Resmi “Filtre” tepki gördü!

Devletin refleksi Sansür


22 Şubat’ta BTK tarafından kamuoyunun çeşitli kesimlerinin görüşleri alınmadan hazırlanan ve 22 Ağustos’ta yürürlüğe girmesi planlanan Güvenli İnternet kurul kararı, yazılan metnin muğlak olması ve uygulamada çıkabilecek aksaklıkların öngörülmemesi gibi nedenlerle kamuoyunun hemen her kesiminden tepki görmüştü. Sonuçta, düzenleyici kurum bu tepkilerin bir kısmını dikkate alarak metindeki kimi muğlak yerlere açıklık getirmiş ve kimi düzenlemeler konusunda geri adım atılmıştı. Ancak sorunun özü yine ortada kaldı. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) 22 Şubat’ta aldığı karar uyarınca “güvenli internet için devlet filtresi” dönemi 21 Kasım tarihinde başladı. Bugüne kadar hangi sitelerin kapatıldığına dair bir liste yayımlamaktan kaçınan devletin filtrelemeleri hangi standartta yapacağı hala muallakta. Dayatma yolu ile mecburen sistemin içerisinde olmak ürkütücü.

Resmi “filtreler” oluşturulmasına tepki gösteren Dr. Ebru Baranseli (Akademisyen) Dr. Burak Cop (Siyaset Bilimci ve Gazeteci),  Dr. A.Murat Eren (Aktivist), Sedat Kapanoğlu (Ekşisözlük), Koray Löker (İletişimci ve Yayıncı), İsmail H. Polat (Akademisyen) ve Deniz Tan (Yazar) ile T24 için görüştük…

Sedat Kapanoğlu, “Başlanan uygulama ile devlet, nihayet İnternet’teki güvenlik kontrolünü kendi eline alarak çocuklarımız için neyin faydalı neyin zararlı olduğuna karar verecek tek otorite oldu” dedi ve ekledi: “Aynı devlet geçtiğimiz haftalarda 13 yaşındaki N.Ç.’ ye tecavüz eden28 kişiye “çocuk her şeyin farkındaydı” gerekçesiyle ceza indirimi yapmıştı. Aynı devlet şikayetçi olan kadınları koruyamayıp öldürülmelerine seyirci kalmıştı, defalarca. Aynı devlet çocuk tacizcilerini salıvermişti.”

Ama bu defa devlet “çocuklarımız mağdur olmasın” diyor…

Sedat Kapanoğlu: “Çocuklara özel TV kanallarından hangisini izlediği bile çocuğun gelişimini ciddi oranda etkiliyorken umursamazlık, tutarsızlık ve manipülasyon konusunda kendisine kayda değer bir şöhret yakalamış bu devlete çocuğunu emanet etmek büyük risk olur. Ebeveynlerin çocuklarını kendi istedikleri gibi yetiştirmelerini sağlayan bedava ya da ücretli çok sayıda yazılım ve alternatif çözüm mevcut.
Devlet “çocuklarımız mağdur mu olsun?” bahanesinin arkasına saklanarak İnternet üzerinde hiçbir zaman elde edemediği boyutta bir kontrolü eline geçirmiştir. Çocuk ve yetişkinler farklı sitelere erişebilecekken “aile paketi” altında bunlar birleştirilmiş bu sayede “o senin çocuğuna zararlı” diyerek sadece yetişkinlerin ziyaret edebileceği platformlara da erişim engellenmiştir. Bu konudaki uygulama da insan cesedi tekmeleme videoları barındıran Facebook’a erişimi serbest bırakacak kadar tutarsızdır. Bu videolar site tarafından şikayetle kaldırılabildiği halde o sitelerin çocuğunuzun yaşadığı travmayı ve üzüntüyü düzeltme imkanları yoktur. Devlet yarım yamalak ve kötü bir çözümü, sadece ve sadece İnternet üzerindeki baskı gücünü arttırabilmek adına konuyla ilgili çok bilgisi olmayan vatandaşa ittirmektedir.
Mevzubahis çocuğunuzken “bir deneyelim olmazsa vazgeçeriz” deme gibi bir imkan olmadığı açıktır. Tüm ebeveynlere çocuklarını devlete terk etmemelerini tavsiye ediyorum.”

Deniz Tan: “Kılıf aile ve çocuğu korumak, söylem ise “sansür değil, güvenlik!” İnterneti çok da iyi bilmeyen kesimleri yanıltabilecek sözler, sanki “öteki” internet güvensizmiş gibi…  Şimdi Türkiye’deki tüm ailelerin aynı olduğunu, tüm çocukların aynı tarzda yetiştirilmesi gerektiğini varsayan merkezi filtrelerimizle çocuklarımızı koruyacağız. Kimin, nasıl oluşturduğunu bilmediğimiz, sakıncalı site listeleriyle çocuklarımıza, bizi yönetenlerin ideolojik onayından geçmiş içerikler sunacağız.”

Ebru Baranseli: “Çocuklarımız mağdur olmasın” diyen devletin çocukları mağdur etmemesini beklemek gerekir. Aynı hassasiyeti sadece televizyon programlarında veya basın açıklamalarında değil, uygulamada da görmek gerekir. Kadınların, çocukların maruz kaldığı şiddete karşı korumacı önlem almayı geçtik, açılan davalarda olanları ve sonuçlarını hepimiz hayret ve öfkeyle izliyoruz. Dolayısıyla devletin “çocuklarımızın mağduriyetini giderme” hedefi hiç de inandırıcı gelmiyor. Söz konusu internetle ilgili düzenlemeler olunca doğal olarak insanlar şüpheleniyorlar. Ki bizim devletimizin de dünyadaki diğer iktidar güçleri gibi yıllardır interneti kontrol altınaalmaisteğinin var olduğunu biliyorsak bu şüphe hiç de haksız sayılmaz. Bu göstermelik hedef çoğunluğa karşı haklı bir gerekçe sunma gayretinden başka bir şey değildir. Zira devlet eliyle sunulan filtre hizmeti sansürün ta kendisidir.”

İnterneti güvenli kullanmanın yolu nedir?

İsmail H. Polat: “Kişisel kanaatim, interneti güvenli kullanmanın yolunun yasaktan ziyade eğitimden geçtiği yönünde. Ülkemizde her iki kişiden biri internet kullanıcısı ama internetin nasıl güvenli kullanılacağına ilişkin ne bir bilinçlendirme kampanyası var ne de doğru düzgün bir eğitim stratejisi. 1 yıldan beri teknolojik bir filtre sistemi üzerinden kamuoyu önünde tartışmalar dönüyor. Halbuki sorunu daha ileri bir vizyonla yani ‘Yeni Medya Okur Yazarlığı’ bağlamında ele almak ve çözümü bunun etrafında oluşturmak lazım.
Şu anda Endüstri Çağı’ndan İnternet Çağı’na bir sıçramanın içindeyiz. Bu çağ sıçraması, dijital ağlar üzerinde kendi topluluklarını ve kültürlerini oluşturan yeni bir kuşak yaratmakta. Bu kuşak kendinden önceki kuşakların kültürel mirasına da ilgisiz ve onlara ulaşmanın yolu da yine internetten, cep telefonlarından, sosyal medyadan kısacası Yeni Medyalardan geçiyor. Bu yeni kuşağın interneti nasıl kullanacağı da, onları ne kadar anladığımızla orantılı. Bu tip eğitime değil yasaklamalara dayalı uygulamalar Dijital Yerli dediğimiz bu kuşakta tam ters etki yapıyor. Her türlü filtreyi kolaylıkla aşacak donanıma sahip bu kuşağı internetin tehlikelerinden koruyacak yegane şey, onların vicdan, ahlak ve bilinçleridir ki, bunlar da ancak ve ancak eğitimle sağlanabilir.”

Hedef ne olmalı?

İsmail H. Polat: “İnterneti bir bataklık değil fırsatlarla dolu zengin bir yaşam alanı haline getirmeyi hedefliyorsak buranın ruhunu anlamamız ve anlatmamız gerekli. Kısa vadede, halihazırda filtreye güvenerek çocuklarını internetin tehlikeleriyle başbaşa bırakacak bilinçsiz anne-babalara görevlerinin bitmediğini anlatmak ve çocuklarını nasıl bilinçlendirmeleri gerektiğine yönelik sosyal kampanyalar yapmak zorundayız. Orta ve uzun vadede ise ilkokuldan üniversiteye uzanan güvenli internet kullanımı ile ilgili müfredat hazırlayıp uygulamaya koymamız. Ancak filtre, sansür tartışmaktan göz göre göre bu eğitim hamlesinde geç kalıyoruz!”

Deniz Tan: “Her ailenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda ücretsiz olarak kolaylıkla kurabileceği bireysel filtre yazılımları, tek tipleştirme yerine farklı renkleri kucaklayabilirdi. Böylece “kutsalıma hakaret ettiler, kapatılsın bu site”cilerin filtresi, özgür ifade ve düşünceyi savunanlarınkilerle çakışmayabilirdi. Olmadı. İfade özgürlüğünde halihazırda ayıplı ülkeler arasında bulunan ülkemize bir kez daha geçmiş olsun.”

Ebru Baranseli: “Ailelerin çocuklarını nasıl televizyon izlerken, gazete okurken (ki bu ikisi zaten başlı başına tehdit) kontrolsüz bırakmamaları gerekiyorsa internet kullanırken de aynı hassasiyeti göstermeleri gerekiyor. Devlet eliyle olması gerekmiyor, çocuklar için pek çok filtre seçeneği mevcut ancak filtre uygulaması da ebevnlerin kontrolsüzce çocuklarını bırakabilecekleri anlamına gelmiyor. Sorumluluk filtreyle sona ermiyor.”


Neredeyse yirmi yıl önce yaşananlar bugünle paralellik gösteriyor…

Koray Löker: “Aynen öyle…1993 yılında özel radyo ve televizyonların yayınına birkaç ay boyunca ara verilmiş, aranın sonunda ancak belirli düzenlemelere tabi olan radyo ve televizyonlar yayın yapabilmeye başlamıştı. Radyoları elinden alınan insanlar, antenlerine siyah kurdeleler bağlayarak protestolarını dile getirmiş, yürüyüşler yapılmış, sansasyonel korsan yayınlar denenmiş ve radyolar açılmıştı. Yaşananların bugüne paralel, gözden kaçırılmaması gereken yönleri çok.

Dönemin devlet erkanı, radyoların kapatılmasını açıklayabilmek için Atatürk Havalimanı kontrol kulesi ve iniş yapan uçaklar arasında telsiz bağlantısı kurulamaz hale geldiği gibi gerçeküstü iddiaları kahvelerden siyaset kürsüsüne taşıyor, bürokrasi ağızbirliğiyle “olmasın demiyoruz, ama kurallı olsun” diyerek, Ankara’nın ilk valisi Tandoğan’a atfedilen “gerekirse komünizmi bile biz getiririz” mantığının ölümsüzlüğünü ispatlıyordu.
Bugün de zihniyet aynı. Hâlâ kontrol altında tutma derdi ön planda. Hâlâ, mecranın ve çağın ruhunu anlamamış, kendini başkalarından daha akîl zannederek onlar yerine karar verebileceğine inananlar iş başında. Oysa zihniyetin aksine mecra çok değişti. Brecht’in rüyası gerçek oldu. Radyo kadar sınırsız, özgür bir iletişim aracı, bir vericiye bağlı olmadan, herkesin verici olabileceği şekilde vücut buldu. Bu da oyunun kurallarını değiştirdi. Pahalı donanımlarla, yasak olmasına rağmen radyo yayını yapmayı göze almak başka şey, hali hazırda İnternet bağlantısına sahipken yayın yapabilmek başka…”

Kimin ne yayınladığı gibi temel bir sorun varlığını sürdürünce, önlemler de ona göre gelişiyor olmalı…

Koray Löker: “Elbette … Geçtiğimiz yıllarda onbinlerce site fiilen sansürlendi. Bu duruma dayanak edilen yasalara bile uyulmadı. Ki bu yasalar halk tarafında kabulgörmemiş, alanın araştırmacıları tarafından kıyasıya eleştirilmiş, yetersiz ve sakat bulunmuş yasalardı. Böyle yasalara bile uyulmayacak kadar el yordamıyla süreçler işletildi. Şimdiyse aile ya da çocuk olmak üzerine yüklenen anlamlar seferber edilerek kimbilir kaç bin site daha kamusal bilgi alanından yok edilecek endişesiyle bekliyoruz.”

A.Murat Eren, Türkiye’de İnternet’in dertlerinın filtrelerden öncesine dayandığını yineledi: “Mahkemelere İnternet yayınlarını durdurma yetkisi veren katalog suçlar içinde yer alan “müstehcenlik” ve “Atatürk aleyhine işlenen suçlar” gibi, çağdaş bir toplum tarafından komik ve utanç verici bulunması gereken bahaneler, birkaç yıldır zaten İnternet sitelerine erişimi engellemek için bolca kullanılıyor.”

Peki, İnternet filtrelerini bu tür problemlerin bir devamı olarak mı görmeliyiz?

A.Murat Eren: “Hayır, zira BTK’nın altyapısını oluşturduğu filtre sistemi, otoritenin iletişim özgürlüğünü tekeline alması noktasında büyük bir devrim. Toplumun önemli bir kesimi devletin bunu ‘çocuklar’ için yaptığına ikna olmuş  görünüyor. Halbuki hukuğun çocuklara yönelik cinsel istismar ve tecavüz olaylarında failler lehine kararlar aldığı, 600 binden fazlası ağır koşullarda olmak üzere bir milyona yakın çocuğun ucuz işçi olarak çalıştığı, dünya standartları ile kıyaslanamaz durumdaki çocuk esirgeme kurumu yuvalarına sahip, çocuk gelin sayısında liderliğe oynayan bir ülkede, sivil toplum kuruluşlarının dile getirdiği tüm kaygılara rağmen yürürlüğe sokulması konusunda büyük bir kararlılık gösterilen bu filtre sisteminin ardındaki motivasyonun gerçekten çocukları İnternet’in sebep olabileceği zararlardan korumak olduğuna ikna olmak için sadece optimist değil, aynı zamanda naif olmak da gerekiyor.”

Bütün bu saldırganlığın kaynağı, nedeni ne?

Koray Löker: “Polisiye romanların temel mantık dizgesine göre suçlu suçtan en çok çıkarı olandır. İletişim özgürlüğümüzün -dosdoğru söylemek gerekirse- cahilce ve barbarca sakatlanması da az polisiye bir olay değil diye düşünerek, herkesi bu suçtan kimin çıkarı olduğuna bakmaya davet ediyorum.
Radyolar açıldı dendiğinde, kapatılan radyolar geri gelmemişti. Bir çoğu son derece özgün, kişisel dokunuşlar ve kültürel yaratılar taşıyan binlerce radyonun yerini, büyük sermaye gruplarına bağlantılı, reklam pastasını paylaşmaktan daha büyük derdi olmayan tıpkıbasım istasyonlar almıştı. Bugün de kontrol altında tutulmaktan dem vurulan İnternet, devlet gözünde ticaretini yeterince kontrol altında tutup tutamayacağına baktığı bir alandan ibaret.
İki büyük talihsizliğimiz var. Birincisi, sağlık politikalarındaki gelişmelerden de gördüğümüz biçimde, mevcut siyasi erk ancak çok büyük sermaye gruplarını muhatap almayı yeğliyor ve küçüklere yaşam şansı tanımıyor. Bu da İnternet’in doğasına başlı başına ters olmasıyla korkunç sonuçlar doğuracak bir yaklaşım. İkincisi kültürel zenginliğe hiç önem vermeyen bir yaklaşım var, elinin ölçüsüzlüğünden neler çektiğimiz ortada. Bu talihsizlikler sonucunda, aslında başlı başına korkunç sonuçları olan bir eylem zinciriyle İnternet’in ticarileştirilmesiyle karşı karşıya bırakıldığımız yetmiyor gibi, bir de bunun hayata geçiriliş biçimindeki acul tavırlarla uğraşmak zorunda bırakılıyoruz. Tüm bu operasyondan sorumlu bakan, bilişime kafayı çok takmamız gerektiğini anlatıyor. Dünyanın geri kalanıyla teknolojik anlamda eşit rekabet şanslarına sahip olduğumuz belki tek alanı, fırsatı ve bunun üzerinden kuracağımız bir geleceği de böylece çöpe atıyoruz.”

A.Murat Eren: “Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde gerek WikiLeaks’in sadece İnternet üzerinden duyurduğu belgelerin kamuoyunda yarattığı yankı, gerekse Arap Baharı, Avrupa’daki halk ayaklanmaları ve Occupy Wall Street gibi hareketlerin bilgi alışverişi noktasında faydalandığı İnternet iletişiminin konvansiyonel medyanın karartma girişimlerinden muaf bir noktaya gelmiş olduğunu göstermesi bütün devletlerin tüylerini diken diken etti. Fakat elbette Türkiye’deki otoritenin elinin altında, ona Batılı emsâllerine fark atmasını sağlayan “haklarının elinden alınışı ile barışık yaşamayı öğrenmiş tepkisiz bir halka sahip olmak” gibi büyük bir avantajı var. Bu avantajını da sonuna değin kullanıyor.”

Burak Cop: “Ekonomi iyi gittiği için pek az insanın umrunda ama Türkiye’de demokrasi git gide geriliyor. Alelade bir gün, 22 Kasım, haber bültenlerini açıyorsunuz ve karşınıza arka arkaya şu 3 haber çıkıyor: Kitap yazarak “terör örgütüne” yardım etmekle suçlanan insanların da aralarında bulunduğu, çoğu gazeteci olmak üzere 13 sanığın yargılandığı Oda TV davası (tabii ki tahliye yok), KCK tutuklamalarında yeni dalga, aralarında Mahmut Alınak’ın da bulunduğu 70’den fazla kişi gözaltında, ve CHP’li İzmir Belediyesi’ne yönelik “yolsuzluk” operasyonu: 44 gözaltı.
Türkiye, 66 ülke arasında son 10 yılda terör suçundan hüküm giyen 12 bin kişiyle birinci sırada. Bizi takip eden Çin’le aramızda 5 bin kişilik bir fark var. Bugün 500’den fazla öğrenci terör örgütü üyeliği iddiasıyla tutuklu. Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün bu konuyu TBMM Genel Kurulu’nda gündeme getirdiğinde (sanırım geçen ay) tam sayı 503’tü. Şimdi daha da arttığına şüphe yok. Bu gençlerin biri bile silahla yakalanmadı. Medya deseniz, tek sesli.
Böylesi bir memlekette internet de anca Çin’deki kadar, İran’daki kadar, Suriye’deki kadar özgür olur. Ben bu sözde “güvenli internet” uygulamasını, toplumun muhafazakarlaştırılması ve siyasal sistemin otoriterleştirilmesi yolundaki ana stratejinin küçük bir dalı olarak yorumluyorum. Samanyolu TV’nin “vatandaş güvenli internetten çok memnun, gençler de güvenli interneti destekliyor” tarzında, uydurmasyona yakın haberleri de sansür uygulamasının kimlerce ve hangi amaçlarla hayata geçirildiği konusunda bizlere fikir veriyor.”

Son söz A. Murat Eren’den: “Türkiye’de yürürlüğe giren İnternet filtreleri, iletişimin devletin belirlediği köprüleri kullanması için gereken mevzuatın yasal ve teknik altyapısı olarak görülmeli. Devletin kontrolündeki bu altyapının özgür iletişimin otorite menfaatleri ile örtüşmediği durumda tamamen kapatılmasa da muhalif seslerin kısılması noktasında kullanılacağı unutulmamalı. Bu bağlamda filtrelerin amaçları ve kapsamından daha önemli olan tartışma konusu, devletin cüreti olmalı. İnsanlar hükumetlerin ve otoritenin vitrininin değiştiğini, bugün onların hoşuna giden yasakları mümkün kılan mevzuatların yarın onların hoşuna giden şeyleri yasaklamak için kullanılabileceğini idrak edip konformist tutumunu bir kenara bırakmalı. Yıl 2011. Türkiye’de halkın korkması gerekenin ‘diğerleri’ değil, filtreler ve sansür olduğunu anlama vakti gelmiş olmalı.”
(T24)

Become a patron at Patreon!