“Sınırlar ötesi, ortak toplum duygusu yaratabilmek umutsuzluğa güçlü bir çare”

Norveç’te yapılan, bu yılki Dünya İfade Forumu’nda (WEXFO), 2025, otoriter güçlerin demokrasi ve ifade özgürlüğünün altını oyma çabalarına karşı bir direniş yılı olarak değerlendirildi.
Konferansa genç ifade özgürlüğü uzmanlarından (Young Experts on Free Expression) biri olarak davet edilen isimlerden biri de Ege Dündar’dı. Farklı ülkelerden 64 genç uzman önce Utøya adasında ardından Lillehammer’da yapılan WEXFO’da buluştu. Konferans sonrası haberleştik, Ege Dündar’dan bu buluşmaya dair izlenimlerini geniş geniş anlatmasını rica ettim.
Sorularım ve kendisinin yanıtları şöyle:
• WEXFO gibi tecrübeler sonrası katılımcıların birbirlerine güç verdiğini düşünüyorum, yanılıyor muyum?
Kesinlikle birbirimize güç, moral ve stratejiler verdik. Hepsi birbirinden parlak, içten, geniş yürekli ve yaratıcı insanlardı. Yaşadıkları olağanüstü baskıları çevreleri ve toplumları için yapıcı, destekleyici girişimlere çevirmiş, heyecanla buldukları çözümleri anlatan 64 genç. İlk defa bu kadar kararlı, çalışkan ve “bizim gibi” akranlarımla buluştuğum bir deneyim oldu.
Norveç’e ilk gittiğimde 20 yaşındaydım ve Oslo’daki parlamento binasının dışında, babam da dahil olmak üzere hapisteki Türkiyeli gazetecilerin isimlerinin yazılı olduğu pankartlar tutuyordum.

Bu, ülkenin tarihinde çokça örnekte olduğu gibi kendilerine verilenden daha adil bir toplum için hayatlarını feda eden cesur insanlardan devralınan meşaleleri tutmak gibiydi. Elbette, onlar öncekilerin öğrencileriydi, devlerin omuzlarında yükselen bir platformda sıra onlara gelmişti. Ve bu, tarih boyunca uzanan çok uzun bir sıraydı.
On yıl sonra geri döndüm, bu sefer farklı ülkelerden ifade özgürlüğü konusunda çalışmalar yürüten 65 olağanüstü genç uzmanla bağlantı kurmak için Utøya adasındaydım. 2011’de polis kılığına girmiş aşırı sağcı bir teröristin 69 genci öldürdüğü bir yerde toplandık. Organizatörler bu vahşeti barış ve öğrenim merkezine dönüştürmüş, onca acıyı o günden beri sayısız genç için yoldaşlık alanına çevirmişti. Bunu nasıl başardıklarını anlatan kitabı okumanızı öneriyorum: “No Man’s an Island: Community and Commemoration on Norway’s Utøya” Adada dolaşıp, öldürülen gençlerin anısını yaşatmak ve yapıcı bir kuruma çevirmek için yaptıklarını gördüğümde “umarım biz de bir gün Sivas Katliamı gibi birçok acıyı bu şekilde onurlandırmanın yolunu buluruz” diye düşünmeden edemedim, oradakilere bunu yapamadığımız gibi o vahşetin sorumlularının terfi aldıklarını da utançla anlattım.
Fas’tan Mynmar’a, Filistin’den Zimbabwe’ye birbirimizin hikayeleri, dayanıklılığı ve güçlü seslerinden sarsıldık. Hepsi yaşadıkları mücadelelerden anlam çıkarmış ve tıpkı adanın hikayesi gibi, cesaret, sevgi ve özveriyle bu deneyimleri toplumları için iyileştirici bir güce dönüştürmeyi başarmıştı. Yenilikçi çözümlerle ileriye giden yollar açıyorlardı. Birçoğu diktatörlerden ve hapishanelerden çekmiş, savaşları ve evlerinden sürgün olmak zorunda kalmış ancak bunu başkalarını yükseltmek için kullanmıştı. Farklı bağlamlarımıza rağmen, ortak koşullar, özlemler ve aciliyet duygusuyla hızla yakınlaştık. Her biri, derin bir nezaket ve özen duygusuyla akranlarını destekleyen, devleşmeye hazırlanan insanlardı. Hikayeler ve stratejiler paylaştık, dans ettik ve ağladık, sınırlarımızdan sızarak artan tehditlere karşı birlikte çalışmaya karar verdik.
Nesiller arası paneller, meşalelerin çoktan devredildiğini ve birbirimizi yalnız bırakmayacağımızı gösterdi. Orada bulunmaktan, açılış konuşmasını yapmaktan ve Norveç PEN’de patronumuz Nobel Barış Ödülü’nün en genç başkanı Jørgen Watne Frydness ve gazeteci Maria Ressa ile bir panel paylaşmaktan onur duydum. Sıkı omuzlarda olduğumuzu hissettim ve birçoğumuzun birbirimizi özgürleştirmek için çalıştığını deneyimledim. Bu sene başlattığımız, cesur genç seslere alan açmak ve desteklemelek amaçlı projemiz Tomorrow Club’a inancım güçlenerek geri döndüm. Geleceğe yeniden umut aşılandığını söyleyebilirim.

• “Strateji” derken, şimdiye kadar yapılanların daha ötesine bir adım mı anlamalıyız? Bu buluşmanın sizce en öncelikli sayılabilecek meselesi ne idi?
Evet, şu anda uluslararası sistemin ince buzu çatırdıyor ve belirsizlik ve karamsarlık yayılıyor. Buna karşın Türkiye’den Amerika’ya Filistin’den Kenya’ya, Bangladeş’ten Sırbistan’a dünya çapında gençler ayakta ve gelecek kaygıları ile toplumları ileri itelemeye çalışıyorlar. Elbette genç kelimesi çok geniş ve birbirinden oldukça farklı bir grubu tek tanıma indirgiyor gibi görünebilir. Ama bir anlamda da ihtiyacımız olan tam da bu. Onca ayrışmadan, ne kadar farklı olduğumuzu gösterme çabasından sonra birleşmenin vakti geldi de geçiyor. Farklarımız elbette önemli ve mücadele etmeye değer ancak karşımızdaki sorunlar ve krizler sınırlarımızı aşıyor. Gelir eşitsizliğinden daralan sivil ve ifade özgürlüğü haklarına, artan savaşlardan derinleşen toplumsal ayrışmalara, doğanın tahribatından, iklim değişikliğine yüzleştiğimiz zorluklar hepimizin ortak geleceğini tehdit ediyor. Bunların üzerine bir de koşullarımızın ortaklığı var. Çoğumuz kiraya yetişemiyor, ev ve iş bulmakta zorlanıyor, depresyon, izolasyon ve anksiyete ile baş etmeye çalışıyor. Durumumuza tepki gösterdiğimizde de marjinalleştirilip sansüre uğruyoruz. Hepimiz öfkeli, kaygılı, kimi zaman mutsuz kimi zaman mücadele ruhu ile doluyuz. Bu ortaklıklar zemininde birleşmemiz gerekiyor. Strateji nedir derseniz birbirimizle sıkı bağlar kurup, bu yeni uluslararası düzen karşısında neler yapabileceğimizi, birbirimizi nasıl destekleyebileceğimizi çözmek diyebilirim. Birçoğumuz farklı bölgesel ve konusal insan hakları oluşumlarıyla iletişim halindeyiz, işbirliği yaptıkça etkimiz kuvvetleniyor. Seslerini duyurmakta zorluk çeken gençleri destekleyen, Utoya, WEXFO, Tomorrow Club gibi girişimlerin geleceğe dair çözümler üretebileceğine inanıyorum.
Örneğin Libya’da bir münazzara kulübü kurup binlerce öğrenciyi karşıdakinin argümanlarını savunmaya yönelten, barışçıl, yapıcı diyaloğa yer açan bir arkadaşa bunu nasıl başardığını sorup sohbet edebilmek öğretici bir deneyim. Yerel olarak uygulayabileceğimiz yöntemlere fikir verebiliyor. Ukrayna’da bombadan patlayan binlerce camı sorun belleyip, üniversitesinde ucuz bir materyal geliştirip, evleri onarıp insülasyon sağlayan Insulate Ukraine projesi ilham verici mesela. Amerika’da sağ ve sol kanada ait hisseden gençleri buluşturmaya çalışan Braver Angels girişiminden de, öldürülen/tehdit edilen gazetecilerin işlerini başka gazetecilerin devralmasını örgütleyen Forbidden Stories projesinden de çok şey öğrenebiliriz. Sorunun bir kısmı böyle girişimleri ve onları örgütleyen gençleri medyada veye internette çok görememek. Bu biraz Türkiye’de gençlik protestoları olarak dünya medyasında sadece bir iki yaşça büyük yazara yer verilmesi gibi birşey. Gençlerin sesleri fark edilmiyor, yeterince desteklenmiyor ve kişisel gelişim videoları veya mahşeri haberler arasında boğuluyorlar genelde. Halbuki umut veren, geleceği en çok önemseyen, bunun için yapıcı çaba sarf edenler de onlar aslında. Bu alanı onlara açıp genişletmeyi ve birbirileriyle tanışmalarını, destekleşmelerini sağlamak Uluslararası PEN’deki asli görevlerimden biri. Bu amaçla PEN’in 90’a yakın yerel merkeziyle tek tek görüşmeye çalıştım ve ortak bir vizyon inşa ettik. Sonucu Genç Yazarlar Komitesi ve Tomorrow Club projesi oldu.
• Genel olarak, toplumda ifade özgürlüğü duyarlılığıyla ilgili gözleminizi de merak ediyorum.
İfade özgürlüğü turnsol kağıdı gibi doğrusu. O olmadan diğer hakların geçerli olup olmadığını anlamamız zorlaşıyor. Fikrimizi veya tepkimizi barışçıl olarak ifade edemediğimiz zaman, yanıltıcı bilgilerin de yayılmasıyla kötüleşen ortak koşullarımız hakkında farkındalığı, paylaşılan gerçekliğimizi de yitirmeye başlıyoruz. İfade özgürlüğü özellikle Batıda sağın ve solun önemsediği bir ortak payda aynı zamanda. Biraz daha açtığınızda yolsuzlukların ortaya çıkabilmesini, kiranın, sağlık sigortasının yaşam koşullarının uygun fiyatlı olmasını istemek de hepimizin hayrına. Bu ortaklıkların farkına varabilmemiz ve sınırlar ötesi ortak çözümler, dayanışmalar üretebilmemiz için uzak yakın demeden yükselen genç seslere kulak vermenin faydalı olacağını düşünüyorum.
Uzaktan anlaması, etkileşim kurması zor görünen siyasi sorunlara birer pencere açıyor bu genç insanlar aynı zamanda. Siyasi, akademik yazılarındansa kişisel hikayeleri, deneyimleri ve içgörülerini okumak hem at gözlüğüyle baktığımız dünyaya bakış açımızı genişletiyor hem de bizi uzak coğrafyalara yakınlaştırıp, paylaştığımız ne çok şey olduğunu gösteriyor. Yalnız olmadığımızı hissetmek, yaratıcı çözümler üretenlere yoğunlaşmak umut aşılıyor. Ortak toplum duygusu yaratabilmek, ortak zeminlerde mücadele verebilmek bugünün yaygınlaşan ayrışmalarına ve umutsuzluğuna güçlü bir çare bence. İfade özgürlüğü üzerinden geniş bir koalisyon kurmak, izolasyon, marjinalleşme, sansür, depresyon, ayrışmaya da çözümler sunuyor.
• Uzun süredir PEN bünyesinde çalışıyorsunuz, deneyiminiz bir perspektife oturuyordur. Şu ana kadar biriktirdiğiniz deneyimleri nasıl özetlerdiniz?
PEN’de geçmişim 8 yıldır sürüyor. Stajer/Fellow olarak başladım, sonra Türkiye danışmanı olarak suçlanan ve hapsedilen yazarlara kampanyalar yürüttüm, fon bularak www.ilkyaz.world projesini başlatıp 3 sene götürdük, her kesimden 300 genç yazarın eserlerini yayınladık. En son olarak tarihimizde en genç yönetim kurulu üyesi olarak seçildikten sonra 60’tan fazla ülkenin PEN Merkeziyle tek tek buluşup görüşlerini aldım, sonra herkesin ortak ihtiyaçlarına ve ilgilerine yönelik bir vizyon ve proje çıkardım. Bu sayede başkanımız Burhan Sönmez’in de sıkı desteğiyle Oxford’daki kongremizde Genç Yazarlar Komitesini kurmayı başardık. O zamandan beri de 50 parlak genç yazarı ülke temsilcileri olarak dahil ettik. Onlar da kendi merkezlerindeki yaşça büyük ve deneyimli insanlar tarafından destekleniyor, mentörlük alıyor tabi. Aylık buluşmalarla farklı konularda neler yapabileceğimizi tartışıyor, destekleşmek için yereli uluslararasına bağlayan projeler ve dayanışma ağları kuruyoruz. Bu gelişmeleri Türkiye’de yaşananlara bağlayan iki yazı yazdım, biri Uluslararası PEN, diğer Index on Censorship dergisinde.
Son bir senedir de Norveç PEN ile çalışmaya başladım. Nobel Barış Komitesinin en genç başkanı Jorgen Watne Frydness’in Norveç PEN’in başına geçmesi öncü oldu buna, Tomorrow Club projemiz için beraber fon başvurusu yapıp başardık. Bir sene çalışmadan sonra iki ay önce yayına girdik, dünyanın cesur genç seslerini yükseltmeyi ve birleştirmeyi amaçlıyoruz. Sitemiz buradawww.tomorrowclub.world bir de podcast serimiz var. Tomorrow Club ismi aslında 100 yıl öncesine dayanıyor. PEN’in kurucusu Catherine Amy Dawson Scott, genç yazarları büyükleriyle haftalık çay buluşmalarına davet etmeye karar vermiş. Bu öyle popüler olmuş ki bugün dünyanın en geniş yazarlar ağı olan PEN’e yol vermiş. O ruhu yüzyıl öncesinin meşalesinden devralıp bugüne uyarlayarak yeniden alevlendirdik diyebilirim. Ortaklaşan ve gittikçe kendi başımıza direnmekte zorlanacağımız sorunlara karşı yerel ve sınırlarötesi, yaratıcı ve yapıcı mücadeleler verebilen gençlerin varlığı bana ümit veriyor.
• Gençlerin geleceği için umudunuz nedir?
Togo’lu şair arkadaşım, PEN Togo Başkanı Ayi Renaud Dossavi’nin sözleri ile cevap vermek isterim:
“Her genç Afrikalının konuşacak, düşünecek ve geleceklerini inşa edebilecek kadar cesur olmasını diliyorum; çünkü seslerimiz ve fikirlerimiz çok güçlü. Özellikle zor zamanlarda hayal kurmayı asla bırakmamamızı ve geleceği korkusuz bir yaratıcılıkla şekillendirmemizi umuyorum. Hep birlikte özgürlüğün ve hayal gücünün el ele yürüdüğü ve hiçbir gencin yükselmekten korkmadığı bir gelecek inşa edebilmeyi…”