneğin cisimlerin yere düşmesinin nedeninin iki cisim arasındaki doğrusal bir etkileşim olabileceği düşüncesi bir hipotezdir. Benzer şekilde, çevresel değişimlere bağlı olarak bazı özelliklere sahip olanların diğerlerine göre daha avantajlı olabilecekleri, bu sayede daha çok üreyebilecekleri, bu sayede nesiller geçtikçe o “avantajlı özelliklerin” gelecek nesillerde daha sık görüleceği, buna bağlı olarak popülasyon içerisindeki özelliklerin değişeceği de bir hipotezdir.
Bu hipotezler test edilip, tekrar edilip, yanlışlanamadıkça (yani bizler bir hipotezi her yanlışlamaya çalıştığımızda, bunda başarısız olup, hipotezi doğrulamakla kaldıkça) hipotez güç kazanır. Bu sonuçlarla ilgili akademik makaleler yayınlandıkça, başka bilim insanları da bu hipotezleri test eder ve kendi sonuçlarına varır. Bunlar da hipotezin doğruluğunu destekliyorsa, hipotez bilim tarihinde yer etmeye başlar.
Ancak bir kanuna yönelik sorduğumuz neden ve nasıl sorularının tek bir cevabı yoktur. Keza, aynı kanuna onlarca ve hatta yüzlerce farklı açıdan yaklaşmak ve farklı özelliklerini sorgulamak mümkündür. İşte buna bağlı olarak birçok farklı hipotez oluşturmuş oluruz. Bunların her biri ayrı ayrı test edilir, bağımsız ve başka bilim insanlarınca tekrar edilir, araştırma sonuçları bilim camiasına hakemli ve güvenilir dergiler aracılığıyla ilan edilir ve böylece o hipotezlerden bazıları yanlış bulunarak elenir, elenemeyenler ise gittikçe güç ve anlam kazanır. İşte tüm bu güçlü hipotezlerden yola çıkarak, kanunu bir bütün olarak açıklamaya çalışan, güvenilir, tekrar edilmiş, test edilmiş, kapsamlı ve güçlü açıklamalara teori adı verilir.
Bir teori hiçbir zaman kanun olamaz; çünkü teoriler zaten kanunları kapsayan, onları açıklayan bilgi bütünleridir. Teoriler güvenilmez, uçuk, gerçek-dışı değildir; tam tersine, zaten güvenilir, ayakları yere basan, sağlam, gerçek hipotezlerin bir araya getirilmesi sonucunda, zamanın ve bilimin zorlu sınavına direnebilmiş bilgi bütünleridir.
Dolayısıyla Evrim Teorisi de, canlıların zaman içerisinde değiştiği gerçeğini bilimsel olarak açıklayan, içerisinde binlerce, belki milyonlarca hipotezi barındıran, insanlık tarihinin gördüğü gelmiş geçmiş en güçlü bilgi bütünlerinden birisidir. Evrim Teorisi sayesinde insanın diğer canlılar arasındaki yerini anlayabilmekte, vücudumuzun parçalarının bugünkü hallerine nasıl geldiğini öğrenebilmekte, etrafımızdaki zararlı canlıların bizlerin müdahaleleriyle nasıl başa çıkabildiğini kavrayabilmekte, insanlığın en uzak geçmişini bile aydınlatabilmekte, canlılar arasındaki eksiksiz bağlantıyı kurabilmekte ve yaşamın en ufak ve en basit başlangıçtan, en harika ve en baş döndürücü ürünlere doğru nasıl kademeli, yumuşak ve yavaş bir şekilde değişebileceğini fark edebilmekteyiz. Bu sayede, gelecekte diğer gezegenlere yayılırken ne tip önlemler almamız gerektiğini tespit edebilmekte, yok olmamak için mücadele veren türlere yardım edebilmekte, türlerin nesiller içerisindeki değişiminin dinamiklerini ortaya koyabilmekte ve bunlara doğru, akılcı, bilimsel bir şekilde müdahale edebilmekteyiz. Bu sayede, evcilleştirdiğimiz ve ehlileştirdiğimiz sayısız türe yenilerini ekleyebilmekte; ayrıca bu süreçte genlerin nasıl değişip, değişimlere nasıl tepki gösterdiğini anlayabilmemizi sağlayan çalışmalara imza atabilmekteyiz.
Evrimin ışığı olmaksızın biyolojide hiçbir şeyin anlamı yoktur.” şiarı, bugün modern bilimi şekillendiren kavrayışlardan birisidir. Evrimi anlamaksızın, biyolojide neden ve nasıl sorularını nihai bir şekilde açıklayabilmenin hiçbir yolu bulunmamaktadır. Bu nedenle, aydın, ilerici, geniş perspektifli bireyler yetiştirmek istiyorsak, evrimi tam olarak anlayan çocuklar yetiştirdiğimizden emin olmamız gerekmektedir.”

Bilim insanları evrime nasıl bakıyor?

Günümüzde halen evrimin bilim insanları tarafından “şüpheyle yaklaşılan” ve “kabul edilmemiş”, sadece bir “teori” olan, dolayısıyla “ispatlanamamış” bir “düşünce” olduğuna dair söylentiler halk arasında dolaşıyor, dolaştırılıyor olsa da, biyoloji ve ilgili dallarda çalışmalar yapan tüm bilim insanlarının yüzde 99’undan fazlası evrimi kabul etmektedir. Biyoloji ve ilişkili tüm dallarda kabul yüzde 95’in üzerinde, mühendislik gibi uygulamalı bilim dalları da dahil tüm bilim camiasında evrimin kabulü yüzde 85-90’ın üzerindedir. Bu bakımdan Evrim Teorisi, bilim camiası içerisinde en fazla görüş birliği bulunan teorilerden birisidir.
Bu durumda bilim insanları evrimin öğretilmesi gerektiğini de düşünüyor olmalı, öyle değil mi?
Evet. 21 Haziran 2006 yılında yayınlanan Akademilerarası Panel’in (IAP) Evrim Bildirgesi’ne, içlerinde Türkiye Bilimler Akademisi’nin de bulunduğu 68 bilimsel akademi imza atmıştır. Bildirge, şu şekildedir:
Bugün evrenin, yeryüzünün ve canlıların ortaya çıkışı ve gelişimi hakkındaki bilimsel deliller, dünyanın birçok ülkesinde gizlenmekte, çarpıtılmakta veya bilimin sınayamayacağı teorilerle karıştırılmaktadır.
Bizler, aşağıda isimleri bulunan Bilim Akademileri olarak, dünyanın çeşitli yerlerinde bazı kamu eğitim kurumlarında verilen fen derslerinde, dünyada yaşamın kökenleri ve evrimi konusunda bilimsel kanıt, veri ve test edilebilir kuramların örtbas edildiğini, inkar edildiğini ya da bilimsel olarak sınanması mümkün olmayan kuramlarla karıştırıldığını öğrenmiş bulunuyoruz.
Yetkilileri, öğretmenleri ve velileri tüm çocukları bilimsel yöntemler ve buluşlar konusunda eğitmeye ve doğa bilimlerini daha iyi anlamalarına yardımcı olmaya çağırıyoruz. Yaşadıkları dünyanın doğasına ilişkin bilgiler, insanları beşeri gereksinimlerini karşılama ve gezegeni koruma konularında daha yetkin kılacaktır.
Dünya’nın kökenleri ve evrimiyle bu gezegendeki yaşam hakkında aşağıdaki kanıtlara dayalı olguların, çok sayıda gözlemle çeşitli bilimsel disiplinlerin birbirinden bağımsız deneylerinden kaynaklanan bulgularla doğrulandığı konusunda görüş birliğine sahibiz. Evrimsel değişimin ince ayrıntıları konusunda bugün hala yanıtlanmamış sorular olsa bile, bilimsel kanıtlar aşağıdaki sonuçlarla tam bir uyum içindedir:
1) Şu andaki şekline son 11-15 milyar yılda evrim geçirerek gelmiş olan evren içinde bizim dünyamız, yaklaşık 4,5 milyar yıl önce oluşmuştur.
2) Oluşumundan itibaren dünya -jeolojisi ve çevresiyle birlikte- sayısız fiziksel ve kimyasal gücün etkisiyle değişmiştir ve değişmeye devam etmektedir.
3) Dünyada yaşam en az 2,5 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır. Bundan kısa bir süre sonra, fotosentez yapan canlıların evrimleşmesi, en az 2 milyar yıl öncesinden başlayarak atmosferin yavaş yavaş önemli miktarlarda oksijen içeren bir biçime dönüşmesine yol açmıştır. Soluduğumuz oksijeni açığa çıkarmasının ötesinde, fotosentez süreci, gezegenimizde insan yaşamının bağımlı olduğu sabit enerji ve besinin son kertedeki kaynağını oluşturur.
4) Dünyada ilk ortaya çıktığından beri yaşam birçok biçim almıştır. Bunların tümü paleontoloji ile modern biyoloji ve biyokimya bilimlerinin tanımladığı ve birbirlerinden bağımsız olarak ve artan bir kesinlikte doğruladığı gibi, evrilme süreçlerini sürdürmektedir. İnsanlar dahil olmak üzere bugün yaşayan tüm canlıların kalıtsal şifrelerinin ortaklığı, açıkça onların ortak kökenlerine işaret etmektedir.
Bizler, aynı zamanda, Evrim eğitimi ve daha genel olarak herhangi bir bilimsel bilgi alanının eğitimi bağlamında bilimin niteliğine ilişkin olarak aşağıdaki bildirgenin altına da imzamızı atmaktayız:
Bilimsel bilgi evrenin doğasına ilişkin çok başarılı olmuş ve çok önemli sonuçlar doğurmuş bir sorgulama biçiminin ürünüdür. Bilim i) doğal dünyayı gözlemleyerek ve ii) sınanabilir ve çürütülebilir hipotezler oluşturarak gözlemlenebilir olgular için daha derin açıklamalar türetir. Gözlemler yeterince ikna edici hale geldiklerinde, bu olguları açıklayan bilimsel kuramlar geliştirir ve daha gözlenmemiş olguların olası yapısı ve sürecine ilişkin öngörüler getirir.
İnsanın değer ve amaç anlayışı doğa bilimlerinin kapsamı dışındadır. Yine de, doğayı kavrayışımıza bilimsel, sosyal, felsefi, dinsel, kültürel ve siyasal öğeler de katkıda bulunur. Bu farklı alanların her biri, kendi etkinlik alanının sınırları ve kısıtlılıklarının ayrımında olarak, diğerlerine karşı özenli davranmak zorundadır.
Mevcut sınırlarını kabul etmekle birlikte bilim açık uçludur ve kuramsal ya da deneysel yeni bilgiler ışığında, sürekli olarak kendini geliştirir ve yeni alanlara açılır.”

Diğer ülkelerde durum ne?

Evrim karşıtı yaratılışçı düşüncelerin çok yaygın olduğu Avustralya’da, bilim insanlarının katı ve net tepkisi nedeniyle öğretmenlerin evrim eğitimi verme hakkı hiçbir zaman ellerinden alınamamıştır ve normal şekilde modern bilimin eğitimi sürdürülmektedir.
Brezilya’da modern bilimle uyumlu olmayan yaratılışçılık veya akıllı tasarım gibi görüşlerin bilim derslerinde okutulması Eğitim Bakanlığı’nca yasaklanmıştır. Bu tip bilim-dışı görüşlerin sadece din derslerinde öğretilmesine izin verilmektedir.
Avrupa Konseyi tarafından 4 Ekim 2007 tarihinde kabul edilen 1580 numaralı yasa tasarısı çerçevesinde evrim karşıtı mücadelenin önemli bir bölümünün aşırı dinci, aşırı muhafazakar veya ekstremistler tarafından sürdürüldüğü vurgulanmış ve bu nedenle Evrim Teorisi ile birlikte bilim-dışı görüşlerin derslerde okutulmasının fanatizme yol açacağı belirtilmiştir.
Danimarka’da evrim normal bir şekilde okutulmakla kalmamakta, 2002 yılında yapılan bir ankete göre Danimarkalılar’ın yüzde 90’ından fazlası evrimi bir doğa gerçeği olarak kabul etmektedir.
Türkiye’nin son dönemde sıklıkla kıyaslandığı ülkelerden biri olan İran içerisinde genel olarak evrime karşıt bir görüş bulunmamaktadır. 5. sınıftan itibaren evrim derslerde okutulmaktadır. Dahası, anlatım dili içerisinde deneysel sonuçlara çok büyük önem verilmekte, fosil bulgulardan genetik araştırmalara kadar geniş bir perspektifte bilgiler öğrencilere öğretilmektedir. Jeologlar ve biyologlar gibi bilim insanlarının bilimsel bilgi birikiminin otoritesi olduğu gerçeği vurgulanmakta, bu tip konularda din ve bilimin birbirinden ayrı alanlar olarak görülmesi gerektiğinin altı çizilmektedir.
Norveç’te evrimin öğretilmesine yönelik son tartışmalara 1986 yılında yapılmıştır. Bu yıl içerisinde Evrim Teorisi’ne şüpheyle yaklaşılması gerektiğine dair bir tasarı sunulmuş ve hiçbir dayanağı olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. O gün bugündür bu tip tartışmalara gerek görülmemiştir.
Pakistan eğitim sisteminde de evrime yer verilmediğine dair bolca söylenti bulunmaktadır; ancak Pakistan Yüksek Öğretim Komisyonu’nun bildirdiğine göre mikrobiyoloji, bioenformatik, zooloji ve botanik gibi birçok bilimsel alanda evrimin tam olarak anlaşılması bir zorunluluk olarak görülmektedir. Pakistan Bilimler Akademisi, Akademilerarası Panel’in bildirgesini imzalayan akademilerden birisidir.
Rusya’nın Eğitim Bakanlığı evrimi açık bir şekilde desteklemektedir.
Suudi Arabistan, evrimin en az okutulduğu ülkelerden birisidir. 12. sınıf ders kitabında Darwin’in “Allah’ı reddettiği” belirtilmekte, bunun ötesinde evrimle ilgili hiçbir bilgiye yer verilmemektedir. Taksonomik sınıflandırmadan söz ederken de bilimsel makaleler ve gerçekler yerine Kuran’dan ayetler kaynak gösterilmektedir.
Birleşik Krallık içerisinde devlet tarafından desteklenen tüm okullarda evrimin öğretilmesi zorunludur.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bilimsel gerçekler ve bilim-dışı öğretilerin savunucuları arasındaki mücadele yıllardır devam etmektedir. Genel olarak evrim öğretimi normal bir şekilde yapılmaktadır.

Peki ya hayatın başlangıcı? O da evrim gibi net bir konu mu?

Açık konuşmak gerekirse, hayır. Dünya’da yaşamın nasıl başladığına dair günümüzde iki güçlü bilimsel teori bulunuyor: Abiyogenez Teorisi ve Panspermia Teorisi. Ancak bunların ikisi de, Evrim Teorisi’ne kıyasla çok daha zayıf teoriler ve halen çok farklı açılardan geliştirilmeleri gerekiyor. Buna rağmen, göz ardı edemeyeceğimiz kadar güçlü teoriler ve yaşamın başlangıcını şimdilik birçok açıdan başarıyla açıklamayı başarıyorlar; özellikle de Abiyogenez Teorisi… Daha da önemlisi, bunlar tamamen bilimsel metodoloji kullanılarak geliştirilmiş teoriler; şahsi kanılara göre ileri sürülen iddialar değiller. O nedenle de güçlü teoriler olarak görülmeliler ve öğretilmeliler.
Abiyogenez Teorisi, Evrim Teorisi ile sıkı sıkıya ilişkili bir teori… Biyolojik evrimi, kimyasal evrimle birleştiren, çok önemli bir açıklama. Bu teoriye göre canlılık, cansız kimyasalların zaman içerisinde kimyasal evrim geçirmesi sonucu evrimleşmiş bir özelliktir. Bu, çok genel bir tanımı; Abiyogenez Teorisi içerisinde sayısız kimyasal tepkime, sayısız deney, sayısız ispatlanmış hipotez bulunmaktadır. Teorilerle ilgili bir sıkıntı da belki bu; çok genel bir şekilde tanımlandıklarında sanki uydurukmuş gibi bir algı yaratılıyor. Halbuki bir teorinin tanımı, sadece onun genel bir izahından ve özetinden ibaret. Teorilerin içine girmeye başladığınızda, çok daha karmaşık olduklarını göreceksiniz. Abiyogenez Teorisi de son derece karmaşık, son derece bilimsel, son derece önemli bir bilimsel teori… Canlılığın cansızlıktan nasıl başlamış olabileceğine dair çok sağlam bir perspektif sunan bir teori…
Panspermia Teorisi ise canlılığın ilk olarak nasıl başladığını izah etmek yerine, Dünya’da nasıl başlamış olabileceğine yönelik bir bakış sunuyor. Bu teoriye göre canlılık Evren’in bir başka köşesinde şu anda bilmediğimiz bir şekilde başlamış olabilir; ancak sonradan bu canlılık Dünya’ya taşınmıştır. Bu teori, canlılığın ilk olarak nasıl başladığını açıklayamaması bakımından kısmen zayıftır; ancak Abiyogenez Teorisi ile birleştirilerek ele alınabilir. Bir yerlerde yaşam, cansızlıktan Abiyogenez Teorisi’nin öngördüğü gibi başlamış olabilir; sonrasında ise Panspermia Teorisi’nin öngördüğü gibi Dünya’ya taşınmış olabilir; sonrasında ise Evrim Teorisi’nin izah ettiği gibi çeşitlenmiş ve dallanıp budaklanmış olabilir. Panspermia Teorisi’nin geçerliliği halen büyük bir soru işaretidir ve sözünü ettiğim 3 teori arasında en zayıf olanıdır. Sonrasında Abiyogenez Teorisi gelir. Evrim Teorisi ise, bu ikisiyle kıyaslanmayacak kadar güçlü bir teoridir ve bilim camiasında genel geçer olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle Evrim Teorisi’nden bahsedilmemesi kabul edilemezdir; ancak diğer iki teorinin güçlü ve zayıf taraflarından söz etmek anlaşılırdır.

Bu teoriler sorgulanmamalı mı, kusursuz gerçekler olarak mı öğretilmeli?

Önemli olan niyet… Eğer ki gerçekten iyi niyetli bir şekilde gençler düşünmeye itilecekse ne ala! Sonuçta, Evrim Teorisi bile sorgulanabilir; sonuçta bilim sorgulamak için var! Ancak daha Evrim Teorisi’nin E’sini bilmeden “sorgulama” kısmına geçilecekse, orada art niyet aramak şart… Çünkü bir teoriyi tam olarak, tüm detaylarıyla anlamadan sorgulayamazsınız; çünkü sizin soracağınız soruların büyük bir kısmı bundan 100 sene önce sorulmuş, araştırılmış ve açıklanmış sorular olacaktır. Bunları önce bileceksiniz ki, doğru soruları sorabilesiniz…

Akademi’ye girecek olursanız ve gerçekten bilim üretmeye başlayacak olursanız karşılaşacağınız ilk sıkıntı bu olacaktır: En özel ve kimsenin aklına gelmediğini düşündüğünüz sorular bile onlarca yıl önce sorulmuş, araştırılmış, cevaplandırılmıştır. Akademik literatür uçsuz bucaksız bir deryadır. Onlarca yıllık eğitim ve araştırma sürecinden sonra bile ona hakim olmanız her zaman mümkün olmayabilir. Şimdi, bu kadar zorlu bir işten söz ederken, bilim insanları arasında genel geçer olarak kabul görecek kadar güç kazanmış bir teoriyi ele alırken, gidip de “sorgulama” aşamasına ulaşmayı beklemek çok zordur.

Sonuçta Newton Fiziği’ni öğretirken gençlere Newton’u sorgulatıyor muyuz? Halbuki Newton’un Evren’in dinamiklerine yönelik çalışmaları önce Einstein’ın Görelilik Teorisi tarafından, sonrasında ise Kuantum Fiziği tarafından alt üst edilmiştir. Newton Fiziği şu anda Evren’deki hareket yasalarını açıklayan bir teori olarak görülemez bile! Ancak yine de işlevseldir ve belli sınırlar dahilinde kullanılabilir, anlaması kolaydır, çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle çocuklarımıza öğretmekteyiz; ancak gidip de temel eleştirileri bile öğretmeye kalkmayız. Örneğin Newton uzay ve zamanı tamamen bağımsız olarak Evren’i modellemiştir; ancak bu tamamen hatalıdır! Bunları çocuklarımıza öğretmiyor olmamızın nedeni, anlamakta zorluk çekebilecek olmalarıdır. Bunlar, Newton Fiziği’ni silip atmamız için yeterli değildir; onu halen öğrenebiliriz, kullanabiliriz, irdeleyebiliriz.
Evrim Teorisi de böyledir. Halen detaylarıyla ilgili birçok soru işareti ve cevaplanmayı bekleyen soru vardır. Ancak bu soruların hiçbiri “Evrim Teorisi gerçek mi?” sorusuyla ilgili değildir. Evrim, elbette ki gerçektir! Evrim Teorisi, elbette Dünya’daki yaşamı ve çeşitliliği açıklayan en güçlü teoridir. Ancak o sözünü ettiğim “halen araştırılan detaylar” kısmına gelmek için, önce yıllar yılı bu teoriyi çalışmak gerekmektedir. Çocuklarımıza lise düzeyinde Evrim Teorisi’nin temellerini tam olarak anlatmayı başarabilirsek; belki geleceğin büyük biyologlarını çıkarmamız mümkün olabilir. İşte ancak o noktadan sonra, bu beyinler Evrim Teorisi’nin detaylarını aydınlatabilir, teoriyi geliştirebilir, daha güçlü bir konuma getirebilir. Bunlar lise düzeyinde olacak şeyler değil.

Sonuç?

Eğer ki aydın, ilerici, hayatı kendi başına sorgulayabilen bireyler yetiştirmek ve modern ülkelerin gerisinde kalmamak istiyorsak, evrimin okullarda yaygın olarak öğretilmesi zorunludur. Modern bilim içerisindeki olguları anlayıp, bunlar arasında bağlantıları güçlü bir şekilde kurabilmenin yolu, evrimsel biyolojiyi anlamaktan geçmektedir. Günümüzde evrimsel biyoloji sadece bir biyoloji sahası değildir; kimya, fizik, ekonomi ve hatta mühendislik ve mimarlık gibi alanlarda bile kullanılan, gerçekliği konusunda şüphe bulunmayan, son derece güçlü ve kapsamlı bir araştırma sahasıdır.
Evrime karşı mücadele vermeyi sürdürdükçe, gidebileceğimiz tek yön “geri” olacaktır.
Bu nedenle, en azından İran ve Pakistan’dan daha iyisini başarmayı hedefleyerek, okullarımızda evrimin detaylı bir şekilde öğretilmesini ve müfredatta yer almasını desteklememiz gerekmektedir.

Become a patron at Patreon!