Hikayesi olan binalar: Gazeteci Nilay Örnek’in “Her Umut Ortak Arar” projesi sıradışı binaların hikayelerini açığa çıkarıyor
Gazeteci Nilay Örnek’in “Her Umut Ortak Arar” başlığı altında hazırladığı “Mimari açıdan kıymetli-hikâyeli binalar arşivi” çalışmasından haberdar mısınız?
Çok mimar hemfikirdir sanıyorum, başta İstanbul olmak üzere şehirlerin çılgın projeler, kentsel dönüşümler ve TOKİ’ler ile geri dönülmez şekilde hırpalandığı konusunda.
Örnek’in güzelin peşine düşmesi hele ki böyle zamanda çok iç açıcı. Mimari değeri olan bir apartmanın yapılma nedenini, satılma, yıkılma nedenini, kimin, neden yaptırdığını öğrenebileceğiniz epey ilgi çekici bir çalışma bu. Örnek, bir binaya bakmanın öğretebileceklerinin haddi hududu yok diye düşünenlerden, “Güzelin peşine düşüyor” dedim, evet merakla düşüyor hem de şikayet etmektense çözüm odaklı düşünüyor, soluklanıyor arada ama bana kalırsa şehrin ve apartmanların düğümünü çözüp insana ulaşma isteği de var gibi…
Medyascope için haberleştik. Konuk Nilay Örnek olunca, ilk sorum, “Nasıl böylesi meraklı olunur?” oldu.
“Merak merakı doğuruyor. Yeni bir şeyler öğrenmek, hele de keşfetmek, ilişkileri fark etmek, bağları kurmak insanın iştahını açıyor. Benim öğrenme yolum anlamak. Misal bir fizik tedavi sürecinde bile biri bana yapmam gereken o hareketi niye yapmam gerektiğini, bunun hangi kasları nasıl çalıştıracağını anlatmadıkça bende ‘oturmuyor’. O yüzden çok soru soruyorum, soru soruyu, her öğrenilen yeni bilgiyi doğruyor.”
Yaptığınız işler ile insan ve arşiv arasında bir ilişki kuruyorsunuz sanki, bu ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
“İnsanların şehirle, binalarla, kendi sokakları, kendi oturdukları apartmanlarla ilişki kurmasını istiyorum her şeyden önce… Kendi sokak isimlerinin bile, merak edilip bakıldığında onlara çok şey söyleyebildiğini görsünler. Bunun için de merak izleğimi de paylaşırım sıklıkla okuyucularla… Niye o binayı merak ettim, sonra nerelere baktım, nerede yanıldım, bilgileri nerelerden buldum, hangi bağlar kurulabilir hepsini yazarım ki okuyan da kendi çevresiyle aynı oyunu oynayabilsin.
Böyle çok geri dönüş olmuştur, en bayıldığım da odur.
Arşiv-insan bağına gelince de… Bir bağ kurmaya çalışıyorum. Ama malum arşivci, kayıtçı bir toplum olduğumuz söylenemez. Bu yüzden de ilişki kurulacak hazır bir arşiv yok, onu oluşturmaya çalışıyorum. Açık olsun o arşiv, herkes okuyabilsin… Kimi sitede kendine mimari açıdan okuyacak bir metin bulabilir, kimi hikayelere takılabilir, kimi yakın tarih örgülerinin peşine düşebilir. Kolay okunabilir ama aynı zamanda öğreten, çok bilgi veren yazılar ve sonuçta dev bir bellek oluşturan yazılar bunlar.”
“Kolektif bir kent hafızası oluşturmak” diye tanımlıyorsunuz yaptığınız çalışmayı. Projeye emek veren diğer isimlerle yaşanan duygudaşlığı nasıl tarif ederdiniz?
“Ben hafıza takıntılı bir insanım. Takıntılı olduğum kendi bireysel hafızam değil. İyi ki de değil çünkü hafızam çok kötü… Ama toplumda biraz önce de söylediğim gibi arşivcilik, kayıt tutma, doğru kayıt tutma alışkanlıkları olmadığında hafıza oluşmuyor. Hafızasız toplum ve insanları yönetmek çok kolay. Her gelen kendi yamuk, yanlış, kendi çıkarına hizmet eden ‘geçmişi’ ekebiliyor zihinlere, en basit tabiriyle… Var olan arşivleri kaybettikçe hafızamızdan da oluyoruz. Medyascope’un mesela binlerce kaydı son yedi-sekiz yılın arşivini tutuyor, hafızasını da saklıyor. Radikal en çok üzüldüklerimdendir; gazetelerin arşivleri kaldırılıyor, bunlar hafıza besinlerine darbelerdir. Buna inat bilgiyi, anıları, korumak istiyorum en azından binalar üzerinden bunu yapmaya çalışıyorum.
Ben deli gibi bilgi kırıntılarını topluyorum. Bir binaya bakarken kaç kaynak baktığımı, kaç kişiyle konuştuğumu bilseniz. Bazen bir biyografik kitaptaki bir cümle, ansiklopediler, gezi kitapları, mimarlık yayınları, birkaç kişiyle görüşme derken birbiriyle alakasız kaynaklar birbiriyle konuşmaya başlayıp bir metin oluşturuyor… Şahane bir şey bu.
Kolektif hafıza meselesi ise çok mühim benim için.
Çok az insan yazılı kayıt tutuyor. Tutulan, kimi çok mühim bu kayıtlar da basılmıyor, basılsa da kaybolabiliyor sonuçta genele ulaşmayan ama bir hafızayı örecek binlerce bilgi insanların zihinlerinde, sözlü tarih olarak evlerinin içinde, ailelerde… Ben bu işi ‘ulu orta’, ‘gürültüyle’, iki de bir ‘Haydi hep beraber’ diyerek yapıyorum. Nedeni şu; olabildiğince sözlü ve saklı kalmış cümleyi ortaya çıkarmak, bunları yazıya geçirmek ve orijinal bir arşiv çıkarmaya uğraşıyorum.
Bir gün bir mimarlık öğrencisi, sosyoloji tezi yazan biri ya da bilmem kim, okuyup ‘Vay be bilgiye bak’ der, bir bağı çözer, bu şahane bir şey.
Bütün bunlar afili bir duygudaşlık da yaratıyor tabii.
Hiç yazı yazmayan insanlara ‘Ben edit ederim, bana anlatır gibi yazın’ deyip metinler yazdırıyor, onları konuk yazarım yapıyorum. Kimileriyle telefonda konuşuyorum.
Bazen, bazı binaları Instagram’daki izleyicilerle birlikte bir bilmece çözer gibi çözüp onun metnini yazıyorum. Bütün bunlar şahane. Bu konuda öyle çok hikayem var ki… Pazara giderken ‘Nilay Hanım size apartman buldum’ diyerek bana yazan, sonra tam bir apartman dedektifliğine soyunup binanın sakinleriyle söyleşiler yapan bir hanımefendi vardı mesela. Bulduğu seramik panolar Jale Yılmabaşar’ı çok mutlu etmişti misal…
Hikaye çok…”
Yerel turizme de pas atacak güçte bir çalışma bence bu, ne dersiniz?
“E tabii bu proje oyun hamuru gibi, bundan çok şey olur, her yere pas atabilir, gol de olur…”
New York’ta Seinfeld dizisinde Jerry’nin yaşadığı farz edilen apartmana (129 West 81st Street, Apartment 5A) gidip fotoğraf çekmiştim ki dizinin orada çekilmediğini bildiğim halde. Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ı yazdığı apartmanı görmek kim bilir ne hissettiriyor çok kişiye.
“İnsanlar şöhretli kişilerin, özellikle de Oğuz Atay gibi ‘mesafesi hayran üreten’ yazarların yaşadığı, yazdığı binaları görünce büyük ilgi gösteriyor. Dizi çekim mekanları hele acayip. Ben aşırı ilgi türeten şöhretli binalardan pek hoşlanmasam da ara sıra ilgi güzel oluyor. Basit gibi görünen bazı binalardan çok acayip insanların geçmesini hoş buluyorum… Nişantaşı’nda bir bina misal yazarı, çizeri, ressamı eksik olmamış… Orada yaşasan bileceksin ki bilmem kim şu eserini bunara yazmış. Ben etkileniyorum böyle şeylerden…”
Çoğumuza “Vay be” dedirtecek beş apartman sıralamanızı istesem, hangileri yer alır o sırada?
“Seçemiyorum bile artık. Mesela siz ‘güzellik’ ifadesini kullandınız ama ben pek güzelci değilim. Yani bana güzel gelen binalar, illa ki art nouveau vs. olanlar değil. Bazen çok sıradan gibi görünen bir bina bile hikayeleriyle büyüleyebiliyor beni… Bir de hikayeyi ben ortaya çıkardıysam daha güzel geliyor tabii. Yani hakkında hiçbir şey bulunamayan bir binayı keşfetmek, ilk metnini yazmak ayrı güzel, onlar daha değerli oluyor birden… Azınlık binalarının isimleri değişmiş, sahipleri göçmüş onları çözmek iyi hissettiriyor.
Size keyifli okuma vaat eden, ilk aklıma gelen beş değil 10 binayı paylaşayım. Ama herkese, sitenin efsanevi dizin bölümüne bakmalarını öneririm.”
- Villa Tozan / Tozan Apartmanı
- Bazlamacı Apartmanı
- Resneliler Köşkü
- Birkan Apartmanı
- Sadık Paşa Konağı
- Nail Çakırhan Evi
- Kilimli Konak
- Yumurcak Sineması
- Vernudaki Apartmanı
- Sabah Gazetesi – eski – binası
Siz nasıl bir evde yaşıyorsunuz? Bir hikayesi var mı yaşadığınız yerin?
“Ben Beyoğlu’nun eski bir mahallesinde tarihi olmasa da özellikli bir binasında yaşıyorum; kiradayım. Tabii ki hikayesi var, öğrendim de ama taşındığımda yazarım artık.”
Mekanlar açısından zamanın çok boyutluluğu size ne hissettiriyor?
“Genç! Ve yaşlı. Her daim dinç, neşeli, öğrenmeye-maceraya açıksın ama sınırlılığı hissettiğin ‘Keşke bu işlere 18’imde başlasaydım’ diyeceğin yaştasın...”
Refik Anadol bu apartmanların rüyasını ele alır mı bir gün?
“Bilmem; ne güzel olur. Site ya da bu arşiv diyeyim, her körün başka bir yerinden tutup tanımlayabileceği bir fil gibi… Sosyologlar, tarihçiler, yakın tarih çalışanlar uzmanlıklarıyla bakıp bir takım örüntüler çıkarsa çok hoşuma gider. Tabii sanat da olsun, niye olmasın.”