Ece Temelkuran: Türkiye artık “Her şey olur orada” denen o çılgın ülkelerden biri sayılmaya başladı
Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenciyken Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosunda gazeteciliğe başlayan Ece Temelkuran, aynı yıllarda yöneldiği edebiyatta 20. yılını yaşıyor. Temelkuran, “Türkiye artık “Her şey olur orada” denen o çılgın ülkelerden biri sayılmaya başladı” diyor.
Çok sayıda dile çevrilen kitapları 20. yılında yeni baskılarıyla Can Yayınları’ndan tekrar yayımlanan ve Türkiye Günlüğü köşesi her hafta Almanca, İngilizce ve Türkçe okura ulaşan Ece Temelkuran’la konuştuk:
Her perşembe WOZ için yazmaya başladınız. Ne oldu da Ece Temelkuran, tekrar düzenli olarak bir gazete için yazma kararı aldı?
Hannah Arendt, Theodore Adorno ve Walter Benjamin benim lüzumundan fazla erken okuduğum, zihnimde çentik atan kahramanlar. Şimdi onların Nazi Almanyası döneminde ve sürgünde “kötülük” kavramını anlama gayretlerine birazcık olsun yaklaşmak, düşünmek istiyorum. Düşünmek de ancak yazmakla mümkün. “Türkiye Günlüğü” WOZ’da her Perşembe Almanca, Cuma günleri Indexcensorship’de İngilizce ve hafta sonları benim web sitemde ve Facebook sayfamda Türkçe yayımlanacak. Ülke toplumsal olarak ve içinde yaşayan bireyler tek tek, ağır, daha önce tecrübe edilenden farklı bir deneyim yaşıyor. Bunu anlamak için kaydetmek gerektiğini düşündüm.
Dağınık, bulanık hikayemiz, bir ağır roman havasına büründü sanki, katılır mısınız? Neler oluyor?
Küresel bir dönüşüm yaşanıyor. Liberal demokrasi kurumları zayıfladı ve Avrupa’nın evrensel değerler olarak gezegene sunduğu ideallere sırtını dönüşü bildiğimiz dünyayı Erdoğan, Putin veya Trump gibi siyasal figürlerin bir tekmede yıkabileceği kadar cılızlaştırdı. İlk “Türkiye Günlüğü” nde söyledim, bu Arendt’in yazdığı “Kötülüğün Banalliği” kavramından farklı artık, “Örgütlü Banalliğin Kötülüğü” gibi geliyor bana. Her şey “Uzmanları neden dinlemek zorundayız ki? Gerçek halk biziz” gibi cümleyle başlıyor ve tek tek tutunduğumuz temel değerler yıkılıyor. Öyle ki geçtiğimiz günlerde yaşadık, çocukların tecavüzcüleriyle neden evlendirilmemesi gerektiğini açıklamak zorunda bırakılıyor bizim gibi insanlar. Bu, direnilmesi zor ve esasen nasıl direnileceğini henüz tam kestiremediğimiz başka türlü bir kötülük.
Peki, insanlar yaşananların çok devasa şeyler olduğunun farkına vardı mı artık?
Sanıyorum öyle. Oxford sözlüğü 2016 yılının sözcüğünü “Post-hakikat” olarak açıkladı. Bu “postlu” kavramlar hep biraz şüphelidir. Sanki bir durumun tespitinden çok o durumu manipüle etmeye niyetli gibidirler. Post-modernizm gibi, post-kolonyalizm gibi. Post-hakikat de sanki bir yandan artık dünyanın temel varoluşsal bir değişimden geçtiğini gösterirken bir yandan da bunu alkışlıyor gibi geliyor bana. Ama şunu söylemek lazım; gazeteciler, düşünürler, yazarlar, nereye gitsem, ne okusam tedirginlikle aynı şeyi konuşuyor. “Bir şey oluyor ve biz önünü alamıyoruz! Çünkü artık kimse bizi eskisi gibi dinlemiyor.”
Barış Bıçakçı’nın deyişiyle “nişan alarak konuşan söz sahiplerinin” ülkesinde nasıl ayakta durur insan?
Barış Bıçakçı üzerinden sormanız ne güzel! Kendisi de bilmiyor. Karayiplerde saçma sapan bir edebiyat festivaline gittiğimde chikingunya salgını başladı, sivrisinek ısırmasıyla bulaşan bir hastalık. Onlarca sivrisinek ısırığından sonra kendimi otel odasına kapatıp yanımdaki tek kitap olan Bıçakçı’nın “Sinek Isırıklarının Müellifi”ni okumaya başladım. Tanışmamamıza rağmen uzun bir mektup yazdım Bıçakçı’ya. Sonra da dedim ki “Göndermeyeyim, saçma olur.” Nasıl ayakta kalınır, diye sordunuz. O mektupları göndererek. Kabalığın, kötü niyetin, bayağılığın hakim olduğu bugünlerde birbirimize zarafet ve nezaket göstererek, birbirimizin varlığını ve sözlerini tanıma, yüceltme görevimiz var sanırım. Bugünlerin bizim gibi insanlara karşı kullandığı en önemli silah kıymetsiz hissettirmek. Bu silahın tarumar eden etkisini, birbirimize kıymet vererek ve bunu göstererek alt edebiliriz.
Tanıl Bora, ‘Olağanüstü’ başlıklı yazısında iyimserliğin kıt kaynaklarını olağanüstü bir gayretle işlemenin, dayanışmanın, dostluğun önemini vurguluyor. Sizin olağanüstü hal rejiminizin cepheleri neler?
Evet evet. İşte bu. Ama biraz önce söz ettiğim gibi tanışmadığımız dostlarımız, akrabalarımız olabilir. 2012’de işten atıldığımda ve Tunus’ta yapayalnız kaldığımda “Ülke nedir?” diye bir yazı yazmıştım. Ülke, dostlarından, sevdiklerinizden oluşan bir masa ve o masanın etrafındaki boşluk aslında. İyimserliğe gelince benim pek ünlü olduğum bir alan değil. Ben onun yerine, kelimenin en derin ve geniş anlamıyla güzellik üretme kararlılığını yeğlerim. Bugün çok mu kötü? O zaman elindeki imkanlarla dünyaya güzellik kat. Çünkü bize insan olduğumuzu hatırlatan şey ancak bu olabilir.
En son Berlin’deydiniz. Diğer ülkelerde karşılaştığınız bazı isimler, ‘Ne olacak bu dünyanın hali’ sohbetlerine katılıyorlar mı? Türkiye’ye dair duyduklarınız neler?
On yıl önce Türkiye’de tehlikeli şeyler olduğunu anlattığımda alaycı bir gülümsemeyle bakanlar, son üç yıldır merak ve endişeyle dinlemeye başlamışlardı. Ama yeni bir şey var ki bu hepimizi tek tek etkileyecek. Türkiye artık “Her şey olur orada” denen o çılgın ülkelerden biri sayılmaya başladı. Çok acı. Bu sadece ülkenin itibarını zedelemiyor aynı zamanda bu ülkenin bireyleri olarak bizim de ciddiye alınmamızı zorlaştırıyor.
Avrupa’da kitap okumaları devam ediyor sanırım. ABD’de de görebilecek miyiz sizi?
Devir-Dilsiz Kuğular Zamanı, 2017 sonbaharında Arcade Yayınları’ndan yayınlanmayı bekliyor. Ölmez de kalırsak ABD’de bir tur planlamak istiyorum. Bakalım. Ondan önce Düğümlere Üfleyen Kadınlar, gelecek Mayıs ayında İngilizce yayınlanacağı için belki bu geliş gidişler daha erken de olabilir. Amerika, uzak ve yorucu bir gezegen şimdilik.
Önümüzdeki on yılın başlığı sosyalizm olacak demiştiniz, ABD’nin başına Trump’ın gelmesi ile ‘ötekileştirme’ ideolojisi daha ağır basacak sanki! Bu durumun biyopsisini nasıl yapardınız?
Trump seçilmiş olabilir ama geçtiğimiz yıl boyunca Amerika’nın gündelik sözlüğüne, Soğuk Savaş’la birlikte öcü haline getirilen sosyalizm sözcüğü girdi Sanders sayesinde. Geçtiğimiz yıl web’de en çok aranan sözcük buydu. Buruk bir gülümsemeyle Amerika entelejansiyasının ve yayın dünyasının “Biz elit miyiz? Halkı anlamıyor muyuz?” dövünmelerini izliyorum. Biz oralardan geçtik ve gördük ki bu söylem, bayağılığın ve cehaletin, düşünce ve bilgiye karşı kazandığı zaferin ilk adımları.