Özür kampanyasıyla başlatılan tartışma büyüyor!

Dünya genelinde ‘sözde Ermeni soykırımı’nın tanınmasına güçlü bir zemin oluşturduğu düşünülen, Türkiye’de başlatılan ‘özür kampanyası’na “Sinsi ve kasıtlı plana alet olmayın!” uyarısı ile karşı bir kampanya başlatıldı. 
“Tarih ve yüzleşme bizi özgürleştirecektir” diyerek öncülüğünü Baskın Oran, Ali Bayramoğlu, Ahmet İnsel ve Cengiz Aktar’ın yaptığı internet ortamında başlatılacak “Özür Diliyorum” kampanyası gündeme bomba gibi düştü.

Ermenilerin, “Büyük Felaket” adını verdiği 1915 Ermeni techiri ile ilgili başlatılan imza kampanyasının metni şu iki cümleden oluşuyor: “1915’de Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum”.

İnternette imzaya açılacak metni hazırlayan kişilerden biri olan Baskın Oran, 14 Aralık tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanan yazısında neden özür dilemek istediğini açıklıyor…

Bir devletin kendi azınlık grubunu/halkını bizzat öldürmesi veya öldürülmesine göz yummasının izah edilebilecek tarafı olmadığına değinen Oran; “Devlet denilen kurumun tek bir varlık nedeni vardır: Vatandaşını ölümden korumak” diyor.

Azınlık Ermenilerin de çoğunluk Müslümanları/Türkleri 3 farklı dönemde öldürdüğünün görüldüğünü belirterek şu bilgileri veriyor: “1) 19. yüzyılın son çeyreğinde. Şöyle: 1806-1847 arası isyan eden Kürt beylikleri dağıtılınca muazzam bir otorite boşluğu doğdu. Kabak, doğrudan Doğu Anadolu Ermenilerinin başına patladı: O zamana kadar her yıl altın yumurta (haraç) toplamakla yetinen beyler yok olunca Kürtler tavuğu kestiler yani bölge ekonomisinin yegâne direği Ermenileri yağmalamaya ve öldürmeye başladılar. 93 Harbi’nin azdırdığı “Gâvur’un malı helâldir” ortamında bu yağmaya bir de Şeyh Şamil’in 1859’da Rusya’ya yenilmesinin ardından Anadolu’ya perperişan gelen Kafkas mültecileri katılacaktır. Devlet oralı olmadı çünkü zaten 1839 Tanzimat’ın gayrimüslimleri eşit ilan etmesinin büyük tepki yarattığı bir ortamda Müslüman’a karşı gayrimüslim’in haklarını savunacak değildi. Tuzu kuru İstanbul Ermenileri ve Patrikhane de kulaklarını tıkadılar. Sonunda, D. Anadolu Ermenileri silahlandılar. İlk Müslüman öldürmesi budur. Yani, Durum I. Tabii, devlet baskısı altındaki bir gayrimüslim azınlık, Halife’nin yönettiği Devlet desteğindeki Müslüman çoğunluk’u ne kadar öldürebilirse, o kadar. Bunun ne kadar “mukatele”, yani “karşılıklı” olduğunun takdiri size ait. Ama en hafif yorum herhalde şu: “Millet-i Sadıka” durup dururken patlamadı. Dahası, Devlet bu çatışmayı engellemediği oranda, Emperyalizm enfes bir müdahale olanağı yakaladı. Olay bundan sonra Durum I’den derhal Durum III’e dönüşecektir, çünkü kendi sebep olduğu Batı müdahalesinden ürken Abdülhamit, Kürtleri Hamidiye Alayları adıyla Doğu Ermeni köyleri üzerine gönderecektir. Aynen, 5 Numaralı Diyarbakır Askerî Cezaevi’nin yarattığı PKK’ya karşı devreye sokulan Hizbullah ve Köy Korucuları gibi.
2) Birinci Dünya Savaşının sonunda. 1915 yapılıp bitirilmiş, Anadolu Ermenilerden “temizlenmiş”tir. Ermenistan Ermenileri intikama girişirler: Durum II. Kazım Karabekir Paşa hemen müdahale edecektir.
3) 1973-1985. ASALA 43 Türk diplomatını katleder. Amacı, unutulmuş 1915’e dikkatleri çekmektir. Çeker de. Türkiye başta, herkes 1915’i ilk defa öğrenir.”

“Ermenilerle konuşsalar; dedeleri nereden sürülmüşse oranın köylü Türkçesini kullandıkları gerçeği dışında, bu insanlarda 2 şey onları şoke edecektir” diyor O ran: “1) Türk devletinin İNKÂRI onların ulusal kimliğinin tek belkemiğidir; 2) Sırf bu İNKÂR yüzünden “Soykırım” kelimesi onların tek tatmin biçimidir.

Onun içindir ki şimdi diasporanın şahin olanları bizim bu “Özür” işinden pek hoşnut değil. Hatta, bir biçimde sabote etmek isteyenleri de çıkabilir. Çünkü bir kere, Türkiye insanına “Senin deden Nazi’ydi!”den başka hiçbir şey söylemeyen “soykırım”ı kullanmıyoruz, bu kelimenin büyük PR (halkla ilişkiler) kolaylığı sağladığını keşfetme öncesinde Ermenilerin kullandığı “Metz Yeğern”i (Büyük Felaket) kullanıyoruz. İkincisi, 1915 rezaleti inkâr edilmeyince Ermenilerin tahrik edilme katsayısı düşüyor. Fakat bizim derdimiz değil bütün bunlar. Bunları söyleyişimin tek sebebi, bizdeki “tahsil” almışların ne yapmakta olduklarını kendilerine göstermek.”

Dertlerinin, sabah kalkınca aynaya bakabilmek. 85 yıl geç kalmış bir işi artık başlatmak. Devlet’in Ermenistan’la nihayet normal ilişkiye geçme sürecine paralel olarak Ulus’un 85 yıllık “tahsil” yüzünden düştüğü bu vaziyeti sona erdirmek. Geçmişleriyle nihayet yüzleşerek özgürleşmek olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “ Çünkü kendi geçmişimle yüzleşmeden ben başkalarına hesap soramam. Ancak bundan sonra sorabilirim diasporanın şahinlerine: “Niçin Ermeni komitacıların D. Anadolu’da yaptıklarını kendi halkınızdan sakladınız?”

Son olarak, “Özür Kültürü”nü yerleştirmenin zor olduğuna değinen Oran: “İşimiz çok zor. Çünkü “Müslüman mahallesinde salyangoz” satıyoruz. Öyle bir mahalle ki, her şeyden önce “Özür Dileme Kültürü” yok; sadece “Otomatik Savunmaya Geçme Kültürü” var. Yabancıların ne yaptığına karıştıktan sonra, müsaade edin de kendi ülkemde yapılmış etnik-dinsel temizliğin 85 yıllık inkârının farkına bu kadar geç varmaktan dolayı olsun kendi payıma bir ÖZÜR dileyeyim vatandaşlarımın torunlarından. Şu sayede ki, benim bazıları kadar “tahsil”im yok, bin şükür. Osmanlı’nın alfabesini bile reddeden bu ülke Osmanlı’nın bu en büyük günahına sahip çıkmasın artık. Yetti” diyor…

Oran ile aynı görüşte olan, bu meselenin Ermenilik veya Türklük değil, İnsanlık meselesi olduğunu savunarak başlatılan kampanyaya destek olan kişi sayısı ne kadar çok ise, tepkiler de o kadar sert…

Kampanya birçok kesimden insanın tepkisini çekip yeni bir tartışmayı alevleyeceğe benziyor…

Tabii bir de “1915’de tek taraflı suç yoktur” diyen kesim var. Ermenilerden “özür”ü ancak karşılıklı özürleşeceksek dilemeye hazırım; diyen bireylerin çokluğunu da küçümseyemeyiz.

Kampanyaya ilk tepki Emekli Büyükelçiler tarafından geldi: “Sinsi ve kaşıtlı plana alet olmayın…”

Bir basın bildirisi yayımlayan Emekli Büyükelçiler böyle bir kampanyanın haksız, yanlış ve ulusal çıkarlarımız açısından sakıncalı olacağına inandıklarını belirtip görüşlerini kamuoyunun bilgisine sundular.

Savaş koşullarında yapılan 1915 Ermeni tehcirinin acı sonuçlar verdiğini; ama Türk insanının da Ermeni isyanları ve terör eylemlerinde uğradığı kayıpların ve acıların Ermenilerinkinden az olmadığını belirtiler. “Ermeni tedhişçilerin, dış güçlerin planlı ve sürekli kışkırtmaları sonucunda, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ve daha sonra I. Dünya Savaşı sırasında ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde istilacı düşman kuvvetlerine katılarak Anadolu insanımıza karşı kitlesel vahşet eylemlerinde bulundukları yerli ve yabancı kaynaklı belgelerden de açıkça görülmektedir. Cumhuriyet tarihimizde ise, 1973’de tekrar hortlayan ve ASALA ve “Adalet Komandoları” adlı terör örgütlerinin 1986 yılına kadar sürdürdükleri terör eylemleri 70 kişinin ölümüne, 574 kişinin yaralanmasına sebep olmuş, bunların arasında 5 büyükelçimiz ve 4 başkonsolosumuzun da dahil oldukları 34 kamu görevlimiz ve aile yakınları can vermişlerdir.

Öte yandan, geçen yüzyıl sonlarından itibaren Azerbaycan topraklarının dörtte birine yakın bölümünün Ermenistan tarafından işgal edilmiş ve buradaki bir milyon kadar nüfusunun kendi topraklarında sürgün hayatı yaşamaya mahkum olması sorunu bugün hala çözüm beklemektedir” diyerek kampanyayi başlatanlara Ermeni terörüne kurban giden ve zulüm gören insanlar için de özür dilenmesini düşünüp düşünmediklerini sordular.

“Ermeni iddialarını tümüyle haklı görürcesine özür dilemek girişimini bir tarafa bırakıp, öncelikle, yakın geçmişte masum Türk diplomatlarını, görevlilerini ve aile bireylerini acımasızca katletmiş olan Ermenilerin Türk ulusundan özür dilemesini sağlamak gerekir. Bu katiller hala hayattadırlar ve Ermenistan ile bazı ülkeler tarafından himaye gördükleri için cezasız kalmışlardır” dediler.

Kendilerinin, yurt dışında görevli bulunduklari yıllarda Ermeni terörünün acısını bütün vahşetiyle yaşadıklarina degindiler ve her Ermeni terör eyleminden sonra, terör olaylarının yarattığı gündem içinde çarpık Ermeni iddialarının tek yanlı bir biçimde yansıtılarak dünya kamuoyunu daha da etkilediğini gördüklerini belirttiler ve eklediler: “Bugün terör artık işlevini bitirmiştir. Planın ikinci aşamasında özür dilenmesi ve bundan sonra da işin toprak ve tazminat taleplerine vardırılmasının tasarlandığını biliyoruz. Dileğimiz, uğradığımız bunca kayıp, acı ve haksızlıktan sonra kendi insanımızın böyle bir sinsi ve kasıtlı plana alet olmamasıdır.

Bugün Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde bir yumuşama sürecine girilmesi ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi isteniyor ise, bunun yolunun, tek taraflı özür dilenmesi gibi tavizlerden değil, öncelikle taraflar arasındaki sınırların ve toprak bütünlüklerinin tanınmasından, ve mutlaka gerekiyor ise, her iki tarafın tarih boyunca çektikleri acıların karşılıklı olarak paylaşılmasından geçtiğinin hatırda tutulmasında yarar görüyoruz. Aksi takdirde, “özür dilenmesi” gibi tek yönlü bir davranış yersiz ve yanlış olacak, tarih gerçeklerine aykırı düşecek ve ulusal çıkarlarımız açısından vahim sonuçlar doğurabilecektir.”

Yurt dışında yaşayan vatandaşlar kurulu da kampanya hakkında bilgi alır almaz, “Özür Dilemiyorum” başlığı altında yeni bir kampanya başlattılar.

Bu kampanyada Türk’e hala kimse fikrini sormak gereğini duymuyor çünkü Ermeni yalanları artık bir kültür haline geldi. “Ermeni Hristiyandır, yalan söylemez. Türk Müslümandır, yapmıştır” anlayışının bu “özürcüler” kervanında ses buldugu belirtiliyor.

“TÜRK ÖZÜRCÜLER MOSİN-GAFLAN ZİNCİRİNİN SON HALKASIDIR!”

“Düşünce ve ifade hürriyeti var; isteyen istediğinden herhangi bir nedenle özür dileyebilir. Ama şehitlerimizi, ölülerimizi yok sayarak, Mosin-Gaflan çizgisine hizmet ettiklerini göremeyerek, ya da önemsemeyerek, ve hepimizi ima ederek özür dileyemezler.

Yarın dünya basını, “Türkiye’de bazı aydınlar özür diledi” yerine “Türkiye’de aydınlar özür diledi” gibi yanlış başlıklar atarlar ve kamuoyunu yanıltırlarsa, bu yalanların vicdanı sorumlusu bu imzacılar olur ki bu sorumluluktan yaşamları boyunca kaçamazlar (Aynı Franz Werfel’in ölüm döşeğinde yaptığı yanlışlıklar için özür dilemesi gibi.)

Mesele, Birinci Dünya Savaşı nedeniyle tüm ölülerden, tüm acı çeken insanlardan, kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk, çocuk, din, dil, milliyet, bölge ayırmadan özür dilemekse, bunda hiçbir sorun görmeyiz. Biz de böyle hümanist bir yaklaşıma veya açılıma imzalarımızı koyarız.

Ama amaç Türkiyemiz’in elini zorlamak, dünya kamuoyu önünde Türkiyemiz’i zor duruma sokmak,ve bu şekilde Mosin-Gaflan çizgizine hizmet etmekse, böyle bir şeyi kabul etmemiz asla mümkün olamaz.

İlle de özür dilemek istiyorlarsa, bu aydınlarımız kendi adlarına özür dileyebilirler. Örneğin, Türkiye’mizi dünya kamuoyu önünde sürekli hedef tahtasına çevirdikleri için, Türkiye’mize yardım ve hizmetleri dokunmadığı için, katma değer üretemedikleri, ya da tarihimizin mirasını har vurup harman savurdukları için, tüm Türkiye’den de özür dileyebilirler.

Ama en uygunu, Mosinlerin vurduğu Muhsin’lerden, Gaflanların yaktığı Aslan’lardan özür dilemeleri olur…” diyorlar.

“Özür dilemiyorum” kampanyasının tam metnine www.yyvdkusa.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Become a patron at Patreon!