“Uluslararası bir müdahale Kaddafi’nin ekmeğine yağ sürecektir”

serkan_kilic

serkan_kilicİş hayatı boyunca Mısır, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Libya’da uzun süre çalışan, Arap ülkelerinin siyasi yapılarını, kültür ve yaşam tarzlarını iyi bilen Serkan Kılıç ile  Libya özelinde söyleştik.. 
2007’de Dubai/UAE’de SAMKO Uluslararası Mühendislik Firmasını kuran ve 2010’a kadar Genel Müdürlüğünü yapan Dubai’deki ekonomik kriz sonrası Katar’a geri dönüp, aynı grubun İş Geliştirme Müdürü ve Libya Projeleri Koordinatörlüğünü yapan Serkan Kılıç ile Libya’dan çalışanlarını çıkarma çabaları başta olmak üzere birçok konuda konuştuk…

Libya’daki durumun şu andakinden çok daha kötüye gidebileceğini ve yaşanan çatışmanın uzun süreli bir iç savaşa dönme ihtimali olduğunu söyledi ve ekledi: “Eğer bu olursa bir ucu Saddam-Irak-Halepçe üçlemesinden pek de geri kalmayan sahnelere uzanan bir yelpazede iç savaş görüntüleri izlemek işten bile değil.”

Birçok kişi 17 Şubat’ta Bingazi’de gösteriler patlak verince, Kaddafi’nin bunları şiddetle bastıracağını ve gösterilerin yayılmayacağını tahmin ediyordu. Siz o sırada neredeydiniz?

Ben o sırada Katar’daydım. Aynı şeyi biz de tahmin ediyorduk. Olayları uzaktan da olsa bir iki gün takip ettik. Ama yine de ne olur ne olmaz diye, Tripoli’deki proje müdürü arkadaşımız Gökhan Öztürk’e, beşerden on odalı, ikiz villa şeklinde en büyük kiralık evimizde kuru gıda stoklamasını söyledim. Gerekirse herkesi orada toplarız; diye düşünüyordum. Ayın ya 18’i ya da 19’uydu. Hemen aynı gün söylediğimi yerine getirdi.

Tüm dünya olayları sokak gösterileri olarak düşünürken, siz olan biteni nasıl algıladınız?

20’si akşamı Kaddafi’nin oğlu Seif ül İslam bir konuşma yaptı. Bu konuşma baştan sona kadar çaresizlik içeriyordu. Konuşmanın arasından çıkardığım anafikir, ülkenin doğusunda Kaddafi’nin kontrolü elinden yitirdiği oldu. Ertesi sabah direk patronun yanına gittim. Kendi aramızda bu konuyu konuşurken, ana müteahhitin patronu da aynı fikre varmış ki, bize haber yolladı ve “şantiyeyi kapatıp adamları çıkarmanın yoluna bakalım” dedi.

 

Trablus’ta olaylar aynı gün oldu, değil mi?

Evet, olaylar 21’inde patlak verdi. Sabah bize ilk ulaşan haber şehirdeki bazı Türk firmaların şantiyelerinin yağmalandığı oldu. Bu arada bizim şantiye de kapanmıştı.

Hemen tahliye için çalışmalara başlamışsınızdır sanırım…

Aynen. İstanbul ofisimizden Zeynep Hindistan ve Birgül Erol ve şantiyeden Gökhan Öztürk ile koordineli olarak, personel listesinin son halini uçuş durumu listesi haline dönüştürdük. Eş ve çocuklardan ismi olmayanları edindik. Ve bilet bulma çalışmalarına başladık. Bu arada Zeynep Hanım ve Birgül de bu listeleri Dışişleri Bakanlığı’nın kriz koordinasyon merkezine iletti ve sonraki tüm aşamalarda dışişleri ve elçilikler ile çok iyi bir koordinasyon sağladı. 21 Şubat öğleden sonra paniğe kapılan bir elemanımız kendi imkanları ile havaalanına koştu. Öğrendiğimiz kadarı ile Tunus üzerinden Türkiye’ye ulaşmış. O gün ve gece geç saatlere ve ertesi gün öğlene kadar, öncelikle herkesin pasaportunun olduğundan emin olduk. Bulabildiğimiz her yerden çalışanlara uçak bileti almak için çalışmalara başladık.
Bu çalışmalar sonunda Libya’da kalmakta ısrar eden bir çalışanımız ve ailesi haricinde tüm çalışanlarımıza değişik havayollarından uçak bileti almıştık. En son perşembe akşamına kadar tüm insanları havayolu ile göndermeyi planlıyorduk. Çünkü tahminimiz cuma günü büyük olayların çıkacağı yönünde idi. Çünkü gelen haberler Libya’daki kabilelerin cuma günü Kaddafi’yi devirmek üzere güçlerini Trablus’a yönlendirdikleri yönündeydi.
Bu arada çalışanlardan bazılarının pasaportlarının firmada olduğu haberi geldi. Hemen Libya’daki arkadaşlar, başta Gökhan Öztürk ve idari işler amirimiz Eşref Mustafa, tüm riskleri göze alarak şantiye ve ofisi araştırdılar ve tüm pasaportları bulup sahiplerine teslim ettiler. Bu arada şantiyemizin de tamamen yağmalandığını öğrendik.

Kabus gibi…

Hiç sormayın… 22’si öğleden sonra 16:30’da 12 çalışanımızı Royal Jordanian ile uçurduk. Yalnız bu uçaktaki bir Türk, bir Suriyeli ve bir Mısırlı çalışanımız ile ailesini bu uçak sadece Ürdünlüler’e hizmet ediyor diye indirdiler. Bir Türk bayan mühendisi ise Ürdünlü bir mühendisimiz imam nikahlı karım diye bindirdi. Hemen uçağa alınmayanlara yeni bilet ayarladık.

Bu bilet ayarlama işlemleri, bir telefon ettik hemen oldu şeklinde olmuyordur… 

Tabii, hiç öyle kolay işler değil. Ben internetten, bizim sekreter, idari işler, finans müdürü telefondan, Katar, Kuveyt ve Türkiye’den gezi ajentalarına ulaşarak ve her alternatifi deneyerek elimizden geleni yaptık. 22’si akşam 21:00 gibi uçağa alınmayanlar da dahil herkese bilet almıştık. Bu arada ana müteahhitin Ürdünlü çalışanlarının Mısır Havayolları’ndan indirildiğini duyduk. Tam bu sırada Kaddafi televizyondaki meşhur konuşmasını yaptı. Bunun üzerine gelmemekte ısrar eden çalışanımıza da bilet alma işlemlerine başlayıp, bir yandan da Gökhan’a onları ikna etmesini söyledim. Gökhan da yarım saat sonra tamam ikna oldular diye geri döndü bana. Onlara da o dar zamanda, saat geç de olsa internetten bilet ayarlayabildik.

Bu operasyon boyunca iletişim kaynağınız neydi?

Msn… Gece ekip ile yazışarak ve moral vermeye çalışarak geçti. Oradaki proje müdürümüz ile msn’den devamlı haberleşme halindeydik. 21’i öğle saatleri sonrası telefonlar çalışmaz hale geldi. Msn ise ara sıra kesilip geri gelmesine rağmen son güne kadar tek iletişim kaynağımız olarak kaldı.

Bu arada ilk günkü erzak konusundaki öngörünüz doğru çıktı mı? 

Ne yazık ki evet. Bakkallarda ekmek, marketlerde gıda bulunmaz oldu. Ama biz tüm çalışanlarımıza stoğumuzdan erzak dağıtabildik.

Libya polisinin düzeni sağlamak için (!) insanları copladığını öğrendik. Doğru mu?

Doğru. 23’ü sabahı Tripoli havaalanında binlerce insanın uçmak için beklediğini, bileti olmayanların terminal binasına alınmadığını ve Libya polisinin insanları copladığını biz de öğrendik.

Durumun daha da kritikleşeceği belli olmuş sanki…

Aynı öngörü ile ayrıca daha önceden uçağa alınmayan elemanlarımızı da göz önüne alarak, acil bir plan değişikliği yaptık. Proje müdürümüz Gökhan ile konuşmamız sonrası, o ve Eşref kiralık araç arayışına başladılar. Bu arada bulduğumuz tüm uçak biletlerini yedekte tutuyorduk. Gökhan yaklaşık bir buçuk saat sonra msn’e geri döndü ve iyi haberi verdi. Kısa bir hazırlıktan sonra kiralık üç minibüs ve bir taksi tedariki ile öğleden sonra 14:00 gibi Tunus sınırına doğru yola çıktılar. Onlar yola çıkmadan önce Gökhan’a Tunus sınırına yaklaşırken Türk cep telefonu kartlarını telefonlarına takmalarını söyledim. Ayrıca henüz hala hatta iken google maps’den yöreyi inceleyerek en yakın yerleşim merkezinin Djerba havaalanını da içeren turistik bir ada olduğunu söyledim. Gökhan da bu yerleşim yerini öğrenmiş zaten ve planını buna göre yapıyormuş. Fakat araştırınca oraya yapılan tüm tarifeli seferlerin Avrupa’nın çeşitli kentlerine yapılıyor olduğunu öğrendim. En azından konaklayacak bir yer, otel bulursunuz, başkente ulaşamazsanız oraya gitmeye çalışın dedim ve sonrasında yola çıktılar.

Sonra? 

3.5 saatlik bekleyiş başladı. Bu arada durumları hakkında hiç bilgimiz olamıyordu. Hemen Katar’daki idari işler müdürümüz Abdul Rezzaq’i çağırdım ve ekibin Tunus sınırına gittiğini, ama anlaştıkları araçların sadece sınıra kadar taşıma yapacaklarını, Tunus sınırından içerde Türkiye’ye uçuş imkanının sadece başkent Tunis’den olduğunu ve yanıma nakit para alıp Tunus’a giderek otobüs tutup ekibi başkente getirmek istediğimi, benimle gelmek isteyip istemeyeceğini sordum. Büyük bir zevkle geleceğini söyledi. Tam biz kendi aramızda plan yaparken, telefonum çaldı. İstanbul merkezimizden Zeynep Hanım sanki bizi dinliyormuş da, sizin derdinize çare bende demek istermiş gibi, sınırın Tunus tarafında Türk Büyükelçiliği personelinin kiralık otobüsler ile beklediğini ve gelenleri vakit uygun ise Djerba havaalanına, değil ise havaalanı yakınlarındaki bir otele götüreceklerini ve THY’nin özel seferleri ile gelenlerin biriktikçe İstanbul’a transfer edildiğini söyledi.

Dert böylece kendiliğinden kalkmış…

Biz de rahat bir, “oh” çektik ama sonradan öğrendiğim kadarı ile yolda en arkadaki araç durdurulmuş. Soyulmuşlar. Cep telefonları ve paraları alınmış, ama sonra yola devam etmelerine izin verilmiş. Sonuç olarak, 23 Şubat akşam 17:30 itibarı ile tüm elemanlarımız sağ salim Tunus sınırına ulaştı. Burada kendileri ile tekrar temas kurma şansımız oldu.

Sınırın Libya tarafında pasaportlarını verdiklerini ve Tunus tarafına geçmek için beklediklerini söylediler. Tabii çok mutlu olduk ve durumu yakınlara bildirmeye başladık. Yaklaşık bir saat sonra kötü bir telefon geldi. Çalışma vizesi işlemleri devam eden 5 Türk çalışanımızın, exit permit (çıkış izni) belgeleri olmadığı için alıkonulduklarını öğrendik. Hemen arkadaşlar ile temasa geçtim ve durumu öğrenmeye çalıştım. Rüşvet ile çözmeye çalıştıklarını ve haberdar edeceklerini söylediler. Ayrıca geçebilenlerin de didik didik arandığını, özellikle bilgisayarlara bakılarak görüntü kaydı olup olmadığının incelendiğini söylediler. Yaklaşık bir yarım saat sonra arayarak izin alamadıklarını, rüşvet kabul etmediklerini ve sorunlu 5 kişi ile idari işler amirimiz Eşref’in sınırın Libya tarafında kaldığını öğrendik.

Dışişleri Bakanlığı’nın bu olup bitenlerden haberi oldu mu? 

Hemen telefon trafiği ile durumu Bakanlığı’nın kriz masasına ve Tunus Türk Büyükelçiliği’ne ilettik. Libya büyükelçiliğine ulaşmamız maalesef telefon hatları nedeni ile mümkün değildi. Tunus Türk Büyükelçiliği’nden, sınırın öte tarafında kaldıkları için ellerinden birşey gelmeyeceği söylendi. Kısa süre sonra Dışişlerinden de geri aradılar ve bu sorunun başka vatandaşlar için de yaşandığını, ayrıca sorunun çözümü için diplomatik girişimlerin ve baskının devam ettiğini bildirdiler. Aynı zamanda Libya gümrükleri ile işi gereği ilişklileri çok iyi olan bir Türk’ün bilgilerine ulaştık. Durumu ve sınırda kalanların isimlerini ona da ilettik. Sağolsun çok ilgilendi ve yardımcı olmaya çalışacağını söyledi. Bu arada bizim buradaki idari işler müdürü Abdülrezzak’tan da parlak bir fikir geldi. Bu devriyedeki görevliler belki kabul etmediler, rüşvet de almadılar ama ilerleyen saatlerde muhtemelen gece yarısı gibi, vardiya/nöbet değişikliği olur, o zaman bir daha deneyelim dedi. Hemen Gökhan’a durumu ilettim. Artık yukarıdakilerin hangisinin sonucu bilinmez gece yarısından sonra nöbet değişimi olduğuna ve pasaport başına 500 Libya Dinarı (yaklaşık 375 dolar) ödeyerek sınırı geçtiklerine dair telefon geldi. Saat 15:00 civarı havaalanına aktarıldılar. 24 Şubat geceyarısı İstanbul Atatürk Havaaalanı’na indiklerinde ise son dört günde yaşananlardan sonra ilk kez zevkle uyumaya gidebildim.

Nereye gider bu iş?

Şu saatten sonra halkın geri dönecek hali kalmadı. Elde ettikleri kazanımları bırakıp evlerine dönmeleri, hem büyük bir kısmının sonradan adli takibe uğramasına yol açacaktır, hem de ileride bugüne kadar olandan daha büyük bir baskı altına girmeleri sonucunu doğuracaktır. Öte yandan, iktidarını 42 yıl boyunca kimse ile paylaşmayan ve kendi ailesi haricinde lider çıkmasına izin vermeyen Kaddafi de kolay pes edecek bir kişiliğe sahip değil. Zaten Libya televizyonunda yaptığı konuşmalarda bunu çok açık ve net bir şekilde ortaya koydu.
Durum böyle iken yakın gelecekte Libya’yı bekleyen kaderin iki ihtimalden oluştuğunu söyleyebilirim. Birinci ve daha güçlü ihtimal, Libya’nın doğusunu ele geçiren kabile liderlerinin, ordudan kendi taraflarına çektikleri birlikler ile güç birliği yaparak önce Kaddafi’nin memleketi ve ait olduğu kabilenin merkezi olan Şirte’yi sonra da Tripoli’yi ele geçirerek yönetimi tamamen ele geçirmeleri. İkinci ihtimal ise, tarafların birbirlerine kendi bölgeleri dışında net bir üstünlük sağlayamaması sonucu Libya’nın ikiye bölünmesi durumunu yaratacak, fiili ama durağan bir çatışma hali. İkinci seçenek, İran-Irak savaşı benzeri, tarafların birbirlerine üstünlük sağlayamadığı ama daimi bir sınır savaşı şeklinde süregiden uzun süreli bir istikrarsızlık ortamı yaratabilir. Bu olasılık ise özellike Avrupa Birliği Ülkeleri’nin istemeyeceği bir durum olacaktır.
Kaddafi’nin gösterileri yatıştırmak ve kaybedilenleri geri kazanmak için su ana kadar aldığı tedbirler göz önüne alınır ve tüm kaybedilenlere rağmen halen daha ülkenin kimyasal silahlar dahil olmak üzere askeri gücünün vurucu unsurlarının Kaddafi yanlılarının elinde olduğu düşünülürse, bir ucu Saddam-Irak-Halepçe üçlemesinden pek de geri kalmayacak sahnelere uzanan bir yelpazede iç savaş görüntüleri olasılığı dışlanamaz.

Peki, sizce Libya’da gelen gideni aratır mı?

Libya tarihinde hiçbir zaman demokrasiyi yaşayamamış, kabile kültürü içerisindeki bir ülke. Bir anda demokrasinin yerleşmesini beklemek tabii ki hayal olacaktır. Ayrıca kurulacak yeni bir yönetimin, daha İslami bir yaşam tarzını benimseyen bir yapıda olması da ihtimaller dahilinde. Özellikle ülkenin doğusunda yerleşik olan kabilelerin, 1969 yılında devrilen eski Kral İdris el Senüssi’nin liderliğini yaptığı Senüssiya tarikatının izini sürdürdükleri göz önüne alınırsa. Ama yine de halkın kendi çabaları ve deyim yerindeyse kan ve gözyaşı ile elde ettikleri bu konumu kaybetmemek için örgütlenme çalışmalarına başladıkları da gelen nadir haberler arasında.
Daha önce belirttiğim gibi Kaddafi’nin rakibi olabilecek kişilerin sivrilmesine izin vermemesi, yeni dönemde kimlerin yönetime gelebileceğinin cevabının verilmesini güçleştiriyor.

ABD’nin konumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Gerek olayların başlarındaki sessizlikleri, gerekse de vatandaşlarının tahliyesindeki gecikme ve yaşanan aksaklıklar, ABD ve AB ülkelerinin Libya olayları karşısında habersiz ve hazırlıksız olduklarını gösteriyor. Yine bu ülkelerin liderlerinin vatandaşlarının tahliyeleri tamamlanıncaya kadar net demeç vermekten kaçınmaları da bu fikri destekler nitelikte.
Şu ana kadar, uluslararası platformda mevcut durumun ve dökülen kanın durdurulması için bir fikir birliği oluşmuş durumda. Ama bu fikir birliğinin kısa vadede pozitif bir sonuç verme ihtimali de düşük. Uluslararası bir müdahale gücünün Kaddafi’yi devirmek için Libya’ya girmesi de Kaddafi’nin ekmeğine yağ sürecektir. Yapılacak bir müdahalenin, kendisinin yıllardır politikasını üzerine kurduğu, Libya için özgürlüğün kendi yolundan geçtiği ve aksi takdirde Libya’nın eskiden olduğu gibi sömürge olacağı fikrini daha şiddetle savunma zemini hazırlayacağı görüşündeyim. Gelecekte Libya’nın, özellikle çok kaliteli olan petrolü ile bunun getirdiği zenginliğin ülkenin altyapısına rastlaması sırasında oluşacak projeleri ile uluslararası şirketlerin ilgisini çekmeye devam edeceği çok açık.

Son olarak, Libya olaylarının ekonomik etkilerine değinmenizi rica etsem…

Libya olaylarının hiç tartışmasız etkisini gösterdiği iki alan petrol fiyatları ile sarsılan inşaat sektörü oldu. Dünyanın içine girdiği 2008 krizi sonrası gerileyen petrol fiyatları, Tunus olayları ile başlayan artış eğilimini Libya olayları sonrası doruğa ulaştırdı. Arap Körfezi ülkelerinde görülmeye başlayan gösterileri de etkisi ile kısa vadede aşağı yönlü bir değişim görmek beklenmiyor.
Yine tartışmasız olan diğer bir konu da Libya olaylarının Türkiye inşaat sektörü ve dolayısı ile ekonomisi üzerine olacak etkisi. 2008 krizi sonrası çok büyük ölçüde daralan pazarda Türk inşaat sektörü yaralarını Libya’daki varlığı ile sarmayı planlıyordu. 1970’lerden beri Libya’da varlık gösteren Türk müteahhitlik sektörü, özellikle 2007-2008 sonrası yüzde 70’lik bir pazar payı ile altın çağını yaşamaktaydı. Son bir yılda Libya’da yaşanan ödeme gecikmelerinin üzerine gelen bu olaylar, Türk müteahhitlik sektörünü hazırlıksız yakalamanın yanında, iptal edilen siparişler ve Türkiye’ye acilen dönüş yapan otuzbine yakın kalifiye elemanın etkisi ile de, gerek kısa gerekse de orta vadede Türkiye ekonomisi üzerine net bir negatif etki yaratacaktır.

 

 

(Turkish Journal)

 

 

Become a patron at Patreon!