Devletin refleksine karşı, toplumsal refleks

Türkiye’de tarihsel olarak filtreleme sistemleri yeni değil; ancak  hükümet onaylı ve bütün ev kullanıcılarının, abonelerinin kullanmak zorunda olacağı yeni bir sistemle karşı karşıyayız. Uygulamalar başlarsa, Türkiye, dünyada bu sistemi devlet eliyle yapan tek ülke olacak.

İnterneti devlet adına yöneten Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK)  kararı ile 22 Ağustos’ta yürürlülüğe girmesi planlanan internet filtresi uygulaması 22 Kasım tarihine ertelendi. Bu tarihten itibaren geçilecek sistemde aile, çocuk, yurtiçi ve standart olmak üzere 4 farklı filtre yer alacak. Her kullanıcı, bunlardan birini seçecek ve sadece devletin kendisi adına belirlediği sitelere girebilecek, filtreyi delmek suç sayılacak.

Raporun, kamuoyunun beklentilerinin çok uzağında ve yanıltıcı bilgilerle dolu olduğu düşünülüyor.

Sansüre Sansür hareketi kurucusu, dijital aktivist iki önemli isim ile (Akademisyen Dr. Ebru Baranseli ve Yazar Deniz Tan) internet filtresi uygulaması ve özgür internet talepleri üzerine konuştuk.

İlk olarak, “İfade özgürlüğü söz konusu olduğunda Türkiye nerede?” diye sordum… 

Yanıtları net: Bunu değerlendirmek için tutuklu yazar ve gazeteci sayılarına bir göz atmak bile fikir verecektir.


“Güvenli internet ne demek, kim neye göre güveni belirleyecek?” diye merak ettim…

Ebru Baranseli: “Hükümetin kastettiği güvenli internet, öncelikle çocukları internetteki zararlı içerikten koruma bahanesiyle interneti kontrol altına alma ütopyası. Bu bir ütopya zira bilindiği üzere internetin merkezi bir yapısı yok. Kullanıcılar sunulan paketlerden birini seçip internete bu paket üzerinden bağlanıyor, sadece bu filtrenin izin verdiği içeriği görüntüleyebiliyorlar, ancak hangi paketi seçerseniz seçin size sunulan ana filtreden geçerek internete girebiliyorsunuz” dedi ve ekledi: “Buradaki sorun bu güvenli tanımını her hükümetin kendi ideolojisi çerçevesinde belirleme eğiliminde olmasıdır. Zira bugün Richard Dawkins sitesi engellenirken, yarın başka bir görüş, dini bir içeriği engelleyebilir. Sorunlardan biri ise kullanıcı mahremiyeti; çünkü bu filtreleme sistemi kullanıcı hareketleri takip ediyor.”

 

Fişlemeye ortam sağlanacak!

Zaten yasaklı site sayısı 20 bine yakın olan Türkiye’de filtre ile yapılmak istenen ne? 

Ebru Baranseli: Tüm sansür uygulamalarında olduğu üzere, filtrenin burada devletin kendini koruma içgüdüsüne bağlı olarak devlete sağlayacağı şey, bilginin kontrolü. Bunun yanı sıra ‘sakıncalı içerik’ veya ‘kara liste’ gibi tanımlamaların yarattığı korku politikaları ile insanların araştırma ve sorgulamadan uzak durması, “devletimizi bizim için en doğrusunu bilir” mantığını benimsemelerini de uzun vadede bu filtrelerin yapacakları arasında sayabiliriz.

Deniz Tan: Bir de filtrelere takılamamak uğruna, özellikle de internet üzerinden gelir sağlayan sitelerin kendi kendine uygulamaya başlayacağı sansür var ki, bu en kötüsü… Bunun yanı sıra filtre uygulamasının tehlikeli bir başka yönü internet kullanıcılarını takip altına almanın kolaylaşması, kimin kara listeli sitelere girdiğinin devlet tarafından kayıt altına alınması, yani fişlemeye ortam sağlayacak olması.

Bu uygulamanın başka ülkelerde örneği var mı? 

Ebru Baranseli: Filtre uygulaması başka ülkelerde de var ancak devlet eliyle yapılan böyle bir örnek başka hiçbir ülkede yok. Diğer ülkelerdeki filtre uygulamaları internet servis sağlayıcıları tarafından kullanıcılara seçenek olarak sunuluyor ve bu filtreler de bağımsız örgütler tarafından sıkı bir şekilde denetleniyor.

Siyasilerin kendilerine yönelik eleştirileri hakaret kabul ettiği için internetin yasaklandığı günlerden bugüne geldik. Konu  devletin ilgisini ne zaman çekti? 

Ebru Baranseli: İnternet sansürü siyasilerin kendilerine yönelik eleştirilerden ziyade iktidarların kitle iletişim araçlarını tarih boyunca kendi kontrollerinde tutma istek ve hırsları nedeniyle uygulanıyor. Türkiye’de ise internet 2001’e kadar internetle ilgili herhangi bir düzenleme, özel bir kanun söz konusu değildi. Sanıyorum bu konuda açılan davalarla, kullanıcı sayısının her geçen gün artmasıyla internet önce ciddiye alınmaya başlandı, sonra da kontrol altına alınmaya…


İnternet’e basın muamelesinden bugüne ne değişti?   

Ebru Baranseli: 2001’de meclise sunulan ilk düzenleme amaçlı tasarı Ahmet Necdet Sezer tarafından “İletişim teknolojisinde bir devrim niteliğindeki internet yayıncılığının en baskın yönü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, özgün kanaat oluşumunun günümüzdeki en etkin kullanım alanı olmasıdır… Bu yola gidilmeyerek, yayınların düzenlenmesinin tümüyle kamu otoritelerinin takdirine bırakılması ve Basın Yasası’na bağlı kılınması internet yayıncılığının özelliği ile bağdaşmamaktadır” açıklamasıyla veto edilmişti. (İnternet- Girilmesi Tehlikeli ve Yasaktır, Yaman Akdeniz, Kerem Altıparmak, 2008, s.7) Bir yıl sonra, Türkiye’deki kısıtlayıcı basın mevzuatının internete de uygulanmasına olanak veren hükümler içeren 4676 Sayılı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu meclisten geçmiş, böylece internetin basın kanunuyla denetleme altına alınması amaçlanmıştı. Bu durum 2007’ye kadar, İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkındaki kanun olan 5651’e kadar sürdü.

 

Yeni medya denetim altına alınmak isteniyor…

Özetle, uygulanmak istenen sansür bir devlet refleksi; diyebiliriz sanırım… 

Ebru Baranseli: Elbette. Hükümetler tıpkı geleneksel medyayı kontrol etmek istedikleri gibi yeni medyayı da kontrol ve denetim altına almak istiyorlar. Bu noktada internet kullanıcılarının hak ve özgürlüklerine sahip çıkarak bu sınırların çizilmesinde belirleyici olmaları gerekiyor. Kısıtlamalara karşı ancak sesimizi yükselterek, isteklerimizi söyleyerek, katılımcı olarak mücadele edebiliriz. Sadece kısıtlamalarla da ilgili değil bu bence, mesela belediyeden daha iyi hizmet almak için de duruma, olana razı olmak yerine taleplerimizi dile getirmeliyiz aynı mantıkla. Devletin refleksine karşı, toplumsal refleks.


“Türkiye’de internet sansürü yok” diyen bir Cumhurbaşkanı ile işler ne kadar kolay? 

Ebru Baranseli: Danışmanlarının konuyla ilgili yanlış bilgilendirme yaptığını düşünmeyi tercih ederim. Ancak sanıyorum kendisi de artık konunun öneminin ve sansürün varlığının farkında.


Konu ABD Kongresi’nde de eleştirildi. Türkiye’de internet filtre uygulamasına dayanan yasal düzenlemelerin, uluslararası standartların ihlali anlamına geleceği bildiriliyor. Uygulamalar başlarsa neler olur? 

Deniz Tan: Söylediğimiz gibi öncelikle internet kullanıcılarının kişisel mahremiyetine ciddi bir saldırı anlamı taşıyor, sansür belgelenmiş olacak, internet sansüründe dünya çapında kara listede olan ülkeler arasındaki listenin en üst sırasına çıkacağız. Zira dünyada böyle bir uygulamayı devlet eliyle yapan tek ülke olacağız.


Uluslararası internet şirketlerinin bu tür sınırlayıcı düzenlemeler altında Türkiye’de faaliyet gösterme konusundaki kaygılarını nasıl yorumluyorsunuz? 

Ebru Baranseli: Bilgi ekonomisinden söz ediyorsak haklı buluyorum. Maddi açıdan baktığımızda ise, aklına esen siteyi kapatan, alan adlarına yasaklar getirmekten söz eden, afakî filtre sistemleriyle interneti kontrol altına almaya çalışan bir ülkede, site açmanın çok riskli bir yatırım olduğu da aşikâr.

Deniz Tan: Bugün var olan sitelerin, yarın orada olup olmayacağı bilinmezken, burada faaliyet gösterme konusundaki kaygılar elbette ki son derece haklı kaygılar. Kaldı ki sadece uluslararası şirketler değil, Türk şirketlerde dahi benzer endişeler var.


BTK’nın, bir devlet kurumu olmasına rağmen halktan hangi sitelerin sansürlendiği bilgisini saklıyor olması insanı düşündürüyor… 

Deniz Tan: Bu bilgiye dijital bir aktivizm çalışması olan Engelli Web uygulaması sayesinde erişebiliyoruz. Şu sıralar üzerinde çalıştığımız bir uygulama ise Engelli Web’in desteğiyle, bu sitelerin kategorizasyonunu yapmak. Bu sayede 5651 kapsamında olmadığı halde sansürlenmiş siteleri tespit ediyoruz. Zira 8 adet engelleme nedeninin içinde “müstehcen” gibi hayli muğlâk ifadeler var. Bunun dışında bu 8 maddeye aykırı olmadığı halde kapatılmış mesela evrim teorisiyle ilgili, farkında bile olmadığımız engelli siteler de.

 

Uzun soluklu bir mücadele…

İnternette sansüre karşı verilen mücadelenin yüzlerce yıldır devam eden özgürlük mücadelesinin bir devamı olduğunu söylersek, bu mücadele nasıl sonuçlanır? 

Deniz Tan: İnternet sansürüne karşı mücadeleyi ifade özgürlüğü mücadelesinin devamı olarak görebiliriz. İnternet doğası gereği herkese bu imkânı sunuyor. Teknoloji de sürekli geliştiğinden, koyulan sınırlamalar aşıldıkça, yeni sınırlamalar, yeni kontrol mekanizmaları devreye girecek, sadece Türkiye’de değil, dünyada da özellikle telif hakları konusunda, internetin doğasını anlamayan yasalarla yapılmaya çalışan düzenlemeler ve bunlara karşı gösterilen mücadeleler var. Yani bu uzun soluklu bir mücadele olacak, şu anda bir geçiş dönemi yaşıyor dünya. İnternet henüz ilerleme çağında, oturmuş, doğal kabul ettiğimiz bir şey değil. Matbaa ilk çıktığında ona da benzer bir reaksiyon vardı, internet de de aynı durum söz konusu. Bu süreç yaşanacak, mücadeleler verilecek ve internet nihayet hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edilecek. Bu süreçte sınırların nerelerde çizileceğini de internetin asıl sahipler yani kullanıcılar belirleyecek, devletler değil.


Kendi yarasına merhem bulamamış basın, bu konuyla  ne kadar ilgili? 

Ebru Baranseli: Geleneksel medya haberleri, sosyal medyadan takip ediyor ancak mesela 60.000’in üzerinde katılımcıyla organize edilen sansüre karşı yürüyüş haberini 200 kişi olarak yazıp dezenformasyon yapabiliyor.


Platform olarak sansüre karşı hazırlıklı bir tutum sergilediğinizi biliyorum, sesinizi yeterince duyurabildiğinizi düşünüyor musun? 

Ebru Baranseli: Sesimizi duyurmak için elimizden geleni yaptığımızı söyleyebiliriz. Platformun kurulması da bu çabaların sonucu oldu zaten. Uluslararası platformlarda sesimizi duyuran sansürsüz internet platformu temsilcilerinin yanı sıra yasaklı sitelerin açılması için tek tek uğraşan, konuyu Avrupa İnsan hakları Mahkemesine kadar götüren, son olarak Richard Dawkins’in yasaklı sitesinin açılmasını sağlayan Prof. Dr. Yaman Akdeniz, Yard. Doç. Dr. Kerem Altıparmak gibi değerli hukukçular, Dr. Özgür Uçkan, Dr. Mustafa Akgül gibi sansüre karşı yıllardır bıkmadan mücadele vermiş değerli hocalar var platformda. Tabii önemli meslek örgütleri, dernekler ve sivil toplum kuruluşları da.


Mecliste bu yasanın düzeltilmesi için çaba sarf eden isimler ya da parti var mı? 

Ebru Baranseli: Şu anda yürürlükte olan 5651 sayılı yasa meclisten tüm partilerin oylarıyla geçti. Bu nedenle belki birkaç isim dışında partilerin samimiyetine inanmıyorum. Bu isimleri de medyadan takip etmek mümkün.


Sansürcü  kafalar değişmedikçe böyle meseleleri daha çok tartışacağız. En kısa çözüm yolu nedir? 

Ebru Baranseli: En kısa çözüm yolu yok. Ancak Türkiye’deki sansür uygulamalarına karşı uluslararası tepki oluşturmak, bu gibi girişimlerin belki yeniden düzenlenmesine neden olabilir. İnternet kullanıcılarının internete ve anayasa tarafından tanınmış olan fikir ve ifade özgürlüğü haklarına sahip çıkmaları ise tek çözüm yolu.
Kimsenin itiraz etmediği ve sansür sayılmayacak uygulamalar bulmak mümkün mü?

Deniz Tan: Elbette mümkün, bunun örnekleri de var. Filtre uygulamalarının temel amacı kullanıcıları zararlı içerikten korumaksa bunu ancak kullanıcıları yeni medya ile ilgili bilgilendirerek yapabilirsiniz. Muğlâk tanımlamalar söz konusu olduğunda bunlar ancak sansür bahaneleri olabilir.

 (T24)

Become a patron at Patreon!