Yaşama ve sanata sorgulayıcı bakış: Çiler Çetinel Çiftci

Çiler Çetinel Çiftci’nin doksanlı yıllarda Türkiye’de öğrenciliğinden başlayarak, Amerika macerasını ve de bugüne dek hayata, kurumlara, insanlara dair öğrendiklerinin hikayesini okuyacaksınız…  Altı yaşındayken Rumeli Kavağı’nın ortasından geçen derenin kenarında, eski bir çeşmenin hemen altında killi toprağı keşfedip kendine bir açık hava atölyesi edindikten sonra kendi hazırladığı heykelcikleri, Rumeli Kavağı İlkokulu bahçesinde, limon sandıklarının üzerinde önceden haberdar ettiği arkadaşlarına sergileyerek başladığı serüven sayısız ödül ve başarı, inişler, çıkışlar ile Amerika’da devam ediyor.

Çiler Çetinel Çiftci ile Turkish Journal için görüştük…

Önce yolunu siyasette çizmiş, Çevre Bakanlığı’na gözünü dikmiş. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde iki yıl okuduktan sonra, ait olmadığı bir alanda olduğunu ve siyasetin içinde vereceği mücadelenin, kendisinin mücadelesi olmadığını hissetmiş ve de okulu bırakıp “sanat” demiş.

“Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sınavları için hazırlandım. ÖSS sınavı ile puanımı yükselttim. MÜ. İç Mimarlık Bölümü’nde öğrenim gören kız kardeşimden, kısa bir dönem çizim kuralları, temel sanat eğitimi ve suluboya teknikleri konusunda ders aldım. Kırk kişi arasından yirmiüçüncü olarak, resim bölümünün sözlü sınavına alındım. Sözlü sınavda, karşımda ünlü ressamların durduğunun bile farkında değildim. Hatta ben, işin ciddiyetini kavramış değildim. Sadece yapabildiğim en iyi işi yapıyordum ve olduğum gibiydim” diyor eğitime nasıl başladığını sorduğumda.

Sonrasında küçük güzel anları ile uzun ve yoğun bir çalışma dönemine girmiş. Aslında günlük yaşamını projelendirmeye başladığını ve de bunların kendisinin çılgınlıkları olduğunu söylüyor. Çok çalışmanın sonu kaçınılmaz başarıdır inancında yoluna devam eden Çiftci; “Yıllar önce bir söz duymuştum, çok sevdim ‘zoru başarabilirsin ama imkansız, biraz uğraştırır’ bildiğim de budur. Bulunduğum konumdan memnunum. Daha çok çalışma var planladığım. Ben yaşamımı ilmek ilmek sevgiyle ve özenle örüyorum. Benim düğümlerim sağlamdır” diyor.

Projelerini soruyorum, işte cevabı: “Projelerim, doğa çıkışlıdır ve doğayı betimler. Doğanın yok oluş hızına tanıklık etmenin şanssızlığı ile bu gerçekliğin farkında olmanın şansını taşıyan projeler yapıyorum. Çalışmalarım, çevreci bir hareket değil, yeşili dillendiren içsel bir tavır, yaşam biçimimin (belki olması gerektiği formlarda) dışa vurumudur.
Projelerimin genel tavrı, teknolojik gelişmeye boyun eğen yapılaşma ve kentleşme hızının, doğadaki yaşamsal sürecin hızıyla hesaplaşması ve buna bağlı olarak, doğanın kişileşmesi, toplumsal yapıya bir birey olarak katılmasıdır.
Projelerimi gerçekleştirirken, teknolojinin sağladığı olanaklardan yararlanarak, anlatımını zenginleştirmeye çalıştığım ve kullandığım materyalleri sınırlama içerisinde bırakmamaya çalıştığım bir gerçektir; ancak sağladığım bu zengin alan, çalışmalarım adına çok büyük bir önem taşımaz. Benim gerçek alanım, projenin oluşma safhasındaki “kavramsallık”tır”

Teknoloji?

Teknoloji, projemin sunulması aşamasında bir araç olarak ortaya çıkar. Bunu, teknolojinin insanlığın gelişimindeki büyük rolüne karşıt bir sinyal vermemek olduğunu bilerek yaparım. Enstelasyon, performans, video-performans ve fotoğrafik çalışmalarımın yani sıra tuval üzerine farklı teknikler ile de çalıştım. Ancak bu çalışmalarında görsel başlangıcı yine fotoğraflara ya da yaşamda bir sürece, iletişime dayalıdır.

Sanatsal üretimin disiplinler arası geçişle mümkün olduğu inancındayım. Yapıtlarımın diğer disiplinler ile olan yakınlığına rağmen kendi ana sanat dalımdan uzaklaşmadığına ve sınırlı bir “resim” anlayışı içerisinde de değerlendirilemeyeceğine inanıyorum. Bunu yalnızca “biçimsel bir dışa vurum” olarak tanımlamıyorum çünkü projelerim, görselliğin ötesinde, estetik-felsefik bir sanat anlayışına sıcak bakar.

Amerika macerasının nasıl başladığını merak ediyorum; “Amerika’ya yüksek lisans programımın tez aşamasında, araştırma yapmak için altı aylık bir dönem için geldim. Ancak bir yıl kaldım. Ülkeme dönüp, bilgileri derledim ve bir ay sonra yeniden Amerika’ya dönüp kaldığım yerden devam ettim. Türkiye’de, sanat tarihinde önemli bir yeri olan bir tane sanat eserinin bile orijinalini görmeden mezun olan bir çok öğrenciden biri olmak istemediğimden, Californi’da önemli müzeleri gezdim, daha önce kitaplardan izlediğimiz, gerçeğini hayal bile edemediğimiz yapıtları görme olanağını buldum. Sonrasında atölye haline getirdiğim küçük bir odada “Resimde Doğal Nesneler ile Anlatım” konulu tezime başladım. Bir bilgisayar, kitaplar, defterler, bir elbise dolabı ve bir yatak, odamı dolduruyordu. Yaşamımın en güzel yıllarından birini yaşadım. Türkiye’ye döndüğümde, sadece bilgileri derleyip, düzenledim ve kitabı oluşturdum. Sıfır hata ile ilk elemede geçen ilk tez olduğunu söyledi profesörlerim. Emeğime değdi. Basarılı bir çalışma çıktı ortaya. Amerika’da tanıştığım erkek arkadaşım ile evlenip, tekrar Amerika’ya döndük” diyor.

“Bir çok şey yapmak istedim fakat hiçbir şey yapamadım”

“İmkansızlıkları zorladım ama zorlamak yetmedi. En son 2007’de Türkiye’de, Çekirdek Sanat’ın düzenlemiş olduğu , “Mona Lisa İstanbul” adlı bir sergiye katıldım, şimdi yeni bir hazırlık yapıyorum, yarışmalı bir sergi için, yetiştirebilirsem katılmayı düşünüyorum. Bazı imkansızlıklardan dolayı Amerika’da çalışma düzenimi, daha önce bahsettiğim o ev-atölye’yi kuramadım. İmkansızlıkları biraz aşınca, derneklerle bağlantı kurmaya çalıştım. Sonuç olarak, bugüne dek hayata, kurumlara, insanlara dair öğrendiklerimin, yaşamın gerçeğini yansıtmadığını da öğrendim. Bir çok sanatçı arkadaşım ve büyüğüm de bu sonuca varmıştır.

Kırgınlıklarımla ve kızgınlıklarımla resim çalışmalarıma devam ettim. Yakın çevreme, dostlarıma, ücretsiz resim dersi verebileceğimi söyledim. Ama ders verecek çocuk ve yetişkin bulamadım. Ama ben bunu hiçbir zaman şahsıma yönelik algılamadım.”

“California’da yaşam farklı”

“Burada yapılan günlük faaliyetler farklı, sanat, edebiyat Avrupa’dan olduğundan farklı bir yerde. Gazete okuyan insana rastlamak zor. Bunları yargılayarak söylemiyorum, bana çok farklı bir tablo çizdi Amerika deneyimim. Sabah kalkıp, evinden acele çıkan, toplu taşıma araçlarına yetişmeye çalışırken, gazetesini almayı unutmayan, ise giderken kitabını okuyan, yardımlaşan, sohbet eden yolcuları özledim. İş dönüşü eve giderken iki-üç galeriye, kitapçıya, müzik markete uğrayan, küçük kafelerde bile yapılıyor olsa söyleşilere katılan, okuyan,dinleyen, konuşan insanları özledim. Buradaki yaşamında etkisi yok değil tabii ki, yürüyerek gidebileceğiniz yerler kısıtlı, toplu taşımacılık yeni yeni önem kazanıyor. Bu zincirleme giden bir düzen, belki de kısır döngü ama herşeyden daha önemlisi, bireyin çabası değil midir? Sokaklarda, evlerde, toplantılarda sorgulayan insan modeli göremedim.”

Sanat?

Zaten sanatçının çabası da, varoluşunun amacı da, düzenin içindeki aksaklıkları, yoksullukları, yoksunlukları, kötülükleri işaret etmektir. Kısaca düzen olmasa, yanlışlıklar olmasa, yoksunluklar ve “ACI” olmasa sanat olmaz. Sanat acıdan doğar derdi, sevgili profesörüm Balkan Naci İslimyeli… Doğrudur, sanatçı sorunu masaya yatırır, çözümler, sonucu sunar, sonuçtan duyduğu yine acıdır, ama yaşadığı acının diğer bir yüzüdür, hazzı ile birliktedir. Bu haz “sesini çıkarma” hazzıdır. Haksız düzene karşı çıkma, insanlara daha özgür daha üretici, yaratıcı, verimli bir geleceği işaret edebilme hazzıdır.

“Hepimiz bir gün dinleneceğiz zaten, şimdi çalışma zamanı”

“Ben hala, yaşadığım çevrenin kötü etkisinden kurtulma ve Türkiye’deki o tatlı-yorucu yaşamı devam ettirme çabasındayım. Sorgulayan ve kendini yenileyerek, herşeyi yeniden inşaa eden ama asla yargılamayan biri olmaya çalıştım. Sorunun yöneltildiği kişinin kendini yargılamasını daha adil buluyorum. O nedenle sorularım, sorgularım biraz sert oluyor, yaşamda da, sanatta da… O yüzdendir ki, karşımdakiler kendi kendini imha ediyor…
Bir Rus sanatçı arkadaşım ile yazışıyorduk, memleketinde evinde olduğunu öğrenince, sakın , dinlenerek çalıştığım bir atölye ortamını, kısacası bir tatili özlediğimi söyledim ona. Bana “hepimiz bir gün dinleneceğiz zaten, şimdi çalışma zamanı” dedi. Son hız devam ettim, kapı çalmaya… Ben sanata, karın doyurucu bir meslek olarak bakmadığımdan (bu sadece bir ütopya olmalı, hiçbir zaman karın doyurmayacak herhalde.. ) sanat, biz sanatçıların özgürlüğünde, açlığında gizli; diye düşünüyorum. Olsun, üretime devam…”

OCTAA’da ders vermek için ve bir iki büyük sergi düzenlemesi için yöneticilerle görüşen Çiftci, özellikle Şebnem Eler’in çok ilgili davrandığını belirtiyor ve ekliyor: “Aysu Tazebay ve Sevda Aleckson da 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları için, Türk Okulu’ndaki miniklere “Atatürk” konulu bir resim çalışması rica ettiler. Daha önce, hiç birlikte çalışmadığımız ve yeteneklerini bilmediğim çocuklar olmasına rağmen, 0-6 yaş grubu ile harika bir çalışma yaptık. Hepsi birbirinden güzel ve yetenekli çocuklar. OCTAA’nın 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları çerçevesinde, küçüklerimize bir mini sergi düzenledik.”

“California’da yakın bir zamanda, iyi ve kaliteli sergiler düzenlemeyi tasarlıyorum”

“Tüm sanat severleri sanatın yanında ve destek olarak arkasında olmaya davet ediyorum. Bir sanatçı sadece sanatını yapar, pazarlaması sanatçıya göre değildir. Bu yaratımları, görsel bir şölene çevirmek yerine, kültürel-bilimsel-sanatsal bir sosyal etkinliğe dönüştürmek sanatçıya hakettiği yeri, önemi vermekle olabiliyor. Köfte, döner servislerinin yapıldığı, dansözlerin oynatıldığı, şapkasından kuş çıkaran sihirbazların (!) alkışlandığı bildik Türk toplantılarının dışında, Türkiye’nin öncü sanatçılarının izlenebildiği, dinlenebildiği sergiler, söyleşiler, paneller düzenlemeliyiz. Sinema sanatı üzerine konuşan bir gençlik görmek istiyorum. “Angelina Jolie” den bahseden gençliğin, aktristin güzelliğinin yanısıra, yaptığı iş, sinema sektöründe aldığı yol ve filmin teknik ögeleri üzerinde konuşacak bir şeyleri olsun istiyorum. Burada, Çağdaş Sanat’la ilgili örnekleri daha fazla görmek istiyorum. Açıkçası, İstanbul’a gelen bir Amerikalının, İstiklal caddesinde yürürken bir performansı izleyebilmesi gibi, biz de yüz yer ile izin için yazışmadan, küçük performanslarımızı sergileyelim, Ayşe’nin Fatma’ya, Fatma’nın Ayşe’ye sanat sunduğu bir ortamdan kurtulup, yoldan geçen insanlara mesajımızı verelim istiyorum. Bunlar, gençliğimize verdiğimiz, insanımıza, insana verdiğimiz değerdir. Bir ülke yetiştirdiği başarılı insanlarla varolur. Saklamayalım, saklanmayalım. Bildiklerimizi paylaşalım istiyorum. Kendim ve izlerimizden gelenler için…”

Çiler Çetinel Çiftci kimdir?

İstanbul doğumlu. Öğretmen bir ailenin dördüncü çocuğu. 2003’ten beri Kaliforniya’da yaşıyor.. 1993’te Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde iki yıl okuduktan sonra 1995’te Marmara Üniversitesi (MÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ne başlamıs. 1999 MÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Bölümü, Moda Tasarım Atölyesi için Yüksek Lisans programına birincilik ile kabul edilmiş. Aynı yıl fakültenin resim bölümü yüksek lisans programına, jüri kararı ile sınavısız kabul edilmiş.
Güzel Sanatlar alanında ilk ödülünü 1985’te orta okul döneminde, “Barış Yılı” konulu uluslar arası bir yarışmadan almış. Çalışma, önce Beşiktaş ilçe birincisi, daha sonra İstanbul birincisi olarak, Macaristan’da sergilenmiş. Daha sonraki çalışmaları birçok kez ödüllendirilmiş.
Görsel Sanatlar’da yurt dışı ve yurt içi sergileri, ödüller, görevler, genel ve kişisel koleksiyonlar ile onbeş yıllık bir tecrübesi var. Desen, akrilik, baskı resim, duvar resmi, rölyef, mozaik, cam mozaik alanlarında yapıtlar verdi. Performans, video işleri , enstelasyonlar ve baskı resimler ile sergilere katılmış. 1996’dan bu yana ondört ayrı sergi düzenlemiş. Evli ve 3 yaşında Dylan Anı adında bir oğlu var.

Sanatçı hakkında detaylı bilgiye www.ccciftci.com adresinden ulaşabilirsiniz.

(Turkish Journal)

Become a patron at Patreon!